MÜSLÜMANLARI sevmek imandandır. İmanın göstergesi sevgi, sevginin göstergesi/pratiği ise ona karşı adil ve merhametli olmasıdır. Dinin sahibi Allah’tır (C.C.) ve o Rab, “Onlar birbirleri arasında merhametlidirler” kuralını Kur’an’da ifade eder. Ve yürüyen Kur’an olan Hz. Peygamber “merhamet ve adaleti” apaçık bir şekilde 23 yıl boyunca Müslümanlar arasında; Mekke’de ve Medine’de ortaya koymuş, bağlılarına göstermiştir.
Allah ve Resulünün dinin esaslarından biri olarak sunduğu “merhamet ve adalet” ilkesi; Müslümanlar arasındaki bağlayıcılığı bir örümcek ağının kuvvetinde midir! Yani en ufak nefsi, şeytani, dünyevi çıkar ya da bakış açısı farklılığı karşısında yırtılacak, delinebilecek ve bozulacak kadar bir değer midir; merhamet ve adalet.
Mutlak ve muhkem olan nas ve haberlerin dışında her ayet ve hadis içtihada dolayısıyla yoruma açıktır. Her içtihatta ise az ya da çok zan vardır. Zannın bulunduğu her hüküm veya yorum/yaklaşımda ise yüzde bir oranında olsa dahi yanlış ihtimali söz konusudur. Üstelik içtihat, ehlinin işidir. Herkesin her konuda kendisini/toplumu sorumluluk altına sokacak söz ve eylemlerden kaçınması yine İslam’ın bağlılarından talep ettiği bir davranış biçimidir. Bu açıdan kişilerin diğer bir ifade ile Müslümanların bulundukları siyasi parti, mezhep, tarikat ve cemaatleri ekseninden hareketle ürettikleri düşünce ve davranış biçimlerini “mutlak” doğru kabul ederek; kendi kulvarında bulunmayan Müslümanların imanını ve İslam’ını ölçer bir rol üstlenmesi asla doğru olmayacaktır.
Ehl-i Sünnet’in edille-i şeriyye olarak kabul ettiği “Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas” değerlerini kendilerine değer atfedenlerin; zan, yalan haber, fasıkların sözleri, münafıkların ve ajanların kışkırtmaları çerçevesinde birbirlerine karşı düşman çadırları oluşturmaları; bu dinin, tarihin ve sosyolojinin kabul edemeyeceği bir durumdur.
Müslümanlar tarih okumalı. Mekke’nin fethini -ki gizli tutulması gerekiyordu-müşriklere bir mektupla bildirmek isteyen; Hatip b. Belta (R.A.) karşı Hz. Peygamber nasıl davrandı! Son nebinin açık emrine rağmen Uhud’da okçular tepesini terk eden ve Müslümanların aleyhine ciddi sonuçlar ortaya çıkaran; o okçular hakkında Resulûllahın hükmü ne idi! Ve İslam hukukçuları bu iki olayın failleri hakkında neler söylemişlerdir!
Bu imani, İslami, sosyolojik ve tarihi gerçeklerden hareketle şimdiki Müslümanlar kendi durdukları yerde durmayanları nereye oturtmaktadırlar! Üstelik at izinin it izine karıştığı; belki de tarihte olmayan fitne toz bulutlarının kalp ve baş gözünün görmesine izin vermediği bu ortamda; merhamet ve adalet çizgisinin neresinde bulunmaktadırlar! Güncel kelami, felsefi ve siyasi olaylar her zaman için imani boyutu taşımazlar ancak yerel/küresel ümmetin bir sorunu niteliğini taşıyabilirler. Mahallesindeki sorunların üstesinden gelemeyenlerin, ümmetin sorunlarını çözüme kavuşturmaları mümkün olabilir mi! Gerçekçi olmak lazım.
Müslümanların birbirlerine tahammülü imanının bir işaretidir. Onların nerde, nasıl duracaklarını ve kardeşlik çerçevesini İslam belirler; içerisinde bulundukları oluşumları değil.