İman, nifak ve tekfir

Abone Ol

Bu yazımızda güncelliğini hâlâ korumakla birlikte

gereğinden fazla abartılan ve zaman zaman da amacından saptırılarak kullanılan

iman tartışmaları ve tekfir meselesi üzerine birkaç kelam etmek istiyoruz:

1. İman kalp ile tasdik ve dil ile ikrar ile tamam olur.

Nesefî akaidinde koyulmuş olan en temel kaide budur. Fakat tam bir ayrıntıyı

atlamamak gerekiyor. Biz sadece kendi kalbimizi bilebiliriz. Oysa bir başkasını

kalbi ile değil dil ile söylediklerine ve davranışlarına göre

değerlendirebiliriz. Örneğin bir kimse, kalbinde iman olduğu halde dil ile bunu

ifade etmiyor ve davranış ile de bunun gereğini yapmıyor ise; biz bu kişinin

imanına şahitlikten mesul değiliz. Böyle bir kimse ahrette; imanını izhar

etmediği için hesap verecektir. Diğer taraftan kalbinde iman olmadığı halde

dili ile Müslüman olduğunu söyleyen veya davranış ile İslam dininin gereklerini

yerine getiren kimseye; bizim sen Müslüman değilsin deme hakkımız yoktur.

Zira böyle bir davranış suiistimale açık olduğundan Efendimiz SAV tarafından,

münafıkların dışlanması yasaklanmıştır.

2. Kalbinde zerre kadar iman olan kişi günahkâr da olsa

eninde sonunda cennete gidecek ve şefaate nail olacaktır. Fakat buradaki zerre;

kalbimiz temiz , biz de az çok Müslümanız , Müslüman doğduk , anne babamız

şöyle iyi adamdı gibi sözlerle ifade edilen anlamda değildir. Nesefî akaidi

dikkate alındığında (ki en temel ve sade metin olması anlamında onu tercih

ediyoruz) iman bir bütündür. İman konularına dâhil olan şeylerden herhangi

birini inkar etmek; kişiyi iman dairesine çıkarmaktadır. Buna göre iman

konularına; amentü esasları yani imanın altı şartı, İslam dinini ve Kur an-ı

Kerim i tüm emir ve yasakları ile kabul etmek, Peygamber Efendimizin ve tüm

peygamberlerin peygamberliğini kabul etmek, farzı farz haramı haram helali

helal kabul etmek, Allah ın emir ve yasaklarından razı olmak, haramları ve

farzları küçümsememek gibi konular dâhildir. Bu durumda; iman şartlarından

birini kabul etmemek, farzları inkâr etmek, haramlara helal, helalleri haram

demek, işlediği günahın veya terk ettiği farzın basit bir şey olduğunu

savunmak, (haşa) ben Müslüman değilim başka bir mezhep veya dinim demek gibi

söz ve davranışlar; kişinin kalbinde iman olmasında engeldir.  İmana aykırı bu işleri açıktan yapan kişiler

mümin olarak kabul edilemez. Fakat diğer taraftan söz ve davranışla imanın bu

konularını kabul ettiğini söylediği halde bazı hataları olan kişi de asla

tekfir edilemez. Ama namaz kılmamak, cihadı terk etmek, Müslümanlara düşmanlık

etmek ve yalan söylemek gibi bazı büyük günahlar; kişiyi iman dairesi dışına

çıkarmasa da münafıklık alameti olarak kabul edilmiştir.

3. Ehli kıble tekfir edilemez. Yani şeklen veya sözlü

olarak yukarda sayılan imanı gösteren halleri taşıyan kişiye; gayri müslim

muamelesi yapılamaz. Münafık ya da bidat ehli de olsa iman konularına dair

hükümleri kabul eden herhangi bir kimse, Allah ve Resulü tarafından

Müslümanlara tanınan tüm haklara sahiptir. Mümin kimselere karşı savaşılmaz

(te dip ve hadler hariç), bunlar gayri Müslimlere teslim edilemez, Müslümanlara

karşı gayri müslimlerle ittifak kurulamaz, Müslümanların malları ganimet

alınamaz, kendileri ve aileleri de esir edilemezler.

4.Kalbinde iman olanlara karşı kin tutmak ve beddua etmek

gibi düşmanca davranışlar da helal değildir. Mümin, Allah ın dostudur ve Allah

Teâlâ, dostunu savunur/kıskanır/kollar. Bu yüzden mümine yardım edene Mevlâ da

yardım eder. Mümine düşman olana Allah savaş ilan eder. Müminin ayıbını

örteninin kıyamet günü günahları gizlenir ve silinir. Müminin ayıplarını

araştıranı Allah Teâlâ rezil eder. Kalbinde iman olan kimseye edilen beddua da

iyi dua da sahibine geri döner. Bu yüzden bize zararı dokunuyor ya da bazı

davranışlarını sevmiyoruz diye insanlara düşmanca davranışta bulunurken dikkat

etmemiz gerekiyor. Zira kalbinde iman bulunan kişilere karşı yapılmış her

hareket; bizim hem dünyada hem de ahirette aleyhimize olacaktır.

5. Bizler, kirâmen kâtibin değiliz yani kimin iyi kimin

kötü olduğunu araştırmak gibi bir görevimiz yoktur. Ümmetin bazı kritik işleri

de ehil kimselere alimlere ve idarecilere verilmiştir. Bunun haricinde

müminlere düşen kimin mümin olup olmadığına karara vermek değil; tebliğ ve

nasihattir. Gerçek anlamda kimin mümin olup kimin olmadığına mahşer günü karar

verilecektir. Şeklen Müslümanlık şartlarını taşıyan kişilerin cenazesine

katılmak ve haklarında iyi yani mümin olduklarına dair şahitlik yapmak müminin

vazifesi ve hakkıdır.