Bazı insanlar, gücü ele geçirmeyi, iktidar olmayı ve iktidarda kalmayı kendi yeteneklerine hamletmektedir. Bu anlayışa göre, iktidar olmak da, iktidar da kalmak da özel yetenek ve çalışmanın bir sonucudur. Buna göre, bir kişi iktidara gelemiyorsa yahut iktidarda uzun süre kalamıyorsa beceriksizdir.
İktidar olmayı ve iktidarda kalmayı yeteneğine ve çalışmasına borçlu olduğuna inanan muktedir, zamanla iktidarın mutlak sahibinin kendisi olduğuna inanır ve halkını görmezden gelir; halktan uzaklaşır ve hatta halkı küçük görmeye başlar. (Bu küçük görme, doğrudan olacağı gibi dolaylı olarak da olabilir. Kameralar önünde halka şefkatli görünün bir muktedirin halkın fikrine başvurmadan, halkın onaylamadığı kararları alması halkı küçümsemenin dolaylı yoludur).
Bu anlayış sahipleri, aslında iktidara gelmek ve iktidarda kalmanın sadece yetenek ve çalışma sonucu olmadığının farkındadır. Halkı buna inandırmaya çalışsa da aslında dış etkenlerin yardımı olmadan bunun mümkün olmadığını içten içe bilir. İcraatlarıyla da yardım aldığı güçlerle müttefikliğini belli eder, onları kızdıracak hiçbir aksiyonu alamaz.
İktidarını kendi becerilerine, çalışkanlığına, üstün gayretine, usta hamlelerine; yaptığı lobi faaliyetlerine, stratejik hamleleri sonucu oluşturduğu Siyonist desteğe bağlı olduğuna inanan muktedirler aslında yanılırlar. Bu yanılgılarının en önemli göstergesi, iktidarı sağladığına inandığı bütün etkenler, aslında onun yarınını garanti edecek, mutlak ve süresiz iktidara dönüştürecek; hastalığına, ölümüne; hükümran zannettiği toprakların üstünden koparılıp altına transfer edilmesine engel olamayacağının farkında değildir.
Hakikat ise şöyledir:
Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de insanlara iktidarı kendisinin verdiğini, kendisine iktidar nasip olanın da iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak adaleti tesis etmesi gerektiğini şöyle beyan etmektedir: “Onlar, o müminlerdir ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan da alıkoyarlar. Bütün işlerin sonu (kıyamette) Allah’a dönecektir” (Hac Sûresi, 41).
Demek ki, iktidar mutlak şekilde Allah-u Teâlâ tarafından verilmektedir. İktidar, imtihan gereği iyi insanlara da verilebilir, kötü insanlara da. Yetenekli insanlara da verilebilir, yeteneksiz insanlara da. Muktedirin iktidarına bazen Siyonist lobiler vesile olabilir, bazen bilinçli halk kitleleri, bazen inanmış bir avuç insanın gayreti.
Kendisine iktidar verilen kişi, bunu kendi yeteneklerine hamletmemelidir. İktidar nasip olmayan kişi de kendisindeki eksiklikten dolayı mahrumiyet yaşadığını düşünmemelidir. Allah-u Teâlâ’nın imtihan gereği belirlediği kaderi hiç kimse değiştiremez; hiç kimse iktidardaki ömrünü uzatamaz, hiçbir lobi de bu sonucu değiştiremez.
Kur’an-ı Kerim’deki, “Doğrusu onlar, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Şüphesiz zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takva sahiplerinin dostudur” (Casiye, 19) ayeti sadece Allah-u Teâlâ’ya güvenilmesi gerektiğini, aciz lobilerin Allah’tan gelecek bir şeyi engellemeye muktedir olamayacağını belirtir.
Kur’an-ı Kerim’de iyi insanlara iktidar verildiğinden bahsedildiği gibi kötü insanlara da imtihan gereği iktidar verildiğinden bahsedilmektedir.
Hz. Yusuf, Hz. Davud ve Hz. Süleyman aleyhisselâmların iktidarları ile Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Medine başkent olmak üzere 622’de kurduğu İslâm Devleti, 632 tarihine kadar 3 milyon km²’lik büyük bir devlete dönüşmüş ve adaletin merkezi haline gelmiştir. İslâm tarihinin parlak sayfaları iyilerin iktidarlarını kaydetmiştir. En son Büyük Osmanlı Devleti’yle Müslümanların iktidarı adaleti tesis etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de kötülere de iktidarın nasip olduğu Firavun örneğiyle şöyle anlatılmaktadır:
“Firavun, milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Bunları, görmüyor musunuz? Ayrıca ben bu değersiz, neredeyse söylediğini anlatmaktan âciz adamdan daha iyi değil miyim? (O bir peygamber ise) kendisine altın bilezikler indirilse yahut dizi dizi melekler onunla birlikte gelseler ya!
Firavun, milletini küçümsedi ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti. Böylece Bizi öfkelendirince onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk. Onları, sonradan gelecek inkârcılara, geçmiş bir ibret ve bir örnek kıldık” (Zuhruf Sûresi, 51-56).
Burada, Firavun’un iktidarını kendi yeteneklerine hamlettiği, Musa Aleyhisselam’ı aciz gördüğü; iktidarını kendi yeteneklerine ve gücüne hamletmesinin bir sonucu olarak halkını hor ve küçük gördüğünden bahsedilmektedir.
Ayet-i kerimeden anlıyoruz ki, iktidarını tahkim eden Firavun’un halkını sindirmiştir. Bu sindirmenin sonucu olarak halk, haksızlığa ve zulme boyun eğer hale gelmiş, zâlim Firavun yönetimini desteklemiş; Allah-u Teâlâ da halkına zulmeden, küçümseyen, halkını itaat eder hale getirip ahlaksızlaştıran Firavun’a cezasını vermiştir (Zuhruf, 55-56; Bakara, 50; A’râf, 136; Enfâl, 54).
Allah-u Teâlâ, bazen de imtihan gereği zâlimlerden intikam almayı ahiret gününe ertelemektedir. Bu mühlet muktedirleri şımartmamalıdır. Zira, Allah-u Teâlâ, şeytana bile mühlet vermiştir (Hicr, 36-43).