Her insanın bir hikâyesi vardır

Abone Ol

Her insanın bir hikâyesi vardır ama her insanın bir

şiiri yoktur der Özdemir Asaf. Aslında her insanın bir şiiri vardır fakat hep

dipte kalmıştır. Bizler sadece suyun yüzüne çıkanın farkına varabiliriz.

Şiirlerin bir kısmı gönüllerde yazılır ve orada kalır. Ama hikâyeler aşikâr

yaşanır ve hemen göze çarpar.

Hayat sadece imkân sahiplerinin maiyetinde sanılır.

Toplumun seçkin kesiminde yer alan kimselerin, yaşamları en ufak ayrıntılarına

kadar irdelenir, gündemde tutulur. Çünkü bu kimseler aynanın hep ön

tarafındadırlar. Neler yaparlar, nerelere giderler, giyim kuşamları nasıldır

sürekli dillendirilir. Fakat roman ve hikâyelerin kahramanları bu kimselerden

seçilmez, aksine yoksul mahallelerden mahrumiyet içinde yaşayan kimselerden

seçilir. Gündelik hayatta pek de dikkate alınmayan hatta kıyıya itilen bu

insanlar nedense romanların başkahramanı olurlar. İnsanlar pratik hayatta

onların yaşantılarını pek önemsemezken, romanlarını bir solukta okur ve

etkisinde kalırlar. İnsanları bu eserlere çeken şey acıdır

Peki, insanoğlu acıya neden bu kadar akrabadır acaba

Acıya olan meyli nereden gelir insanın Acıyla doğuştan kardeşiz. Zira hayatın

içinde, hastalık, yoksulluk, yaşlılık ve mahrumiyetlerimiz vardır. Biz insanlar

hüzünden bir pay taşıdığımızı bilir ve acıya daha yakın hissederiz kendimizi.

Sahip olduğumuz imkânlar hangi ölçüde olursa olsun, kıyısından ya da ortasından

hüznü mutlaka tatmışızdır. O yüzden acıyla yoğrulan o insanların yaşamlarından

kendimize bir pay çıkarırız, acının içinde kendimizi görür ve hüzünleniriz.

Empati yapar ve acının kardeşi oluruz. Her insanın gönlümüzde yer edinmiş

görünür bir şiiri olmayabilir fakat her insanın roman olmaya değer bir hayat

hikâyesi vardır. Her insan bir romandır ve her roman hayatın insanla

etkileşiminin sonucu ortaya çıkar. Fakat romanın kahramanları gündelik hayatta

pek dikkatimizi çekmez. Çünkü nedense hep güçlü görünen kesimin yakınında yer

almaya çalışır ve mahrum insanları ötekileştiririz.