1980 yılından sonra çeşitli dönemlerde Avrupa Birliği aşkına çıkarılan yasalar, sürekli olarak mazbut aile hayatını yıkmayı hedef almış ve Avrupa’nın kendi nesillerini de yok edip geleceğini karartan yıkıcı ve çirkef kanunları Türkiye’ye taşınmıştır. Nihayet 2011’de imzalanan İstanbul sözleşmesi ve ardından 2012 yılında çıkarılan 6284 sayılı kanunla bu iş çığırından çıkarılmıştır. Bu her iki düzenlemede her şeyden önce yaratılış gerçeği ile çelişmekte ve ilahi kanunlarla savaşmaktadır. Ayrıca da Peygamber müjdesi ve 469 yıllık Osmanlı Hilafet merkezi İstanbul adı bu sözleşme ile kirletilmiştir.
İslam; insanı kadın ve erkek olarak iki ayrı cins olarak yaratıldığını bildirirken bu yasalar toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında bu gerçeği inkara kalkışmakta ve erkeği kadınlaşmaya ve kadını da erkekleşmeye teşvik etmektedir. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” (Hucurat, 13) “Resûlullah, (S.A.V.) kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti.” (Buhârî, Libâs 62)
İslam; cinsel arzuların nikah yapılmadan giderilmesini yasaklayıp, zinanın her türünü haram kılmış, zinaya götüren bütün yoları kapatmış ve zinanın yaygınlaşmasını milletlerin helak sebebi saymışken, çıkarılan bu kanunlar zinayı teşvik etmekte ve evliliği zora sokup engellemektedir. 2011’den sonraki evlenme ve boşanma arasındaki değişim ve evlenme yaşının giderek daha üst yaşlara ertelenmesi bunun en açık göstergesidir. “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra Suresi, ayet, 32)
İslam; lutiliği çirkef ve lanetlik bir fiil sayıp milletlerin yok oluşunu sağlayan adi bir suç saymıştır. Kur’an’da, Lût kavminin livâtanın yaygınlık kazandığı ilk toplum olduğuna atıfla onların, bu çirkin fiili işlemeleri ve peygamberleri Hz. Lût’un kendilerini bu işten alıkoymaya yönelik uyarı ve öğütlerine kulak vermeyişleri sebebiyle helâk edildiği anlatılmıştır. (Bkz. A‘râf, 80-84; Hûd, 78-83; Enbiyâ, 74; Şuarâ, 161-175; Neml, 54; Ankebût, 28-35) Ancak mevcut yasalar bu çirkefliği tümüyle serbest bırakmakla kalmamakta, ayrıca da bunlara dernek kurma ve bu çirkefliği normal bir işmiş gibi yayma hürriyeti tanımaktadır. %99’u Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede bu türden kanunların çıkarılabiliyor olması ne acı bir durumdur!
İslam; ailenin reisi olarak kocayı tayin etmişken bu yasalar, aileyi başsız bırakmakta ve her bir aile bireyine birbiri aleyhine şikâyet hakkı tanımakta ve bunda hiç bir kanıt aranmamaktadır. Mesela babanın, kendi evinde ahlaksızlık yapan kızına müdahalede bulunmasını dahi suç saymaktadır. Dolayısıyla babanın otoritesi beş paralık edilmekte ve aile bireyleri dış müdahalelerine ve kötü niyetli insanların saldırılarına açık hale getirilmektedir.
İslam, karı ve kocanın kazançlarını her biri için ayrı ayı mülkiyet hakkı tanırken, mevcut yasalar birbirine karıştırmakta ve birbirine ortak yapmaktadır.
İslam, evlilik kurumunun meveddet ve sevgi üzerine inşa edilip yine bu temel üzere devam etmesini emrederken mevcut yasalar evliliği adeta bir şirket ortaklığı gibi görmekte ve her iki tarafın da birbirini rakip görmesini sağlamaktadır. “Sükûnet bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda meveddet ve merhamet peydâ etmesi Allah’ın delillerinden / mûcizelerindendir.” (Rum, 21) “Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz. Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz. Onlar hakkında Allah’tan korkunuz!” (Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)
İslam, evliliği kolaylaştırdığı gibi, anlaşmazlık halinde birbirini incitmeden boşanmanın yollarını da kolaylaştırmaktadır. Ancak mevcut yasalar ise kadın istemedikçe boşanmayı adeta imkânsız kılmaktadır. Bunun için de koca, sadece üç ay evli kaldığı ve boşandığı eski hanımına on yıl nafaka ödeme mecburiyetinde kalmaktadır. Bu da kocayı madden ve manen yıkıma uğratmakta, onun yeni bir aile yuvası kurmasını imkansız hale getirmektedir.
Bu Batı menşeli kanunların menfi tesiri her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Nitekim 6284 sayılı kanunla ilgili olarak iktidar tarafından Şeref Malkoç şu itirafta bulunmuştur: “Eşler tartıştığında kadın, karakola telefon açıp şikâyette bulunduğunda koca evden uzaklaştırma alıyor. Bu da öfkeyi ve kadına şiddeti körüklüyor. Biz eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız.” Evet, aynen dediği gibi olmaktadır.
İktidar kanadından ardı ardına “yanlış yaptık” açıklamaları gelmesine rağmen bu yanlışı düzeltmek için hiçbir kıpırdanma olmamaktadır. Son olarak eski AKP milletvekili M. Metiner, “İstanbul Sözleşmesi’ni Ahmet Davutoğlu Genel Başkanımız/Başbakanımız iken bizim partimiz Meclis’e getirdi. Diğer partilerin tümünün onayıyla Meclis’ten geçti. Kendi adıma itirafta bulunuyorum, yanlış yaptık” açıklamasını yaptı.
Evet, neresinden bakarsanız bakın Avrupa Birliği’nin destek ve teşviki ile mevcut iktidar döneminde çıkarılan bu yasalar bir taraftan iffeti ortadan kaldırmakta ve aile kurumunu yok ederken diğer taraftan da zina ve lûtilik gibi bütün semavi kitapların lanetlediği adi suçlardan camilerde dahi bahsedilmesine karşı çıkmaya cevaz ve cesaret vermektedir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı dahi Cuma hutbesinde Kur’an’ın çirkef ve aşağılık bir fiil olarak nitelediği lûtiliği eleştirmesinin suç sayılması için mevcut kanunlar dayanak yapılarak suç duyurusunda bulunulmuştur. İşte işin vehameti. Ahlaksızlığı yaymak suç değil ama ahlaklı olmaya çağrı yapmak nerede ise suç haline gelmiş durumdadır.
Bugün geldiğimiz nokta tam da şairin dediği gibidir. “Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım / Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım.”
Sonsözü İmam Gazali’ye bırakalım: “Ne mutlu o kimseye ki ölünce günah defteri kapanır. Ama öyleleri vardır ki günahları arkasından iki bin yıl boyunca yazılmaya devam eder.”