Hukuk ve Soygun-II

Abone Ol

ahmakça bir açgözlülük ve sahte bir hayırseverlikte görüyordu.

Öncelikle kendini korumak ve geliştirmek insanlığın ortak

arzusudur. İnsan kendi yeteneklerini istediği gibi kullanabilme ve emeğinin

ürününe özgürce sahip olabilme hakkına kavuştuğu takdirde, toplumsal gelişme

kesintisiz ve başarılı olarak devam edebilir. Fakat insan aynı zamanda başka

bir eğilimin baskısı altındadır. O da, insanın becerebildiği nispette

başkasının aleyhine yaşama ve zenginleşme eğilimidir. Ancak bu tespiti,

rastgele ve kendiliğinden olumsuz bir durum olarak da görmemek gerekir. Tarihe

bakıldığında bu olgunun sayısız örneğiyle karşılaşılır. Sözgelimi sürekli

savaşlar, kitlesel göçler, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan baskı ve zulümler,

köle ticareti, ticari ahlaksızlıklar ve tekeller birer anlamlı örneklerdir.

Bastiat ya göre bu eğilimin kaynağı, insanı, sürekli olarak ihtiyaçlarını en az

gayret ve zahmetle elde etmeye iten ilkel, evrensel ve bastırılması zor bir

içgüdüdür.

Genel olarak insan, ihtiyaçlarını ancak sürekli olarak

çalışarak karşılar ve doğal olarak yaşaması buna bağlıdır. Bunu yaparken sahip

olduğu yeteneklerini doğal kaynaklara uygular. Bastiat ya göre mülkiyetin

kaynağı budur. Ama insanın, başkalarının emeklerinin ürünü olan malları ele

geçirip tüketerek yaşaması da mümkündür ki, işte yağma, soygun sürecinin de

kaynağını bu durum oluşturur.

O halde, insanoğlu kendi ihtiyaçlarını giderme konusunda

en az zahmete katlanmaya eğilimlidir, üstelik çalışma bir zahmet şeklidir,

öyleyse yapacağı en doğal tercih, çalışmaya nispetle daha zahmetsiz ve kolay

bulduğu yağmalama teşebbüsüdür. Bastiat ya göre, ne ahlak ne de din bu eğilimi

durduramamıştır. O, yani yağmacılık veya soygun ancak çalışmaktan daha ıstırap

verici ve tehlikeli kılındığı zaman durdurulabilir. İşte hukukun esas amacı,

kolektif gücün, soygunu çalışmaya tercih ettiren beşeri eğilimi durdurmak için

kullanılmasıdır. Kuşkusuz hukuki tedbirler mülkiyeti (aynı zamanda kişiliği ve

özgürlüğü) korumalı, yağmayı ise cezalandırmalıdır. İlke bu olmakla birlikte,

burada başka bir durum söz konusu olmaktadır: Kanunlar. Oysa kanunlar bir insan

ya da insan grubunun eseridir. Hukuk, yaptırımsız olarak ve güç

kullanılmaksızın hayata geçirilemeyeceğinden, gerekli gücü sağlama görevi

kanunları yapan iradeye bırakılmak durumundadır. İşte bu olgunun insanoğlunun

yüreğinde ya da ruhunda başlangıçtan beri var olan, ihtiyaçlarını en az çabayla

karşılama eğilimiyle bir araya gelmesi, hukukun evrensel bozulma sürecinin

temel nedenidir. Bu tespitin ışığında, adaletsizliği dizginleme ve denetleme

adına yola çıkan hukukun kendisinin nasıl adaletsizliğin alt edilmez silahı

haline dönüştüğü anlaşılabilir. Yine bu teşhis sayesinde, hukukun, kanun koyucu

tarafından nasıl halkın geri kalan kesiminin bağımsızlığını farklı derecelerde

köleliğe dönüştürdüğünü, özgürlüğü zulüm, mülkiyeti ise yağmayla yok ettiğini

kolayca anlamak olasıdır.  Söz konusu

tahribat kanun koyucunun çıkarına olup, elinde bulundurduğu güçle orantılı

olarak yapılmaktadır (age, s.17-18).

İnsanların, kendilerini mağdur eden adaletsizliklere

karşı isyanı anlaşılır bir şeydir. Soygun düzeni, Bastiat ya göre kanunla,

kanun yapan lehine organize edildiği için, soyulan kesimlerin, gerek barışçı,

gerekse devrimci yöntemlerle olsun kanun yapanlar arasına katılmaya

çalıştıkları görülür. Bilinçlenme derecelerine göre, soyulan kesimlerin, siyasi

gücü elde edebilmek için birbirinden bütünüyle farklı iki amaca yönelebileceği

düşünülebilir. Birincisi yasal soygunu durdurmak, ikincisiyse ona ortak olmak.

Yasal soygun kurbanı yığınların ikinciyi tercih etmeleri ve bu amaçla iktidarı

ele geçirmeleri halinde vay milletin haline!  Bununla birlikte adil bir düzen ortaya çıkıncaya kadar, bazılarının

şeytanlığının, bazılarının da idraksizliğinin sonucu olarak ,  herkes acımasız bir soyguna boyun eğmek

zorunda kalabilir. (age, s.19)

Bastiat nın, kuşkusuz 19. yüzyıl Fransa sının içinde

bulunduğu siyasi, toplumsal ve iktisadi karışıklığının gözlenmesinden

etkilendiği gözden uzak tutulmamalıdır. Ayrıca Liberalizm öğretisi bağlamında

savunduğu özgürlük anlayışının hukuku fazlasıyla mekanik düzeye indirgediği

söylenebilir. Fakat ekonomi-politik bağlamında ileri sürdüğü görüşlerin mutlaka

değerlendirilmesinde belli bir yarar sağlanması da mümkün görünmektedir.