İnsan insana nefes ve candır

Abone Ol

“Bir kitap bir insanı, bir insan bir toplumu değiştirebilir” der Doğan Cüceloğlu (ö. 2021). O nedenle arkadaşınızı seçerken gösterdiğiniz hassasiyeti okuyacağınız kitabı seçerken de gösterir ve eserden önce müellifi tanımak istersiniz. Siz değerli okuyucularımızın bu konudaki hassasiyetinizi dikkate alarak bugün köşemde bilgiyi irfan ve hikmetle yoğurarak aktaran ve öğrencinin zihinsel kapasitesinin farkına varmasını sağlayan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi Müfit Selim Saruhan hocamızın kaleme aldığı Var Ol-Var Oluş Yolculuğu (Fecir Yay, Ankara, 2020) adlı eseri ile tanıştırmak istiyorum. 

Müfit Selim Saruhan’ın Var Ol eseri, fakültede ders veren yaşlı bir hocanın satın aldığı bir kitabın etkisi ile çıktığı içsel yolculuğunu ve hayatında yaptığı köklü değişimi içeriyor. Bilimsel özellikler taşıyan eserlerin sadece aklımıza hitap ettiğini düşünür ve klasik bir yöntemle kaleme alınabileceğine inanırız. Müfit Selim Saruhan, Var Ol adlı eseriyle bu yargıyı yıkıyor ve bilgi ve birikimlerini bir hocanın kendini keşif yolculuğunu içeren hikâyesi ile bütünleştirerek hem zihnimize hem de duygu dünyamıza hitap ediyor. 

BİR KİTAP BİR İNSANI DEĞİŞTİRİR

Müfit Selim Saruhan’ın kaleme aldığı Var Ol–Var Oluş Yolcuğu adlı eserin kahramanı olan Yaşlı Hoca kitapçıda Abdulkadir Geylani’nin (ö. 1166) el Fethu’r Rabbani adlı eserine rastlar ve eserin hayatına katkı sağlamayacağını düşünüp almak istemez fakat sayfalarını karıştırırken beklemediği bir durumla karşılaşır ve A. Geylani’nin bütün önyargılarını sarsıntıya uğratan ve iç dünyasında bir kıpırtıya dönüşen ifadeleri ile karşılaşır ve kitabı satın alır. İçerideki bilgiler, felsefe tarihinde öğrettiği birçok fikirle çağrışımlar yapmaktadır.

Yaşlı Hoca okuduğu kitapla birlikte adeta yeniden doğar ve farklı coğrafyalarda, farklı şartlar altında yaşayan insanları düşünür, ilahi adaletin kuşatıcılığını tefekkür eder ve ruhunun derinliklerinde büyük bir hazine ile karşılaşır. Duygularını yeniden tanımlar, korku, umut ve alışkanlıkların insanın eylemlerinin kaynağı olduğunu kavrar. Kendisine, topluma ve içsel donanımlarına ulaşımı zorlaştıran duvarların yıkılması için soru sormaktan kaçınmamak gerektiğine inanır ve insanın kendini sorularla keşfedebileceğini düşünür. Öğrencilerine, “Ben sizlere cevap bulmaya gelmedim, doğru sorular sormayı öğrenirseniz kendi cevaplarınızı bulursunuz, içselleştirdiğiniz hazır cevaplar kısa süre sonra sizi terk edecektir” der ve onları soru sormaya teşvik eder.

Düşünce ve dinler tarihinde yolculuğa çıkarak ortak kesitler sunar. Hz Adem ve Havva’nın yasak meyve ile imtihanını düşünür,  hastalık, ölüm, yaşlılık gibi durumlarla karşılaşmaması için saraya kapatılan ve bütün duvarları yıkarak halka karışan ve korkularıyla yüzleşen Buda’yı anlamaya çalışır. Peygamberlerin davetini reddedip ördükleri duvarlara ısrarla tutunan bilinçsiz kitleleri düşünür, özgürleşmenin alışılmış, kutsanmış tabulaştırılmış tüm duvarları yıkarak gerçekleşebileceğine inanır ve bunu Kur’an’ın ifadesi ile sarp yokuşu aşmak ifadesi ile açıklar.

Eflatun’un mağara metaforunu, İbni Sina’nın kuş risalesini kafese, mağaraya sığmayıp bütün barikatları aşarak özgürleşen ruhları düşünür ve bu insanların kutlu mücadelelerini anlamaya çalışır.

Yaşlı Hoca bu yolculuğunda varoluşu tüm gerçekliği ile duyumsamak için, mezarlıkları, hastaneyi, göl kenarlarını ziyaret eder ve hayatı, ömrü, ölümü anlamlı kılan zenginliklerin farkına varır. Nefis terbiyesinin geleneğimizde olduğu gibi insanın kendine eziyet vermesi olmadığı, buradaki hedefin sınır tanımayan öfke ve arzuların aklın kontrolünde terbiye edilmesi olduğunu fark eder.

Kitapla birlikte çıktığı yolculuk Yaşlı Hoca’yı tarihin derinliklerine götürür. “Ölüm bizi gerçek vatanımıza götürecek bir gemidir” diyen Kindi’yi (ö. 873) ölümün insanı şimdiki hayatından daha güzel olana taşıyacağını ve dünyanın bu hayata hazırlanmak için bir imkân olduğunu hatırlatan Ebu Bekir Razi’yi (ö. 925), insanın ölümden korkmasının nedenini cahilliğe bağlayan İbni Miskeveyh’i (ö. 1037), “Ölüm yok oluş değil bir âleme geçiştir” diyen İbni Sina’yı, ölüm sonrası hayatı hürriyete benzeten Mevlana’yı, “Ecel rüzgârı ariflere gül bahçesinden esip gelen rüzgâr gibi latif ve hoştur” diyen Yunus Emre’yi düşünür ve filozofların ve mutasavvıfların bu konuyla çok fazla meşgul olduklarını ve ölümü noksanlıktan kurtuluş olarak değerlendirdiklerini görür.

Yaşlı Hoca uzletin hayattan çekilmek değil aksine hayata aktif olarak katılmak olduğunu, İslam’ın bireyselliği değil toplumsallığı merkeze aldığını ülfet ve aksiyonu öne çıkardığını görür. Nitekim insanın toplumsallaşma ihtiyacı vardır ve topluma bilgi ve birikimleri ile katılmak zorundadır. Medine’nin oluşumunu ihtiyaçla ilişkilendiren ve mutluluğun temelinde sosyalleşme ve paylaşmanın olduğunu savunan Farabi’yi (ö. 950) ve İbn Miskeveyh’i hatırlar.

Var Ol adlı eserin kahramanı olan Yaşlı Hoca, A. Geylani’ye ait olan kitabını okurken bir anlamda düşünce tarihinde çağrışımlarla dolu bir yolculuğa çıkar.