AB ile aramızdaki kan uyuşmazlığı her vesileyle ortaya çıkıyor. Buna rağmen AKPiktidarı AB kanını damarlarımızda dolaştırmakta kararlı. Ama, AB kanı bize şifa değil, zarar verir hatta öldürücü özellikte, onları hiç ilgilendirmiyor. Bu kan uyuşmazlığının ağırlık noktasını ise bizim Müslüman ABülkelerinin Hristiyan oluşu oluşturuyor.
Böyle olunca da Türkiyenin ABye girebilmesinin ana şartı ya topyekün olarak din değiştirmesi ya da din değiştirmese de inandığı dinin İslam olmaktan çıkması, ne olduğu belirsiz bir din haline gelmesi gerekiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin başörtüsü konusunda verdiği bir karar ile dinimizin emirlerinden birisini yaşamamızın mümkün olmayacağı görüldü.
Bu arada Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Rothun son günlerin tartışma konusu haline gelen bazı yerlerde içki içme yasağı uygulaması ile ilgili yaptığı açıklama dikkat çekiciydi. "Türkiyede en önemli konu bireysel özgürlüklerin korunmasıdır" diyen Roth daha sonra şöyle diyordu:
"İçki yasagının Avrupada Türkiyenin İslamileştirilmesi olarak yorumlanması halinde, bundan Türkiyenin AB davası zarar görür."
Türkiyeye bakış o kadar açıkça ortada ki; bir defa hem bireysel özgürlerin korunmasının esas olduğundan söz ediyor ve bu bireysel özgürlüğü herkesin her istediği yerde kafa çekebilmesi olarak algılıyor, öbür yandan ülkemizde başı örtülü kızlarımızın okuma özgürlüğünün kısıtlanmasına kişisel özgürlüğün korunması olarak yaklaşamıyor ve dolayısıyle AİHMnin aldığı kararı kişisel özgürlüklere müdahele olarak görmüyor.
İki cümlelik açıklamada bu birinci çifte standart.
İkincisi ise içki yasağının ardından dini endişelerin çıkmasının sorun yaratacağı yolundaki değerlendirme. Aslında ortada AKP iktadırının aldığı ve uygulamaya çalıştığı bir içki yasağı falan yok. Eğer doğru ise umuma açık içkili mekanların belli yerlerde toplanması öngörülüyormuş. Tartışmalardan bu anlaşılıyor. Aslında içkili yerlere ruhsat verilebilmesi için yıllardan beri bazı şartlar kanun gereği vardı. Söz gelimi okul ve ibadethanelere belli bir mesafeden daha yakın yerlerde içkili yer açılamaz. Yani bu bugünün konusu değil.
Bir başka husus ise Rotha göre içki yasağının altından dini hassasiyetler çıkarsa ABnin buna tahammül etmesi mümkün değilmiş. Ne var ki bu açıklamaya karşılık olarak, birileri çıkıp da, "ABnin tavrı beni ilgilendirmiyor. ABye girmemle dinim arasında bir bağlantı kurulmasını kişisel özgürleklerin yaşanmasına müdahale olarak görüyorum" demiyor/diyemiyor.
Yani Roth ve benzerlerini esas rahatsız eden husus içki içilen yerlerin sınırlandırılmasından çok Türkiyenin İslami hassasiyetlerini koruma gayreti içine girmesidir. Türkiye istediği kadar Hristiyanların hassasiyetini koruyabilir ama, sıra müslümanlığa gelince artık o defteri kapatması gerekiyor. Eğer, ABye girmek istiyorsak buna karşılık bizden istenen açıkça budur. Bunu biz görüyoruz da bu ülkeyi yönetenler görmüyor/göremiyor mu Sanırım görüyorlardır. Ve göre göre, bile bile ABden gelen istekleri yerine getirmenin gayretini sürdürüyorlar..
Peki bu kendi insanı ve değer yargılarına sırt çevirmek değil midir
Siz bu soruya nasıl cevap verirsiniz bilemem ama, bana göre AKP de bu ülkede yıllardan beri sürdürülen başkalaşma çabalarına gönüllü olarak katılmış görünüyor.