İmamız dediler, kurşun döktüler sıradaki sırları ne?

Abone Ol

“Hiç bu kadar evliya yetişmemiştir. (…….) Hapisanelerle ilgili olarak bu süreçte aldığımız mektuplar ve bilgiler, meselenin gerçekten böyle olduğunu gösteriyor.”

İnternet sitelerinde dolaşan bu satırlar Amerika’dan gelmiş “Haber” olarak.

Yazılan yer ABD’nin Fetölüvanya eyaleti, yazdıran malum hain, yazan pazarlamacı kalemi A. Aymaz imiş.

“Hiç bu kadar evliya yetişmemiştir.”

“Name”lerine başlık yapılan bu cümleden kasıt, yer yüzüdür; geçmişi ve bugünü ile….

Geçmiş zamanların tüm evliyalarının sayılarını ve nerelerde, nasıl yetiştiklerini biliyorlar ve günümüzle kıyaslıyorlar. Evliyaların kayıt defteri katipleri…

“Hiç bu kadar…”

Öyleyse nasıl yaşadılar az evliya ile, o geçmişlerde ömür tüketenler? İlgilenmediler mi, ihtiyaç mı hissetmediler?

Bu suçlamanın adı, aynı dinde olduklarını söyledikleri insanlara “reddi miras” yaptırmaktır.

Tarihlerini bir ABD eyaletinden başlatarak, haçlı mütecavizlere uygun hale getirmeye çabalamaktır.

“Hapishanelerle ilgili olarak…” yapılıyor bu iddia! Kaynak gösterilen yer hapishaneler…

Fakat kendileri olanı biteni oradan gördüklerinden, gözlediklerinden bir derece, bir kıdem, bir rütbe daha üstte olmalılar en azından. Kirlettikleri ABD eyaleti bizim hapishanelerimizden dolayısıyla daha kutsalmış.

İktidarın dağıtma memuru kalemler; yanlış anlaşılmasın hak edilenleri dağıtma memuru dedik; şimdi kalkıp, icraatlarımızı ta Amerikalardan övenler var. Evliya yetiştiriyor muşuz; dindar gençlik ne ki… Gibi hazır kalıp çivili yazılar döktürürlerse köşelerinde, bundan bize ne? Konumuz onlar değil… Otursunlar da neden böyle övülür olduklarına yansınlar.

Ya da,

“…..aldığımız mektuplar ve bilgiler…” vurgulamasını özellikle yaparak istihbarat savaşında önde olduklarını ilan edenlerin kulaklarını ve antenlerini kesmeliler. Bu hatırlatmayı, sevgiyi bizde arasınlar diye yaptığımızı da bilsinler üstelik.

“….aldığımız mektuplar ve bilgiler, meselenin gerçekten böyle olduğunu gösteriyor.”

Bir istihbarat teşkilatımız olsa. Bir kısım çalışanlarına şöyle bir görev verse: Fetölüvanya eyaletindekilere istediklerini veriniz!

O görevliler de otursalar, mektuplar yazsalar, bilgiler gönderseler korunan posta kuşlarıyla… Kendilerinin de uçabildiklerini, ama uçmalarını şimdilik posta kuşlarının ardına sakladıklarını… Bulundukları yeri tercihlerinin rüyalara müptelalıktan kaynaklandığını… Viran olası hanedeki evlad-ü ıyal’i çoktan unuttuklarını… Paket paket gönderseler saat başı kalkan kargo uçaklarıyla, himmet kolilerinin içinde…

Biz böyle hayaller kurup mesela diyoruz ama, Fetölüvanyalıların da istediklerine aracı kılınmaktan az da olsa payımıza bir şeyler düştüğünü biliyoruz. Medyacılık zor zanaattır.

“Efendimiz (s.a.s) rüyalara giriyor, aşikare görenler de var.”

Hapishanelerimizin konforunun itirafını, fark edebilirlerse iktidarın katipleri yazsınlar; birbirleri üzerinden “sol” medyaya malzeme olmanın, ünlü olmakla eş değer olmadıklarını anladıklarında…

Lakin biz yine de onlara okuduklarımızdan aktaralım istiyoruz. Bugün okumayanlar çocuk oldukları yıllarda yahut yeniden deyip mücadeleye soyunduklarında mı okumuş olacaklardı.

12 Eylül hapishanelerinde kalmış bir “solcu” anlatmıştı, aktüel bir haber dergisine: “Hapishanede rüya görüyordum. Yahut siz başka bir şey deyin adına. Artık ne veriyorlarsa bana… Annem geliyordu yanıma elbisesiz olarak… Aylar önce ölmüş annem…”

Ne istemişlerse almışlarımızın gördüklerini söylediklerine inanıp, Avrupa lobicilerine, bakın, evlerinde yaşayamadıklarını, hapishanelerimizde yaşatıyoruz, belgesini vermesine bir iktidarın, kim itiraz edebilir ki? Üstelik onlarda 12 Eylül manzaralarından çok varken…. Ki biz birini hatırlattık misal olsun diye…

Bu yazdıklarımızdan iktidar cephesine çalışmak çıksa da aracı kılınmak ifademizi unutmadık.

Dediklerini aynen alıntıladık. Okunacak, duyulacak ve önce baskı uygulayacaklar kendi kendilerine. Diyecekler ki: Ben neden göremedim? Ben niye hâlâ göremiyorum böyle rüyaları… Aynı hapishane, aynı koğuşlar, üstelik suçlarımız ve boylarımızda aynı iken…

Sonra bir hesaplaşma mücadelesi de başlayabilir, her koğuşun kendi içinde. Biri çıkar der ki: Burada imam benim. Rüyayı başkası görüyor. Üstünlüğünüz nerde?

Solcu romancılarımızın, cinayetleriyle övünen kahramanları bugün de yaşıyor olabilirler ama, onları bir susturan vardır.

Uçaktan bomba atarak çok insan öldürmüş olabilirsiniz. Lakin size imamınız olarak o emri ben vermedim mi? Herkes rüyasında dahi haddini bilecek…

Baskı dediğimiz bu kadar mı? Hayır, dışarıdan paketlenmiş olarak gelenleri de olacak.

“Sen neden öyle rüya görmüyorsun? Onların abisi olarak önce senin görmen gerekmez mi? Konuya komşuya ne anlatacağız, gene mi çamaşır getirdiniz dediklerinde…”

“Aşikare görenler de var.” reklamcılıklarıyla ilgilenecek olan tıbbiyenin psikiyatr dalıdır. Bu konuda yazmayacağız.

“Sahabeleri, ezvac-ı tahiratı görenler de var” iddialarına ise cevap mevkiinin, suskunluğunu ancak şimdi itiraf edebilen diyanet teşkilatımız olduğunu yazmamız yetsin gayri.

HESAPCILIK MI KASAPCILIK MI

Kılıçdaroğlu, “Mezara saldıran kişiyle fotoğraf çektirdiğin için istifa etmelisin” demiş, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya.

Müdafileri ateş püskürüyorlar. “Cumhuriyet tarihinin en başarılı İçişleri Bakanı…” olduğu iddiasında tutuşturarak kendilerini…

“En başarılı İçişleri bakanı…”

Efsaneleştirilen bir Dr. Faruk Sükan vardı.

Kim hatırlar onu? Ve onun “Komünistlerin nefes alışlarını dahi takip ediyoruz” demesini…

Üstelik o sınıfladıkları, bugün Atatürkçülükte çoktan geçtiler Sükan’ı.

Her İçişleri Bakanını “Başarılı” saymak mümkün. Fakat ölçü ayrı ayrıdır. Bir “Artist” evinde baskına uğrayanı da “Başarılı” saymadı mı partisi?

Şunu demek istiyoruz önce, konu ettiğimiz o müdafi medyacılara: Siz o İçişleri Bakanı’nı gittiği her yerde en çok toplu resim çektiren, en çok “Selfie” çektiren, en çok hayranlı bakan görüntüsüyle yazarsanız, haber yaparsanız, gelinen bu nokta, nokta atışı yapılmaya en müsait duruş olmaz mı?

Yoksa sizin derdiniz karavanacı Kılıçdaroğlu’na nişancılık payesi mi vermek?

Müdafaanamelerine bir bakın ve bana katılın ey okuyucularım.

“Sen, Okmeydanı’nda kahvehaneyi silahla basıp milleti ‘Hayır oyu vereceksiniz” diye tehdit eden teröristle birlikte çektirdiğin fotoğrafın hesabını verdin mi?

Kılıçdaroğlu’na soruyorlar bu soruyu, İçişleri Bakanı Soylu’nun medyadaki Soylu savunanlarından biri.

Bir terörist kahvehaneyi silahla basıyor ve birtakım isteklerde bulunuyor.

Kılıçdaroğlu o kahvede mi oturuyormuş yoksa sokağından mı geçiyormuş ki hemen varıp bir fotoğraf çektirmiş?

O terörist terörist ise ve yaptığı suç ise neden İçişleri Bakanlığına bağlı teşkilatlar müdahalede bulunmamış. Kılıçdaroğlu’nu mu beklemişler. Gelsin bir fotoğraf çektirsin, sonra kullanırız hesabı…

Avukatlar müvekkillerini, başkalarının daha önce işlemiş olduğu suçları sayıp dökerek mi savunurlar?

Rusya’nın Demir Perde diye tanımlandığı zamanlarda bir fıkra sıkça anlatılırdı. Moskova’ya tayin olmuş bir diplomat Amerikalıyı, meslektaşı gezdiriyormuş.

-Burası Metro istasyonumuzdur. Burada her şey dakiktir. Saniye şaşmaz. Bakın levhada ne yazıyor: Treninin 5 dakika sonra geleceği, değil mi? Lütfen saatinizi kontrol edin. Anlattıklarıma gözlerinizle tanık olun.

5 dakika, 10 dakika, yarım saat… Tren hâlâ gelmemiş. Sıkıntıdaki Rus diplomat çareyi karşı suçlama yapmakta buluyor.

-Siz de Kızılderilileri kesmiştiniz ama…

Kılıçdaroğlu’na soruları çok. Biz iki adedini yazalım buraya.

“Sen, savcı Selim Kiraz’ı makamında öldüren teröristleri, ‘Masum Çocuklar’ diye aklamanın hesabını verdin mi?”

“Sen, daha iki ay önce yanından eksik olmayan FETÖ’cü danışmanınla avukatının hesabını verebildin mi?”

Hesap veremeyen bir muhalefet lideri, en çok kimin işine yarar?

Hesap veremeyen bir muhalefet lideri, iktidar mensuplarına mazeret olabilir mi?

Bir muhalefet liderinin hesap verememesi onun yeterliliğini sorgulatıyorsa, hesap vermemesi de hesap isteyeceklerin yeterliliğini sorgulatmaz mı?

Meselemiz Kılıçdaroğlu değilse, ondan ve diğer hesap isteneceklerden hesap alınması taraftarı isek, biz savunucuları işte böyle sorgularız.

Zira savunmacı kalemlerinden belli olur bir iktidar.

Bu cümleyi ara sıra kullanmayı severim.

Ünlü bir şairimizin bir kadını anlattığı şiirindeki bir mısraının uyarlanmışı sayın.

İşte o şair, ziyaretine gelen çok ünlü bir emekli bürokratın birlikte resim çektirme isteğini geri çevirmiştir. Olayın tanıklarından duydum. Taşıdığı kadrolu elemanlarından biri son model cep telefonunu eline aldığında, masaya vurmuş, hayır diyerek…

Fotoğraf çektirme, resim verme merakı konu olunca, hatırladım işte. İsteyen bir ilgi kursun diye…

GÜLÜVER EFELER ÜLKESİNDE

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son atamaları Şaban Dişli ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş siyaset kulislerinde en çok konuşulan isimlermiş.

Herkesin kafasında neden bunlar sorusu varmış. Geçmişlerindeki FETÖ yakınlıklarını gündeme getirenlerin sayısı da çok fazla imiş.

Abdullah Gül’e yakın bir kalemin yazdıklarından çıkardım bu yorumu. Bakalım ucu, göz önünde olmaları istendiğinden atandılar kanısına da varacak mı?

Gül’ün İngiltere ağırlıklı dış gezilerini yazıyorlar bu arada. Evine gelen ziyaretçilerin yan sokaklara kadar kuyruk oluşturduğunu da…

Twitter mesajlarından da haliyle haberimiz oluyor. Çok sertleşecekmiş Sayın Gül, öyle diyorlar.

Burada maksadımız Demirel mantığı yürütmek değil. Gül, önceleri ne yapmışta, bundan sonra ne yapacakmış? Gibi bir pasifleştirme havası yaymak onlara vazifedir.

Biz Gül’ün twitine bakarız.

“Gündemde olan sınav sistemi değişikliğinin çok boyutlu bir çalışma ile yapılmasını ve özellikle fırsat eşitliği ilkesini korumasını umuyorum.”

Benim zamanımda “çok boyutlu bir çalışma” ile yapmıştık, diyor. “Fırsat eşitliği ilkesini korumuştuk” diyor.

Dahası, Sayın Gül, yaptığı yol göstermeyi “umuyorum” diye bağlarken, partidaşlarına ve bürokratlara, siz de benim bir daha geleceğimi umunuz, mesajı veriyor.

TEOG’un kaldırılacağını neden ilgili bakan açıklamadı, sorusundan sonra ortalığa yayılan ve bizim de onlardan öğrenip yukarıda izaha çalıştığımız AKP’nin problemlerini, daha açık ve geçmişte yaşanmış bir örnekle canlandıralım.

Çakırcalı, neden zevk aldığını, köylülerine gösterir de başka zevk sahipleri gösteremez mi? Ki onların hacıları birkaç defa hacıdır hem.

Son cümleyi de çok önemsiyorum ben. Burada, eskiler bir daha gelecekler ve biz de o uçaklı güzel günlerimizi bir daha yaşayacağız diye bekleyenlere, kocaman bir “Hayır” cevabı vardır.

“Diğer zeybekler de nişan attılar ve atıcılıktaki yüksek kudretlerini gösterdiler.”

Gösterdiler mi?

Yoksa henüz göstermediler mi?