Hüsn-ü zan, “kesin hüküm ve bilgi bulunmayan bir şeyi veya fiili iyiye yormak” şeklinde tarif edilir. Su-i zan ise, hakkında kesin hüküm ve bilgi bulunmayan bir şeyi kötüye yormaktır. İnsanın hayatı hüsn-ü zan ve su-i zan arasında sürüp gider.
İnsan, ilginç bir varlıktır. Herhangi bir konuda kesin hüküm ve bilgi olmadan fikir yürütür, yer yer yargılar ya da menfaatine uygun düşen konularda duygularına yenik düşer.
Bundan dolayı insanın, yaratılış kodları hakkında fikir yürütebilmesi, kendiyle yüzleşebilmesi için, yaratana müracaat etmesi gerekir ki kendini tanıyabilsin. Bu müracaat geciktikçe tanımlamaları, yargıları, hükümleri, fikir yürütmeleri, zanları, savunmaları, övgüleri, yergileri hep eksiktir, tutarsızdır, yarım yamalaktır.
Hem savunmalarında, iyi niyetlerinde; hem kötü niyetlerinde ve zanlarında yanılır. Bu yanılgılarında ideolojileri, fikir yürütmeleri, yargıları ve duyguları yanıltır; hataya ve günaha sürükler insanı.
İdeolojik sâikle yahut duygusal bağla yakınlık duyduğu kişinin kötülüklerini ve büyük günahlarını delilleriyle ortaya koysanız da, “O, öyle bir şey yapmaz” yargısını yapıştırıverir. “Neden yapmasın; insan beşer, kuldur şaşar” derseniz de inadına devam eder. İdeolojik bağnazlık, duygusal bağ, menfaat, adına ne derseniz deyin, savunma refleksinden vazgeçiremezsiniz. “Bu adam yolsuzluk yaptı, faize bulaştı, zina yaptı, uyuşturucu kullandı, başka sapkınlıklar da yaptı” dedikten sonra belgelerini gösterseniz de bağlandığı, saplantı haline getirdiği, bir bakıma kutsallaştırdığı liderini, arkadaşını, dostunu yahut karşılıksız bağlandığı bir kişiyi, bildiği, inandığı kalıpların dışında tahayyül edemez; gözlerini hakikate kapatır.
Bu bağlanma alışkanlığı, bu tutku, bu polyannacılık, “hüsn-ü zannı”, iyi düşünceyi aşan, hakikate kör bir noktadır ve amansız bir hastalıktır.
İnsan, Müslüman kardeşine karşı elbette hüsn-ü zanda bulunacaktır, bulunmalıdır da. Masumiyet karinesine elbette dikkat edilecektir. Ancak, gerçekler delilleriyle ayan beyan ortadayken de hakikate gözlerini kapatmamalıdır. Çünkü “iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak” Müslüman’ın görevidir. Bu görev sadece yabancılar için değil, herkes için olmalıdır. Haktan hakikatten yana tavır almak, zulüm ve ahlaksızlık kimden gelirse gelsin karşı çıkmaktır aslolan.
İnsanın, hüsn-ü zannı abartıp, tutkuyla bağlandığı kimsenin hata ve günahlarını görmemesi, inkâr etmesi hatta savunması bir hastalık olduğu gibi bunun tersi, “su-i zan” da bulunması da hastalıktır.
İnsan, kulağına gelen haberleri yahut dedikoduları iyice araştırmadan, elinde bir karine olmadan, “Şu adam şunları yapmış, yapmıştır; o adamdan böyle kötülükler beklenir” der ve zannıyla hareket edebilir. Kötü zanda da ideolojik karşıtlık, tarafgirlik, menfaat yahut nefret gibi faktörler etkilidir.
İnsanın, kendisine ulaşan haberi tahkik etmesi, araştırmadan hüküm vermemesi için Kur’an-ı Kerim’de uyarılarak şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size haber getirirse onu tahkik edin (araştırın). (Yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman kimseler olursunuz” (Hucurat, 6). Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de bu konuda insanları uyararak, “Kişiye yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter” (Sahih-i Müslim, Mukaddime) buyurmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de kötü zan konusunda, “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından gıybet (dedikodu) yapmasın. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah’tan korkun. Allah tövbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir” (Hucurat, 12) buyrularak inanan insan, toplumun diğer bireyleri için özellikle Müslüman kardeşi için kötü zanda bulunmaması konusunda uyarılır.
İnsan, dönüp Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber Efendimizin (S.A.V.) açıklama ve uygulamalarına baksa kendini tanıyacak, huzurlu bir hayat sürecektir. Zira Kur’an-ı Kerim’de bir yandan insanın şerefinden, ahsen-i takvim yani en güzel şekilde yaratılışından, emaneti yüklenmesinden, yüklendiği bu emanete nasıl sahip çıkacağından, yani olumlu özelliklerinden bahsedilir. Diğer yandan insanın olumsuz özellikleri hakkında da bilgiler verilerek: “Kıskanç, riyakâr, kibirli, cimri, azgın, zalim, cahil, nankör, yaptığı iyiliği başa kakan, zayıf, akletmez” bir varlık olduğundan bahsedilir.
İnsanı yaratan ve yaratılış kodlarını en iyi bilen Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de tanımladığı insan portresini iyi bilen, insanın en iyi şeyleri ve en kötü şeyleri yapabilme potansiyeline sahip bir varlık olduğu gerçeğini görür ve aldanmaz.
“Bu adam onu yapmaz” hüsn-ü zannıyla ya da “Bu adam onu yapmıştır” su-i zannıyla hareket ederse, hakkaniyetli bir tavır almış olamayacağı gibi huzurlu bir hayat da süremez.
Bundan dolayı beşeri münasebetlerde insanlara karşı su-i zanda bulunmamak gerekir. Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimizin (S.A.V.) söz ve uygulamalarıyla yasaklanmıştır. Aslolan kendisine ulaşan haberleri tahkik etmektir. Araştırmadan zanla hareket etmemek gerekir. Ancak, insanı melekleştirip, yaratılış kodlarını unutarak, “Bu adam yapmaz” şeklinde bir savunmanın yanlış olduğunu bilerek hareket etmek gerekir.
Kısacası, insan, hemcinslerini mükemmel yaratıcıdan öğrenmeli. “Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir. Her şeyden hakkıyla haberdardır” (Mülk, 14).