İstanbul’un ilk kadısı/ilk belediye başkanı Hızır Bey’in “el-Kasîdetü’n-nûniyye” adlı 105 beyitten oluşan mensur eserinin önemli başlıklarından bahsetmiştik. Rahmetli Ali Nar Hoca tarafından hazırlanan “Akâid Risâleleri” adlı eserin içinde müstakil bir risâle olarak “Kâside-i Nûniye” (Manzûm Akâid) adıyla Arapçadan tercüme edilip neşredilen, bizim de hocamızın vefatından sonra neşrettiğimiz bu kıymetli eser, İslâm/Ehl-i Sünnet akidesini özetlemektedir. Bu müfid risalenin önemli yerlerinden aktarmaya devam ediyoruz:
-Kabir hayatında tadılacak olanlar da haktır. Nimet ve zevkler yanında kabir azabını, tâ kurtların vücudunu yemesine kadar sezeceği bir hayat...
-Günahlara karşı (Allah’ın verdiği) azab adalet gereğidir. Yoksa vâcib değildir. Sevap ve mükâfat ise sırf onun lütuf ve ihsanıdır.
-Küfür ehlini Allah’ın bağışlaması aklen caizse de, onların ebedi azapta kalacağına açık nass vardır.
-Cennet şu an yaratılmış ve ebediyen var olacaktır. Nitekim, Hz. Adem’in orada iskan edilip sonra çıkarılışı da bunu anlatır.
-Cennet nimetleri sürekli ve ebedidir. Onlardan yararlanmak da öylece ebedidir, zail olamaz.
-Tövbe etmeden ölen büyük günah sahiplerinin de affı umulur. Varsın mu’tezile istemezliğine devam etsin!
-Çünkü Mu’tezile’ye göre, tövbenin kabulü vacip; tövbe edilen günaha da ceza yoktur. Hâlbuki bazı ayetlerde af, tövbeyle kayıtlı değildir (Allah, şirk hariç öbür bütün günahları tövbesiz de affedebilir).
-Şefaati bildiren hadisler de, bütün zaman ve şahısları kuşatmadığından ötürü bazı ayetlere bakılarak yok sayılamaz.
-Peygamberler için de seçkin zevat için de bütün günahkârlara Allah nezdinde şefaat yetkisi vardır.
-Dualar, ölüye de diriye de fayda sağlar. Hem de anında sonuç verir.
-Amel imana dâhil değildir. Hatta iman, tasdik ve kavramaktan ibarettir. Öyleyse noksan ve fazlalık kabul etmez (ikrar onun ifadesi olması bakımından mütemmimdir).
-Şeriat, “zünnar takmayı” bilerek inkârın belgesi saymıştır. Puta tapmak da aynen böyledir.
-Şeriatta “iman” ile “İslâm” farklı sayılmamıştır. İkisinin hükmü ayrı ayrı değil, aynıdır. (Yani mümin deyince, müslim manası da anlaşılır).
-Mümine, (İnşallah müminim gibi laflarla) imanında şek bildiren tavır ve ifade yaraşmaz. İsterse, kıyamette kurtarılmış imanını kastetsin.
-Mukallidin imanı sahihtir ve karşılığını görür. Ne var ki; tahkiki terk ettiği için sorumlu olabilir.
-Bir insan, akıllı olup da Allah’ı tanımıyorsa mes’uldür. İmam-ı Âzam’a göre düşünebilecek kadar bir dönem bile akıllı olsa, yine sorumlu olur.
-Hiçbir zaman, kulun derecesi yükselmekle muaf olmaz. Yani deliler ve çocuklar gibi sorumluluktan kurtulmuş sayılmaz.
-Kişi müçtehid olsa da, bazen fetvasında yanılabilir. Hatta Hz. Süleyman’ın fetvası karşısında Hz. Davud’un fetvasının kabul görmediği bile vakidir...
-Şeytan, kâfir ve canidir ama bir kimse ona, lanet okumadığı için suçlu olmaz.
-Resûlullah’ın sahabelerini, saygı ile anmak; dürüst, hayırlı, ayıplardan beri olarak bilmek zorundayız. Aksini ise ancak din hainleri yapar!
-Sahabelerin, din için bütün yeteneklerini harcamışlardır. Şeriatın fedaileridirler.