Hulefâ-i Râşidîn dönemini anlamak

Abone Ol

Peygamber Efendimizin (S.A.V.) vefatından sonra Hz. Ebubekir’e (R.A.) biat edilmesiyle başlayan, Hz. Ömer (R.A.), Hz. Osman (R.A.) ve Hz. Ali’nin (R.A.) hilâfetiyle sona eren döneme Hulefâ-i Râşidîn dönemi denilir.

Hulefâ, halîfe kelimesinin çoğuludur. Râşidîn ise râşid kelimesinin çoğuludur ki rüşte, kemale ermiş, doğru yolda olan, hakka sımsıkı sarılan anlamına gelmektedir.

Peygamber Efendimizin (S.A.V.), “Herhangi bir ihtilafla karşılaştığınızda size düşen, benim sünnetime ve hulefâ-i râşidînin sünnetine uymaktır” tavsiyesi bu dönemin Müslümanlar tarafından ayrı değerlendirilmesine sebep olmuştur. İslâm/Ehl-i Sünnet inancına göre bu dönem, Peygamber Efendimizin (S.A.V.) devlet başkanlığı döneminden sonra en önemli dönemdir ve ashab-ı kiramın en faziletlileri de hilafete geçiş sırasına göre Hulefâ-i Râşidîn’dir. Kaldı ki, hepsi cennetle müjdelenmiştir.

Peygamber Efendimizin (S.A.V.) kurduğu İslâm devleti, bu dönemde büyümüş ve kök salmıştır. Gerek faziletleri, gerekse devletin kökleşmesi ve fetihlerle büyümesiyle İslâm tarihinin ikinci büyük öneme haiz Hulefâ-i Râşidîn dönemi hakkında bazı dinde reformistlerin yaşanan bazı olayları ön plana çıkartarak, dönemin gerçek değerini gizleme çabalarına şahit olmaktayız.

Hulefâ-i Râşidîn dönemini, İslâm devletinin kurumsallaşması, kökleşmesi ve İslâm’ın kıtaları aşmasına katkıları yönüyle değerlendirmek gerekir. Eğer bu dönemde bazı fitneler ortaya çıkmışsa bile, bu fitnelere rağmen sürekli ilerleyen, fetihlerle kıtalar aşan bir dönemin varlığını görmek gerekir.

Bu parlak dönemi insafsızca eleştiren dinde reformistler, içlerindeki kin ve düşmanlığı eleştiri kılıfıyla saklamaya çalışsa da nafile. Çünkü aynı klik, dönemde yaşanan olayları sürekli gündeme getirirken, yaşanan gelişme, fütuhat ve adil devlet sistemi hakkında tek kelime olumlu görüş bildirmemektedir. Bu yüzden bu parlak dönemi iyi anlamalı ve daha çok anlatmalıyız ki, gerçekler gelecek nesillere ulaşsın.

Malum olduğu üzere Hz. Muhammed (S.A.V.), hem Allah’ın Resulü hem de kurduğu İslâm devletinin başkanıydı. Kendisinden sonra gelen dört halife de hem İslâm devletinin başkanı hem de Müslümanların halifesiydi.

Peygamber Efendimizin (S.A.V.) vefatından sonraki dört halife döneminde İslâm devletinin sınırları üç kıtaya yayılmıştır. Hz. Ebubekir (R.A.) Yermük Savaşı’yla (634) dönemin iki süper gücünden biri Bizans’ı yenilgiye uğratmış; Hz. Ömer (R.A.) devrinde Ecnadeyn Savaşı’yla (636) Suriye ve Kudüs (Filistin), sonrasında Irak ve Mısır fethedilmiş, dönemin ikinci süper gücü Sasani İmparatorluğu yıkılarak İran ele geçirilmiştir.

Hz. Osman (R.A.) devrinde bir taraftan Kafkasya’ya diğer yandan Kuzey Afrika’ya, bir taraftan Çin’e diğer tarafta İspanya’ya kadar olan bölgeler fethedilmiştir. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Hz. Osman’ın (R.A.) vefatında İslâm devletinin sınırları hakkında şu bilgiyi vermektedir: “İslâm İmparatorluğu, İslam’ın beşiği olan Arabistan bir yana, Güney İspanya, Fas, Libya ve Mısır, bütün Kuzey Afrika, Sudan, Nûbya, Filistin, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, Türkistan, Maveraünnehir, Afganistan, Hindistan ve Pakistan’ın batı kıyılarını içine alıyordu.”

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafından kurulan İslâm devleti, 622-632 yılları arasında sınırları Arabistan yarımadasının tamamına yayılan ve 3 milyon km²’lik yüzölçümüne sahip büyük bir devlete dönüşmüş; Hulefâ-i Râşidîn döneminde ise (632-661) üç kıtaya yayılmıştır.

Hulefâ-i Râşidîn, Peygamber Efendimizin (S.A.V.) 10 yıllık kısa bir dönemde sınırlarını 3 milyon km²’ye ulaştırdığı devleti, 30 yılda üç kıtaya yayılan bir devlet haline getirmiştir. İ’lây-ı Kelimetullah için her türlü fedakârlığı yapan ve İslâm’ın gür sesini üç kıtaya ulaştıran Hulefâ-i Râşidîn’e selam olsun.