BAE ve Bahreyn’in İsrail ile imzaladıkları İbrahim Anlaşması ile başta Arap dünyası olmak üzere İslam dünyası iki ayrı bloka bölünmüştür:
· Anlaşmayı uygun ve güzel bulanlar,
· Anlaşmayı ihanet olarak görenler.
Trump’ın yukarıda verilen açıklamalarına göre '5-6 ülke daha İsrail'le ilişkileri normalleştirme anlaşmalarına katılabilecektir.' Anlaşmanın imzalandığı günlerde bu ülkelerin içinde, Umman, Sudan, Suudi Arabistan’ın olabileceği sıkça seslendirilmiştir.
Ramallah’taki Filistin Ulusal Yönetimi ve Gazze merkezli HAMAS yönetimi, yaptıkları açıklamalarla, İbrahim Anlaşması’nı ‘Filistin davasına ihanet olarak’ ilan etmişlerdir[1]:
“Filistin Dışişleri Bakanlığı: "ABD, İsrail ve BAE'den yapılan İsrail-BAE normalleşme açıklamasının ardından Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın talimatları doğrultusunda, Filistin'in Abu Dabi Büyükelçisi derhal geri çekildi."
“Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi: "İsrail, eğer anlaşmayı, işgalin sona erdirilmesi ve Filistin halkının özgürlük ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurma hakkının iadesinde teşvik edici bir unsur olarak görürse bölge adil barışa doğru ilerleyecektir. Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hale gelecektir."
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi’nin yukarıda verilen konuşmasında, “…Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hale gelecektir" cümlesi bugünlerin öngörüsü olarak değerlendirilmelidir.
Geçmiş yıllarda Arap ülkeleri arasında Filistin sorunu çözülmeden veya bu konuda ciddi adımlar atılmadan İsrail ile ilişkiler kurulmayacağına ilişkin bir mutabakat vardı. Bu mutabakatın bir sonucu olarak Mısır, İsrail’le, 1979 yılında barış anlaşması imzaladığı için ‘Arap Birliği’nden atılmış ve Kahire’de bulunan bu uluslararası örgütün merkezi Tunus’a taşınmıştı’[1]. Çok sonraları Mısır tekrar Arap Birliği’ne alınmıştır.
İsrail, kurulduğu 1948 yılından itibaren, bir taraftan Şer İttifakının (ABD-İsrail- İngiltere- Siyonizm- Avrupa (AB)) desteği ile Filistin topraklarını işgal ederken diğer taraftan çevresindeki Arap ülkelerini savaşın içine çekmiştir. Arap devletleri ile yaklaşık, en az, altı savaş yapmıştır[2]. Filistin’deki yapılan intifadalara karşı da tam bir katliam gerçekleştirmiştir. Bu nedenle İsrail, savaşların sebebi ve suçlusudur; İsrail bir işgalcidir.
İbrahim Anlaşması’nı savunanlar, 1978 (Camp David Anlaşması) ve 1979 yılında (Barış Anlaşması) Mısır ile, 1994 yılında da Ürdün ile yapılan anlaşmalara atıfta bulunarak kendilerini savunmaya çalışmışlardır. Mısır ve Ürdün, geçmişte İsrail ile savaşmışlar ve yenilmişlerdir. Bu yenilginin uzantısında İsrail’in İşgal ettiği toprakları vermek şartıyla, ‘Barış İçin Toprak’ ilkesi kapsamında birer anlaşma yapmışlardır[3]. Ancak aralarındaki soğuk savaş devam etmiş, sivil toplum kuruluşları ve halk düzleminde İsrail ile ilişki kurulmamıştır. Bu açıdan İbrahim Anlaşması’nı imzalayanların geçmişte İsrail’in Mısır ve Ürdün ile yaptıkları anlaşmalara atıfta bulunup onları gerekçe olarak göstermeleri yanlıştır.
‘İbrahim Anlaşması’nı (Abraham Accords)’ imzalayanların hiçbiri, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, İsrail ile hiçbir zaman savaşmamışlardır[4]. Mısır, Ürdün ve Lübnan’ın İsrail ile sınır anlaşmazlığı vardır. Oysa gibi bu ülkelerin İsrail’le herhangi bir sınır anlaşmazlığı veya başka bir ihtilaf yoktur. Herhangi bir sınır anlaşmazlığı olması mümkün de değildir. Çünkü Kudüs ile BAE’nin başkenti arasında 2030 kilometre, Bahreyn’in başkenti ile arasında 1610 kilometre mesafe var [5], [6].
Ayrıca İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılan anlaşma, sadece bir ‘saldırmazlık anlaşması’dır. Oysa BAE ve Bahreyn ile imzalanan anlaşma saldırmazlık anlaşması olmayıp, kültürel, ekonomik, hukuki, siyasi ve teknolojik iş birliği merkezlidir: “Finans ve Yatırım; Sivil Havacılık; Vize ve Konsolosluk Servisleri; İnovasyon, Ticaret ve Ekonomik İlişkiler; Sağlık; Bilim, Teknoloji ve Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı; Turizm, Kültür ve Spor; Enerji; Çevre; Eğitim; Deniz Alanları Düzenlemeleri; Telekomünikasyon ve Posta; Ziraat ve Gıda Güvenliği; Su ve Hukuk Alanında İşbirliği” [1], [2].
BAE’nin İbrahim Anlaşması’nı kabul etmekteki amaçlarından birisi, ABD ile daha yakın ilişki kurarak uzun zamandır istediği ve fakat alamadığı gelişmiş silahları ABD’den satın alma imkânına sahip olmaktır. BAE istediği ‘gelişmiş silahlar arasında F-35 savaş uçakları, Reaper drone’lar ve EA-18G Growler adı verilen düşman ülkenin hava savunma sisteminin sinyalini bozarak gizli saldırı imkânı veren elektronik savaş uçağı da’ bulunmaktadır.[3]
Aksa Tufanı Harekâtı’na kadar, Kurbağa Haşlama Stratejisi çok başarılı bir şekilde yürütülmüştür. Bu kapsamda 1979 yılında İsrail ile yaptığı anlaşmadan dolayı Arap dünyasından Mısır’a konulan tavır, onu Arap Birliği’nden çıkarmak gibi son derece ağır olan bir tepkiydi. Oysa bugün ise İbrahim Anlaşması’nı İsrail ile imzalayarak İsrail’i meşrulaştırdıklarından dolayı BAE ve Bahreyn’e ciddi hiçbir bir tavır konmamıştır.
BAE ve İsrail işbirliği içerisinde, ‘Arap Birliği’nin üyesi olan en az on ülkenin (Yemen, Libya, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin, Sudan, Tunus, Bahreyn ve muhtemelen de Katar(!)) topraklarına askeri saldırılar düzenlemişler, darbeleri desteklemişlerdir[4]. O nedenle BAE’nin İbrahim Anlaşması’nı imzalamış olması, bir sürpriz değildir. İbrahim Anlaşması, BAE ve Bahreyn’in iddia ettiğinin aksine Filistin davasına hiçbir katkı sağlamamıştır. Batı Şeria’daki işgalleri de durdurmamış, durdurmak için de hiçbir atılım, girişim yapmamıştır.
Bunlar Arap dünyasının parçalanmışlığının bir göstergesidir. Dolayısıyla İbrahim Anlaşması’nı imzalayanlar, Şer İttifakı ile tam bir işbirliği içerisine girerek İsrail karşısında bir güç olan Arap Birliği’ni parçalayarak İsrail’in önüne açmışlardır.
İBRAHİM ANLAŞMASI, İSLAM BİRLİĞİNİN PARÇALANMASI GİRİŞİMİDİR
Tehlikeyi zamanında gören İran ve Türkiye, İbrahim Anlaşması’na gerekli tepkiyi zamanında vermişlerdir. BAE ve Bahreyn’i ABD ve Siyonizm ile işbirliği içerisinde, özelde Kudüs, Filistin ve Arap dünyasına, genelde İslam dünyasına ihanet etmekle suçlamışlardır[1], [2],[3]:
“Hamaney: "Birleşik Arap Emirlikleri, hem İslam dünyasına hem Arap ve bölge ülkelerine hem de Filistin'e ihanet etti. Elbette bu ihanet uzun sürmeyecek ancak bu utanç lekesi onların üzerinde kalacaktır. Siyonistlerin bölgeye girişine izin verdiler."
"Bir ülkenin gasbedilmesi meselesi olan Filistin meselesini unuttular ve normalleştirdiler. Filistin halkı her yönden şiddetli baskılara maruz kalıyorken onlar, İsrailliler ve (ABD Başkanı Donald) Trump'ın ailesindeki Yahudi (Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner) Amerikalılarla birlikte İslam dünyasının çıkarları aleyhinde iş yapıyor ve İslam dünyasına zulmediyorlar. Umarım yakında uyanır ve yaptıklarını telafi ederler."
“İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf'ın Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Özel Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan: "BAE'nin, sahte ve suçlu İsrail rejimiyle ilişkileri normalleştirme adına yeni yaklaşımı, barış ve güvenliği sağlamaz yalnızca Siyonistlerin suçlarının devam etmesine hizmet eder. BAE yönetimi, Filistin ve Kudüs davasına sırtını dönmüştür ve bu tutumunun hiçbir gerekçesi yoktur. BAE, bu stratejik hata ile Siyonizm ateşine yakalanacaktır."
Türkiye Dışişleri Bakanlığı: "Zaten ölü doğan ve hiçbir geçerliliği olmayan ABD planı üzerinden gizli hesaplar yapmaya çalışan BAE, bu şekilde Filistin'in iradesini de yok saymaktadır. BAE liderliğinin, Filistin halkının ve yönetiminin rızası hilafına Filistin adına İsrail ile müzakereler yürütme ve Filistin açısından hayati önem taşıyan konularda taviz verme yetkisi hiçbir şekilde yoktur. Kendi dar çıkarları uğruna Filistin davasına ihanet ederken, bunu adeta Filistin için yapılan bir özveri gibi takdim etmeye çalışan BAE'nin bu riyakâr davranışını tarih de bölge halklarının vicdanı da unutmayacak ve asla affetmeyecektir."
“… Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin peşine takılarak Arap Barış Girişimi ve İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin hilafına İsrail’le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve kınıyoruz”.
Gerek yüzyıl ve gerekse İbrahim anlaşmalarının arka planında dolaylı hedef, açıkça söylenmemiş olmasına rağmen, özelde İran ve Türkiye, genelde ise İslam işbirliğidir. Başta BAE ve Bahreyn olmak üzere Körfez ülkeleri, genel olarak İran’ı, özel olarak da Türkiye’yi düşman olarak görüyorlardı. Şer İttifakı da her fırsatta bunu dile getirerek var olan fay hatlarına enerji yüklüyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith, yapılan anlaşmalarda önemli bir hedefin İran olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir[1]:
“İran’ın saldırganlığı, Körfez’den İsrail’e kadar bütün bölge tarafından biliniyor. Aynı zamanda Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) İran’a yönelik silah ambargosunun uzatılmasını istediğini biliyoruz. Ortadoğu ülkeleri şu an tek bir ağızdan konuşuyor ve talepleri aynı o da silahların İran için yasaklanmasıdır.”
Washington Enstitüsü’nün Ortadoğu uzmanlarından David Makovsky, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki anlaşmayı, İran ve Türkiye’ye karşı yapılan “rakipsiz bir birleşim” olarak değerlendirmiştir[1]:
“Makovsy: “İran’ın bölgedeki nüfuzundan rahatsız olan İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi iki ülkenin bir araya gelmesi inanılmaz bir birleşim. Birleşik Arap Emirlikleri elbette bunun İran’a karşı yapıldığını söylemekten dikkatle kaçınacaktır. Ancak her iki ülke de İran’ın nüfuzundan rahatsız ve her iki ülkenin de İran’la nükleer anlaşma konusundaki duruşları son derece net. Her iki ülke, Türkiye’nin destek verdiği siyasal İslam ve Katar’ın finanse ettiği Müslüman Kardeşler’den rahatsız. Bu anlaşma bölgedeki aşırıcıları dışlamak isteyen iki ülkenin ittifakı.”
BAE’yi, İran’ı gerekçe göstererek Amerika’dan F-35 savaş uçakları ve İsrail’den de çok özel savunma ve siber saldırı sistemleri satın almak için harekete geçmiştir.
İran, Filistin ve Türkiye için yasak olan silahlar, İsrail için meşrudur. İran ve Türkiye atom bombasına sahip olamaz ve fakat İsrail olabilir. Hatta “HAMAS’ı atom bombası atarak yok etmekle” tehdit edebilir, o anlı şanlı uluslararası kuruluşlar (BM vb.) başta olmak üzere ABD, İngiltere, AB hiç ses çıkarmaz, 3 maymunları oynar dururlar.
İbrahim Anlaşması’ndan sonra ‘yerli Arap nüfusu ancak bir milyon kadar olan BAE’[2], Şer İttifakı tarafından ‘Libya’dan Somali ve Yemen’e, Mısır’dan Suriye ve Katar’a uzanan coğrafyada’ tam bir Truva atı olarak
kullanılmıştır. Suriye, Somali ve Libya’da Türkiye karşıtı bir cephede saf tutmuş olması, bunun en canlı göstergesidir.
İbrahim Anlaşması’nın imzalanmasından sonra hem BAE hem de Bahreyn kapılarını İsrail’e açmış, gelen ilk uçağı yönetim temsilcileri karşılamışlardır. Buna Filistin ve HAMAS yönetimleri ciddi bir tepki göstermişlerdir[1]:
“Filistin Başbakanı Muhammed Iştiyye: İsrail'e ait bir uçağın bugün BAE'ye inmesi bizi derinden üzmektedir. Bu, Arap-İsrail çekişmesine ilişkin Arap tutumunun açık şekilde ihlal edilmesidir."
" HAMAS yönetimi: İsrail'e ait uçağın, Suudi Arabistan hava sahasını kullanarak BAE'de karşılanması Filistin halkının sırtına saplanmış bir hançerdir. Bu durum Filistin mücadelesine ve direnişine ihanettir."
"Abu Dabi yöneticileri, Siyonist oluşumla bir utanç anlaşması yaparak normalleşme suçunu sürdürmekte ısrarcı davranıyor."
İbrahim Anlaşması’nı imzalayanlar, İran’ın Ortadoğu’da bir güç merkezi haline gelmiş olmasını ve kendilerini tehdit etmiş olmasını gerekçe olarak göstermekteydiler. Bu anlayışın sonucu olarak 'İran'a karşı birlik Filistin davasından daha önemlidir'[2] bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımın sonucunda İsrail ile işbirliğine girerek Filistin davasına, Arap Birliği’ne ve İslam Birliği’ne ihanet etmişlerdir.
Türkiye ve İran’ın bölgede daha etkin olmaması için İbrahim Anlaşması ile ABD-İsrail- BAE-Bahreyn eksenli bir fay hattı meydana getirilerek Ortadoğu düzleminde jeopolitik bir depremin meydana gelmesi için bir altyapı oluşturulmuştur. Bu jeopolitik depremde kaybedenler sınıfında, İran ve Türkiye’nin de var olduğu ifade edilmiştir[3]:
“New York Times (NYT) gazetesi yazarı Thomas Friedman:
“Jeopolitik açıdan anlaşmanın en büyük kaybedenleri İran ve müttefikleri (Hizbullah, Iraklı milisler, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Filistin’deki İslami direniş grupları HAMAS Hareketi ve İslami Cihad Hareketi, Yemen’deki Husiler ile Türkiye oldu.”
Ne yazık ki ne Arap Birliği ne de İslam İşbirliği Örgütü, İsrail’e karşı güçlü bir cephe oluşturamamışlardır.