Hazire hastalanırsa…

Abone Ol

Hani insanlar hastalanır,

Ağrılar içerisinde kıvranır,

Ateşler içinde yanar,

Nasılsın dendiğinde,

Boynunu büküp susarsa,

O da acılar, ıstıraplar içerisinde deviniyor fakat suskunluğu seçiyordu.

Eski bir dostun o yalnız ve mahzun, hasta, bakımsız, terkedilmiş halini görünce.

Duraladım, üzüldüm, kahır doldum.

O benim çok eski bir arkadaşımdı.

Kırk yılı aşan bir muhabbetimiz vardı.

Ali Ağa Camii ve Haziresi’nden bahsediyorum.

İzmir’ deki Osmanlıya açılan revaktan, seraptan, vahadan, saba rüzgârından, yeşil servileri mekân tutmuş bülbüllerden, mor sümbüllerden.

Sizi alıp 400 yıl öncesine götüren birer şaheser olan bahçesindeki nadide hazire.

Hazirede 1600’lü yıllardan 1800’lü yıllara uzanan 67 adet mezar taşı bulunmaktaydı.

O şen şatır, o cennetten köşe nasıl bakımsız ve terkedilmiş, hastalıklar içerisinde yalnız bırakılmıştı.

Bir damla su ile yıkanmamıştı bahçesi, oysa fıskiyeli şadırvandan su sesi gelmekteydi.

Ortada ters dönmüş bir takunya.

Çöpler,

Mezar taşları kırılmış, belki de birkaç onlu sene sonra çocuklarımız onları batının büyük müzelerinde göreceklerdi.

Sene 1982 idi sanırım onunla tanıştığımda.

Bahçesi yine büyük bir vurgun yemiş, atılan çöplerle tarihi mezar taşlarının üstündeki tonlarca molozun kaldırılması sırasında başladı dostluğumuz.

Bir başyapıt bu büyük ihanete nasıl uğramıştı.

İçlerinde bestekâr, tabip, hâkim ve öğretmenin olduğu zarif cemaatten birkaç yaşlı önayak olmuş temizlik harekâtını başlatmışlardı.

Ki ortaya çıkan manzara göz kamaştırıcı idi.

Birbirinden değerli, nakışlı, güzel hatlı kabir taşları tekrar ayağa kaldırıldı.

O nazenin yaşlılar birbirleri ile yarıştılar kabirlerin göğsüne mevsim çiçeklerini dikmek için.

Şadırvanın etrafına tahta kanepeler koydular,

İnsanların sıcak İzmir yazında biraz nefes alabildikleri, rengârenk çiçekler arasındaki zarif kabir taşlarını izledikleri asude bir seyir terasıydı.

Şansı yaver gitmiş yeni mezun genç bir imam maşukuna kavuşmuşçasına taze bir heyecanla göreve başlamıştı

Mahallenin kadınlarının dilinde destandı imamın temizliği.

Paçalarını katlar, hortumu eline alır bahçeyi tertemiz yıkar, caminin halılarını yıkar, kurutur, serer, kabirlerin arasındaki ince yolları bile sular süpürürdü.

Baharda mor zambaklar beyaz sümbüllerle yarışır,

Servilerdeki kuşlar her yeni açan kırmızı karanfile, pembe güle farklı besteler terennüm ederdi.

Cami 1672’de Gedizli Ali Ağa tarafından yaptırılmış. Kitabede yazdığına göre çeşmesiyle, medresesiyle birlikte külliye olarak inşa edilmişti; ancak bugün medrese ve çeşme yok.

Cami restorelerle kan kaybetse de,

Hazire hasta, her an hayatını kaybedebilir.

Acaba o zarif yaşlı nesil gittikten sonra mı böyle harap oldu gravürleri kıskandıran cami ve bahçesi,

Yoksa tembel bir imamın eline mi düştü ki etrafı temizlememekte.

Hayır, bu hazine böyle hoyratça yok edilemez.

Ağaçlar budanıp mezarlara zarar veren kısımlar çıkarılıp kırılan kabir taşları onarılmalı.

Cami de son restorede iri darbeler yedi.

Ne orijinal mimariye sadık kaldılar,

Nede el dokuması halıları kaldı,

Şimdi kötü makine halıları ile doldurmuşlar,

İnşallah Vakıflar sahip çıkmıştır da el yazması kitaplar gibi el dokuması halıları da birileri çalmamıştır.

Fakat Hazire çok hasta; yıkık, dökük, kırgın, küskün, son şahideler daha ne kadar direnecekler bu duyarsızlığa, işte orası meçhul.

Bir kuşak sonrasının çocukları hazireyi düz bir arsa olarak görmezler inşallah.