Hollanda krizinin ötesi; batılıların algı biçimleri

Abone Ol

Güncel olan kaybolup gitmeye mahkûmdur. Çünkü insan güncel olanı unutur. Herhangi bir güncel meseleyi konusu açıldığında hatırlamak bir nimet olsa da insanın unutması mukadderdir. Bir rivayete göre “insan” kelimesi “Âdem’in” unutması nedeni ile verilmiştir. Bu yüzden güncel üzerine konuşmak, salt güncel üzerine hayatını yürütmek insanı hem yorar hem de geriye dönüp baktığında kocaman bir boşluk görmesine neden olur. Güncel hem kaybolan hem de içerisinde kaybolmuş zihinleri yoran ve köreltendir. Peki, güncele nasıl yaklaşılması gerekir?

İnsanın varlığı idrak biçimleri teorilerden bağımsız olarak düşünülebilir mi?  Varlığın insandan bağımsız bir gerçekliği vardır elbet. Bu gerçeklik kişilerden bağımsız olarak varlığını sürdürür. Ancak varlığı idrak edicinin, varlığı olduğu hâl üzere anlaması bir yana varlığın bir yönünü idrak etmesi idrak edicinin teorileri ile ilgili bir durum olsa gerek. En azından idrakin ifade biçimlerin yerelliği savunulabilir.

Salt varlıktan sosyal varlığa kadar bütün varlık türleri ve seviyeleri için insanın idrak edişi belirleyicidir. Toplumların birbirlerini anlama ve tanımlama biçimleri de kümülatif bir varlık anlayışının izlerini taşır. Ne olursa olsun güncel olaylar, güncel olanla ilişki kuran bireylerin ve toplumların Tanrı, insan ve âleme dair düşünceleri hesaba katılmaksızın anlaşılamaz yahut eksik anlaşılır. Bu tür bir yaklaşım tarzı yani güncel olanın bir teori etrafında değerlendirilmesi kişi için güncel olanı ikincil plana indirgediği gibi kişiyi güncel olanın yoruculuğundan da kurtarır. Güncel olanın ne olduğu önemli değildir. Önemli olan güncel olanın büyük teoride ne ifade ettiğidir.

Türkiye son günlerde başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Batılı ülkelerle polemik yaşıyor. Bu polemiğin şimdilik kazanan iki tarafı var. Birisi Batı’da son yıllarda güçlenen aşırı milliyetçiler, ikincisi gelecekte yapılacak referandumda evet oyu verecek kitle ve temsilcileri. Peki, niçin Batı’da “Türkiye” ve “Türk” kavramı aşırı milliyetçiliği tetikliyor? Başka bir ifade ile niçin Batılı toplumlar demokrasinin en güzel biçimi olan referandum sürecinin sağlıklı işlemesini engellemeye çalışıyor?  Bütün bu güncel sorulara çeşitli cevaplar bulabiliriz. Ancak bulacağımız cevaplar güncel olmaktan öteye geçemeyecektir. Oysa olması gereken ortaya çıkan cevabın hem bu günü hem de yarını anlamlandırması ayrıca geleceğe ışık tutmasıdır. Gelin Batılı toplumların Türk algısındaki çarpıklıklarının gerçekte var olan sebeplerini yani arkasında yatan teoriyi konuşalım. Bu bize daha doğru bir düşünme imkânı sunacaktır.

Darwin, teorisini kurarken insanlığa bu kadar zarar vereceğini kestirebilmiş midir bilinmez ancak evrim teorisinin insan üzerinde devamlılığı fikri sömürgecilik fikriyatının temel felsefesini oluşturmuştur. Bugün yakın tarihte yaşadığımız birçok olay bu fikrin yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın sürekli bir evrim içerisinde olduğu fikri temel alındığında İngiliz ırkı ve İngiliz düşünme biçimlerini benimsemiş Batılı insan “tam insan” olma özelliğini taşımaktadır. Doğu’ya gidildikçe azalan insaniyet özelliği Hint ırkına gelindiğinde yok olma derecesine varma noktasına düşmektedir. Bu yüzden yakın tarihte Hintliler için bilinen tek şey; “Hintliler en iyi ölmeyi bilir” safsatasıdır. Çünkü tam insan olan İngilizler için Hintlilerin öldürülmesi vicdani bir problem değildir. Zira Hintliler esasından insan bile değildir.

Bu düzlemde Müslüman toplumlar adeta ara form olma özelliği taşır. Ara form özelliği taşımak her yönü ile sorunlu bir alandır. Müslümanlar tam insan değildir hatta tarihteki istisnai konumları ve medeniyet başarıları dolayısı ile gerçekte tam insan için en büyük tehlikedir. Zira tam insanın kurgusal tamlığını yerle bir edecek dinamiklere sadece Müslümanlar sahiptir. Bu yüzden tarih boyu Müslümanların yarı insan yarı hayvan şeklinde Batı’da resmedilmesi kanaatimizce tesadüf de değildir. Ayrıca bu meydan okuma potansiyeli tam insanın her insani kriz yaşadığında hedefinin Müslümanlar olması sonucunu da doğurmaktadır.

Batılı “tam insan” tarafından üretilen başta demokrasi kavramı olmak üzere birçok kavram; bizi “ara form” olma özelliği olan Müslümanlar için uygulanması zor ve imkânsız bir duruma itmektedir. Bu yüzden yakın tarihimizde yapılan seçimlerde Batılı tam insanın formatına uymayan kazanmışlar, kuşkusuz öteki ilan edilmiş ve Batı kendi koymuş olduğu ilkeleri yok saymıştır. Son günlerde Türkiye’de yapılacak olan referanduma saygı duyulmaması bunun en tipik örneğidir. Bu ikiyüzlülüğün temel çıkış noktası ötekini yarım insan saymaktır.

Doksanlı yıllarda Avrupa’nın göbeğinde başta Hollanda olmak üzere Batılı kurumların birçoğunun katkısı ve gözetimi altında on binlerce insan öldürülürken ve on binlerce kadın sistematik tecavüze uğrarken yerleşik sistemin sessiz kalmasının temel nedeni ölenlerin tam insan sayılmaması yani insan olmaması olarak ifade edilebilir. Bosna mücadelesinin sembol ismi Aliya, dünya kamuoyu önünde işlenen vahşeti anlatırken, “Yaşadığımız mekâna ve zamana bakınca böyle bir vahşet beklemiyorduk” cümlesi kurarken gözden kaçırdığı temel mesele yerleşik sistem tarafından kurulan kurumların tek hedefinin kendisinden olmayanı yani tam insan olmayanı yok etmek olduğu fikrini göz ardı etmesidir.

İşte gerçekte Hollanda ile yaşadığımız krizin sebebi yukarıda ifade etmeye çalıştığımız insana dair Batılıların düşünme tarzlarıdır. Bu düşünme tarzı anlamsız bir kibir doğurmaktadır. İşte bu kibir Müslüman toplumlardaki demokrasi yahut daha iyi yönetim ve gelişim biçimlerini Batılılar gözünde anlamsız kılmaktadır. Çünkü demokrasi, referandum ve seçim gibi meseleler tam insan olan Batılılara aittir.