Maddi dünyayı görmek ile hakikati görmek ve idrak etmek
aynı değildir. Hakikate vakıf olmayıp, eşyayı gerçek mahiyetiyle göremeyen
kişi, toprağı, güneşi ve denizi görse de gerçek anlamda kördür. Dünyaya kör
olmakla hakikate kör olmak ayrı şeylerdir. Vicdan gözü körleşen bir kişi,
ışığın altında nefes alıp verir, maddi olarak hayatını sürdürür fakat hayatı
ters yüz olmuştur ve yanlışı doğrudan ayırt edemez. Çünkü hakikate karşı hem
kör hem de sağırdır. Gerçek manada görmek ve idrak etmek insanın fıtrat
sözleşmesine bağlı kalması ile mümkün olur. Bu kişinin, aklı iradesi hayatı ve
uzuvları da Müslüman olmuştur ve insanı da eşyayı da gerçek mahiyeti ile
birlikte görebilir.
Kur an insanın maddi körlüğünü değil manevi körlüğünü
dile getirir ve asıl körlüğün bu olduğuna vurgu yapar. Yani eğer gerçeği
görmekten uzaksanız maddi gözle görüyor olmanız yolunuzu bulmanızda etkili
olamaz. Manevi körlüğe düçar olan bir kişi, ayaklarının kendisini götürdüğü
yöne doğru hareket eder, yiyip içer fakat nerede nasıl davranması ve neye göre
karar vermesi gerektiğini bilmez, çünkü kördür ve gitmekte olduğu yolun sonunu
görememektedir.
Gerçeği görmek ve işitmek maddi gözle görmek ve işitmek
gibi değildir. Eğer bir kişi hakikati göremiyor ve işitemiyorsa Allah onu
görmeyen işitmeyen kimseler olarak tanımlıyor.
Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki akledecek kalpleri
işitecek kulakları olsun En büyük hakikatlerden biri de şudur ki körlük
başlarda olan gözlerin körlüğü değil göğüslerdeki kalplerin körlüğüdür (Hac
süresi 46)
Bireysel ve toplumsal hayatımızda bizi inkişaf ettirecek
olan, maddenin ötesine geçip hikmete ulaşmaktır ki; bu da varlığın mahiyeti
kavramakla mümkün olabilir.
Beşer olmaktan insan olmaya geçememiş kimselerin
kulakları ve gözleri kör nefislerinin işaret ettiği noktaya odaklıdır. Mevlana
bu kimselerin insaniyet makamına erişemediklerine vurgu yapar ve içine
düştükleri durumu şu metaforla açıklar: Öküzün biri ansızın Bağdat a geldi ve
şehri bir baştan öbür başına kadar dolaştı. Fakat gözü yalnız kavun ve karpuz
kabuklarını gördü. Medeniyet merkezi olan Bağdat ın muhteşemliğini göremezdi
çünkü öküzün dünyaya dair gördüğü sadece yemekti Öküzler sadece yola dökülüp
saçılan samanlara çayır çimenlere ya da kenarlara atılmış karpuz ve kavun
kabuklarına düşkündür. Ne yaparlarsa yapsınlar kâinattaki ilahi sanatın
ihtişamını göremezler.
Eğer dünyaya, yiyecek içecek maddelerinin üretildiği bir
mekan olarak bakarsak gördüğümüz sadece karpuz kabuğu olacaktır. Fakat
maksadımız hakikat üzere bir hayat sürmek ise sadece bakmakla kalmaz aynı
zamanda görür ve idrak edebiliriz.