Hicretinin ikinci yılında Erbakan Hoca

Abone Ol

60 lı yılların sonlarında, TOBB da meydana gelen olay, o

zaman için bir kuruluşun kendi içinde yaşadığı bir ihtilaf şeklinde algılandı.

Kanununun verdiği yetkiye dayanılarak hükümet, daha doğrusu o zamanın başbakanı

(S. Demirel di) işe el koydu, TOBB un başkanını makamına sokmayarak, kendince

meseleyi çözdü. TOBB binası, o zaman, bakanlıklarda, Atatürk Bulvarı

üzerindeydi. Olgunlar Sokağı nın bulvara ulaştığı ve karşısında, sanıyorum,

Hollanda Büyükelçiliği nin bulunduğu yerdeydi. Binanın önünde bekleyen polisleri

hatırlıyorum. Bir grup üniversite öğrencisinin TOBB başkanına destek için

bulunduğu haberi konuşulmuştu. Grup içinde, yeniden yeni Üç Hilalci olarak

adlandırılan bir kaç ülkücünün yer aldığı da söyleniyordu. TOBB Başkanı Prof.

Dr. Necmettin Erbakan ile genel sekreter Rifat Boynukalın adlarını ilk kez

duymuştuk. Yeni bir yönetimin hükümet tarafından atanmasıyla sorun çözümlenmiş

oldu ama tartışmaları bir süre daha devam etti.

Fakat bir kuruluşun yönetimi çerçevesinde ortaya çıkan bu

olay, Türkiye nin, başta siyasal tarihi olmak üzere, dönüm noktasının

başlangıcı olduğunu, bugünden geriye bakıldığında, daha açık-seçik

göstermektedir. Bir anlamda, Türkiye göğüne fırlatılmış bir işaret fişeğiydi

bu. Arkasından 69 genel seçiminde Konya da bağımsız milletvekilliği, daha sonra

Milli Nizam (MN) Partisi nin kuruluşu, kapatılışı, 18 Mart Muhtırası, ve Milli

Selamet Partisi nin (MSP) kuruluşu sürüp gitti. İ. İnönü nün, Erbakan hocayı

kastederek, dini ve manevi kaynaklı dünya ve siyaset tasavvurunu taaccüple kavradığı

mealindeki sözü ve yoğun tartışmaların yapıldığı bir dönem. Ayrıca düşünce ve

sanat alanında, daha önceleri münferit ve muğlak bir üslubun yerine, arayış

yoğunluklu ve dayandığı kaynağı belirgin tarzda ifade eden bir üslubun

benimsenmesiyle başlayan bir süreç söz konusuydu. Büyük Doğu ve Necip Fazıl,

bir anlamda sesine yankı olan Diriliş ve Sezai Karakoç un yanında Edebiyat ve

Nuri Pakdil in bir grup çeşnisiyle meydana çıkmaya başladığı bir evreye

geçiliyordu.

Ne var ki, sol olarak nitelenen hareket, başta

üniversite, basın, düşünce ve sanat olmak üzere, kültürel alanda hem hakim

konumda görünüyor, hem de rakipsizlik tabusu oluşturuyordu. Hakimiyet ve

rakipsizliğinin delilini sağ ya da muhafazakar olarak nitelenen görünüşteki

karşıtından oluştururken, hakimiyet ve rakipsizliğini itibari, göreceli olarak

tanımlamaya başlamış, bu yeni, yerli devinimi ademiyet (yoksayma) ile

küçümseme karışık duygusuyla tarassut ediyordu.

Siyaset alanında bu daha açık, daha somut ve daha

şiddetli bir tarzda yankı buldu. Sol ve Sağ, kendi söylem ve eylem çeşitliliği

doğrultusunda, daha sonra kavramlaştırılan ve Milli Görüş olarak nitelenen

hareketi boğma noktasında aynı kararlılığı gösterdiler. Ne var ki, TOBB olayı

dolayısıyla atılan işaret fişeği, insanların ve toplumun, deruni ve bilinçaltı

dünyasında, kıvılcımın kavda işleyişi gibi nüfuz etmeye başlamıştı. Dışta,

görünüşte pek bir değişiklik emaresi görülmüyordu. Hatta insanlar ve toplum,

derununda ve bilinçaltında devinmeye yüz tutmuş duygularını, dışta farklı

davranışlar şeklinde sergileyebiliyordu. Bir anlamda bir iç hesaplaşma

yaşanıyordu. İçinde tasvip ettiğini, dışında uzak tutmaya çabalıyor gibiydi.

Sanıyorum, 77 seçimleriydi. Kahramanmaraş ta, Kıbrıs

Meydanı nda MSP nin, açık hava toplantısını görmüş ve doğrusu hüzünlenmiştim.

Üç yüz, bilemedin beş yüz kişiyi aşmayan bir kalabalığa Erbakan hoca, o sıcak

altında, inançla, heyecanla, coşku ve güvenle projelerini, hayallerini,

Türkiye nin dünya siyasetindeki önem ve etki gücünü vb. saatlerce anlatmıştı. Bu

seçimin sonucu, milletvekili ve senatör sayısında düşüş olmasına, elbette bunu

açık-seçik bilme durumunda olmasına rağmen, ertesi günün gazetelerine yansıyan

demeci, İktidara geliyoruz! mealindeydi.

90 lı yılların başlarında, ESAM İstanbul Şubesi Başkanı

Azmi Ateş in düzenlemesiyle, Erbakan hocanın isteği üzerine Prof. Dr. Raşit

Küçük, Prof. Dr. Sacit Adalı ve ben, bir minibüs ile Ankara ya gittik. Doğrusu

çok istekli olduğumu söyleyemem ama dostları da kırmak giran geldiği için

kabullendim. Ankara ya vasıl olduk, hiç vakit kaybetmeden, beş altı kişiden

oluşan topluluğumuza Erbakan hoca, yemek ve namaz araları dışında akşam namazı

sonrasına kadar, çizelgeler ile Adil Düzen i anlattı, sorularımız çerçevesinde

açıklamalar yaptı.

Yine ESAM ın yöneticiliği üzerimde bulunduğu 90 lı

yıllarda, İstanbul da gerçekleştirilen iki günlük toplantıda Erbakan hocanın

çalışma disiplinine, yapılan iş ne olursa olsun bu işe ciddiyetle yaklaşımına

ve kendini bütünüyle işe verişine şahit oldum. Kaynağını ne yazık hatırlamıyorum.

Peygamber Efendimiz in (SAV) bir yere bakarken, sadece başını çevirip ya da göz

ucuyla bakmayıp bütün vücudunu döndürerek baktığı şeklinde bir rivayet vardır.

Bugün bunu şöyle anlayabiliriz: İş ile şahsiyet bütünlüğü, işin önemli-önemsiz

şeklinde ayrıma tabi tutulamayacağı, amel ile niyetin ayrılmaz bütün olduğu ve

kişiliğin de bu bütünlüğü yansıttığı ve b u bütünlükte yansıdığı.

ESAM ın bu toplantısında, öğle yemeği arasında, öğle

namazını Sultanahmet Camii nde eda etmiştik. Herkes dışarı çıkmıştı. Erbakan

hocayı bekliyorduk. Oğuzhan Asiltürk, açıklama gereği duydu: Erbakan hoca,

namazdan sonra İmam Efendiyle mutat olarak görüşür, hal-hatır sorar,

dualaşırlar.

Kısacası, hayatında, kişiliğinde, hatt-ı hareketinde,

mücadelesinde, mizaç ve iktisabında kendine özgü hareketleriyle tam ve saf bir

mü min ve Müslüman kişiliğin, Abdülaziz Bekkine (Kazani) (k.s) hazretlerinin

bereket ve duasını, saf tekke terbiyesini de görmek gerekir. Daha doğrusu

görebilmek ayrıca bir idrak gerektirir.

Dar ul Beka ya geçişlerinin ikinci yılında rahmet ve

mağfiret diliyorum.