ahmakça bir açgözlülük ve sahte bir hayırseverlikte görüyordu.
Öncelikle kendini korumak ve geliştirmek insanlığın ortak
arzusudur. İnsan kendi yeteneklerini istediği gibi kullanabilme ve emeğinin
ürününe özgürce sahip olabilme hakkına kavuştuğu takdirde, toplumsal gelişme
kesintisiz ve başarılı olarak devam edebilir. Fakat insan aynı zamanda başka
bir eğilimin baskısı altındadır. O da, insanın becerebildiği nispette
başkasının aleyhine yaşama ve zenginleşme eğilimidir. Ancak bu tespiti,
rastgele ve kendiliğinden olumsuz bir durum olarak da görmemek gerekir. Tarihe
bakıldığında bu olgunun sayısız örneğiyle karşılaşılır. Sözgelimi sürekli
savaşlar, kitlesel göçler, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan baskı ve zulümler,
köle ticareti, ticari ahlaksızlıklar ve tekeller birer anlamlı örneklerdir.
Bastiat ya göre bu eğilimin kaynağı, insanı, sürekli olarak ihtiyaçlarını en az
gayret ve zahmetle elde etmeye iten ilkel, evrensel ve bastırılması zor bir
içgüdüdür.
Genel olarak insan, ihtiyaçlarını ancak sürekli olarak
çalışarak karşılar ve doğal olarak yaşaması buna bağlıdır. Bunu yaparken sahip
olduğu yeteneklerini doğal kaynaklara uygular. Bastiat ya göre mülkiyetin
kaynağı budur. Ama insanın, başkalarının emeklerinin ürünü olan malları ele
geçirip tüketerek yaşaması da mümkündür ki, işte yağma, soygun sürecinin de
kaynağını bu durum oluşturur.
O halde, insanoğlu kendi ihtiyaçlarını giderme konusunda
en az zahmete katlanmaya eğilimlidir, üstelik çalışma bir zahmet şeklidir,
öyleyse yapacağı en doğal tercih, çalışmaya nispetle daha zahmetsiz ve kolay
bulduğu yağmalama teşebbüsüdür. Bastiat ya göre, ne ahlak ne de din bu eğilimi
durduramamıştır. O, yani yağmacılık veya soygun ancak çalışmaktan daha ıstırap
verici ve tehlikeli kılındığı zaman durdurulabilir. İşte hukukun esas amacı,
kolektif gücün, soygunu çalışmaya tercih ettiren beşeri eğilimi durdurmak için
kullanılmasıdır. Kuşkusuz hukuki tedbirler mülkiyeti (aynı zamanda kişiliği ve
özgürlüğü) korumalı, yağmayı ise cezalandırmalıdır. İlke bu olmakla birlikte,
burada başka bir durum söz konusu olmaktadır: Kanunlar. Oysa kanunlar bir insan
ya da insan grubunun eseridir. Hukuk, yaptırımsız olarak ve güç
kullanılmaksızın hayata geçirilemeyeceğinden, gerekli gücü sağlama görevi
kanunları yapan iradeye bırakılmak durumundadır. İşte bu olgunun insanoğlunun
yüreğinde ya da ruhunda başlangıçtan beri var olan, ihtiyaçlarını en az çabayla
karşılama eğilimiyle bir araya gelmesi, hukukun evrensel bozulma sürecinin
temel nedenidir. Bu tespitin ışığında, adaletsizliği dizginleme ve denetleme
adına yola çıkan hukukun kendisinin nasıl adaletsizliğin alt edilmez silahı
haline dönüştüğü anlaşılabilir. Yine bu teşhis sayesinde, hukukun, kanun koyucu
tarafından nasıl halkın geri kalan kesiminin bağımsızlığını farklı derecelerde
köleliğe dönüştürdüğünü, özgürlüğü zulüm, mülkiyeti ise yağmayla yok ettiğini
kolayca anlamak olasıdır. Söz konusu
tahribat kanun koyucunun çıkarına olup, elinde bulundurduğu güçle orantılı
olarak yapılmaktadır (age, s.17-18).
İnsanların, kendilerini mağdur eden adaletsizliklere
karşı isyanı anlaşılır bir şeydir. Soygun düzeni, Bastiat ya göre kanunla,
kanun yapan lehine organize edildiği için, soyulan kesimlerin, gerek barışçı,
gerekse devrimci yöntemlerle olsun kanun yapanlar arasına katılmaya
çalıştıkları görülür. Bilinçlenme derecelerine göre, soyulan kesimlerin, siyasi
gücü elde edebilmek için birbirinden bütünüyle farklı iki amaca yönelebileceği
düşünülebilir. Birincisi yasal soygunu durdurmak, ikincisiyse ona ortak olmak.
Yasal soygun kurbanı yığınların ikinciyi tercih etmeleri ve bu amaçla iktidarı
ele geçirmeleri halinde vay milletin haline! Bununla birlikte adil bir düzen ortaya çıkıncaya kadar, bazılarının
şeytanlığının, bazılarının da idraksizliğinin sonucu olarak , herkes acımasız bir soyguna boyun eğmek
zorunda kalabilir. (age, s.19)
Bastiat nın, kuşkusuz 19. yüzyıl Fransa sının içinde
bulunduğu siyasi, toplumsal ve iktisadi karışıklığının gözlenmesinden
etkilendiği gözden uzak tutulmamalıdır. Ayrıca Liberalizm öğretisi bağlamında
savunduğu özgürlük anlayışının hukuku fazlasıyla mekanik düzeye indirgediği
söylenebilir. Fakat ekonomi-politik bağlamında ileri sürdüğü görüşlerin mutlaka
değerlendirilmesinde belli bir yarar sağlanması da mümkün görünmektedir.