“Homo homini lupus”

Abone Ol

İnsan ve toplumu anlamak konusunda çeşitli yaklaşımlara, yöntemlere başvurulmuştur. Destanlar, menkıbeler, masallar başta olmak üzere sanat ve edebiyatın diğer dalları zengin örnekler ortaya koymuştur. Mahiyeti ve uyguladığı yöntemler gereği bilim, olan somut olgular temelinde araştırmalar, incelemeler yapmıştır. Felsefe bütün bunları, kendi sınırları içinde ele alarak, insan ve toplumu “olması gereken” yaklaşımıyla araştırıp soruşturmaya uğraşmıştır. İnsanın merakı, hayal etmesi, olanın dışında ve ötesindekini araştırma isteği gibi güdüler etkili olmuştur denebilir. Kuşkusuz daha başka nedenler, etmenler de ileri sürülebilir. Felsefi bağlamda Platon’un “Devlet” adlı eseri önemli bir örnek olmuştur. Farabi’nin “Medinet-ül-Fazıla”sı (Erdemliler Devleti), İbn Tufeyl’in “Hay ibn Yakzan”ı hemen hatıra gelir.

Avrupa’da da Yeniçağ’ın başlarında benzer bir durum ortaya çıkacaktır. Th. More’un “Ütopya”sı, Campanella’nın “Güneş Ülkesi”, Bacon’ın “Yeni Atlantis”i en ünlüleridir. Felsefi sisteminin veya görüşünün bir yansıması olarak, insan, toplum, devlet, hukuk, siyaset, ahlâk anlayışlarını ortaya koyan dönemin bazı düşünürleri, bir varsayım olarak “Toplum Sözleşmesi” (Contract Social) kavramını temel alacaklardır. Buna göre, insan/lar bir araya gelerek bir birlik, yani toplum haline gelmeden önce, diğer canlılar gibi doğada kendi başlarına yaşamış olmalılardı. Ancak, diğer canlıların doğada yaşama, kendini koruma, hayatını sürdürme imkân ve yeteneği sınırlı olduğu için, birlikte yaşamaları, toplum oluşturmaları bir zorunluluk ve aklın da bir gereği olmalıydı. Böylece toplum halinde yaşamak için, çeşitli nedenler dolayısıyla, bir “sözleşme” yaptılar. Doğal olarak, toplum haliyle, doğadaki doğal durum, mahiyet ve nitelikleri itibariyle farklıdır. Hemen her Toplum Sözleşmesi kavramının anlaşılması, açıklanması, yorumlanması her bir düşünür tarafından değişik bir şekilde ortaya konulacaktır. Bu yüzden her bir düşünürün, doğal durum, toplum sözleşmesi, bunlara bağlı olarak insan, toplum, devlet, siyaset, hukuk, adalet, güvenlik gibi konulardaki görüşleri farklılık gösterecektir.

Sözgelimi, Th. Hobbes, yaşadığı dönemde İngiltere’deki kargaşa ve düzensizliğin ortadan kaldırılması için, bir “monark”ın, yani “kral’ın mutlak yetkiler ile donatılmış iktidarını zorunlu görmüştür. Doğal durumdan, toplumsal sözleşmeyle toplum durumuna geçişi farklı bir şekilde betimlemiştir.

Hobbes’a göre, doğal durumda, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi, güçlü olan hayatta kalabilmekte ve varlığını sürdürebilmek imkân ve gücüne sağlayabilmektedir. Çünkü doğal durumda genel geçer ilke sürekli bir mücadeledir ve her bir insan, diğerinin varlığını ve gücünü ortadan kaldırmak, ondan gelecek tehlikelerden emin olmak zorundadır. Doğal durumdaki bu mücadelenin bir gereği olarak, herkes birbirinin düşmanıdır. Bu yüzden, “homo homini lupus”, yani “insan insanın kurdudur” ilkesi geçerlidir. Bu durumdan kurtulmak için, insanlar bir sözleşme yapma gereği duymuşlardır. Ancak sözleşmenin yapılmasını sağlayan temel ilke, mücadeleyi kazanmış olanın irade, güç ve yetkisinin, diğerlerine kabul ettirilmesiyle mümkün olmuştur. Bu nedenle güçlü olanın, mücadeleden galip çıkanın iradesi, gücü belirleyicidir, öyle olmak durumundadır. Nitekim Hobbes, devlet görüşünü açıkladığı “Leviathan” adlı eserinde bütün bunları ayrıntılı bir şekilde tartışmıştır. “Leviathan” kavramını Tevrat’tan aldığını bu arada belirtelim. Elbette, devleti, herhangi bir dini duyarlık bağlamında ele almaz, aksine bunlardan bağımsız bir varlık ya da kurum olarak betimler. Sonuçta Hobbes, doğal durumdan, toplum sözleşmesiyle toplum haline geçişi betimlerken, devleti, ototriter, hatta totaliter bir mahiyette kavradığını da açıklar.

Hobbes’un doğal durumda, “insan insanın kurdudur” önermesi, tarihin çeşitli dönemlerinde, farklı toplumlarda, hatta kültürlerde, değişik adlar altında ve görünümlerde ortaya çıkmıştır. II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da Hitler’in önderliğinde Nasyonal Sosyalizm, İtalya’da “Kara Gömlekliler”, yani Faşizm, öncesinde Rusya’da “Sovyet” sistemi adı altında hâkim konuma gelmişti. Bugün Rusya’da Putin, ABD’de Trump gibi kişiler, birer niteliksiz otoriterler sayılabilir. Fakat toplumlarda geçerli olan, “insan insanın kurdudur” ilkesidir. “İnsan insanın ilacıdır” ilkesine ne kadar ihtiyaç duyulduğu da açık bir gerçekliktir.