Hayvanlar… Allah’ın sessiz kulları… Bizimle aynı toprağı, aynı göğü paylaşan, dilsiz ama hisseden, konuşmayan ama bize emanet bırakılan canlılar… Onlara merhamet etmek, inancımızın da vicdanımızın da değişmez bir parçasıdır. Ne bir mümin hayvana zulmedebilir ne de vicdan sahibi bir insan buna göz yumabilir. Fakat gelin görün ki, bu ülkede her meselede olduğu gibi hayvanlar konusunda da ifrat ve tefrit arasında savrulup duruyoruz.
Bir taraf “hayvan sevgisi” adına insan sağlığını hiçe sayıyor, diğer taraf “insan sevgisi” adı altında hayvanlara yaşama hakkı tanımıyor. Oysa en zor olan, en çok saldırıya uğrayan, en çabuk yanlış anlaşılan şey: itidalli bir duruş.
Bugün büyük şehirlerin sokaklarında ilginç bir tabloyla karşı karşıyayız… Gıda marketlerinin koridorlarında, kıyafet mağazalarının reyonlarında, kafe ve lokantalarda hayvanların rahatça dolaştığını görüyoruz. Bazı marketlerde gıdaların üzerinde uyuyan kedilerin görüntüleri “ne kadar tatlı” diye romantize ediliyor. Ama kusura bakmayalım, bu durum tatlı değil; halk sağlığı açısından ciddi bir risk. Alerjisi olanlar için, otoimmün hastalığı bulunanlar için, enfeksiyon kapma riski taşıyan çocuklar için hayati tehlikeler barındırıyor.
Herhangi bir Avrupa ülkesinde bir marketin ortasında uyuyan kedi görebilir miyiz? Bir kıyafet mağazasının rafında hayvan tüyleri içinde kıyafetlerin satıldığını? Bir kafede müşterilerin yediği masanın altını hayvanların yaşam alanı gibi kullandığını? Bir an durup bu soruları sormak bile bize manzarayı açıklıyor.
İşin daha trajik tarafı şu: Bu durumu dile getirdiğimizde, yetkililere, “Lütfen buna dikkat edelim” dediğimizde, bir anda “hayvan düşmanı” ilan ediliyoruz. Oysa mesele nefret değil… Mesele sınır. Mesele sağlık. Mesele düzen.
Ben kedisi olan biriyim. Evimde hayvan beslemiş, hayatı boyunca hayvanlara şefkat göstermiş biriyim. Fakat yakın zamanda yaşadığım otoimmün hastalık nedeniyle kedi tüyüne alerji geliştirdim. Bugün bir mağazada, bir markette uyarı yaparken kendimi şu cümlenin içine sıkışmış buluyorum: “Benim de kedim var, ben de hayvanları seviyorum ama sağlık açısından lütfen dikkat edebilir miyiz?” Bu cümleyi kurmadan kimseyi ikna edemiyoruz. Çünkü itidal bu ülkede sürekli savunma gerektiriyor.
Diğer uçta ise şu büyük gerçek duruyor: Biz de hayvanların alanlarını işgal ediyoruz. Çarpık kentleşme, kontrolsüz yapılaşma, yeşil alanların yok edilmesi… Onların doğal yaşam alanlarını ellerinden aldık; sonrasında sokaklarda yaşamak zorunda kalan hayvanları şimdi “sorun” diye birbirimize atıyoruz. Bu mesele ne romantikleştirmeye, ne de vahşi çözümlere müsaittir. Bu mesele düzen ister; sağduyu ister; insaf ister. Hayvanlar ve insanlar aynı şehirde huzur içinde yaşayabilirler. Bunun için uzlaşıya ihtiyacımız var.
Hayvan sevgisi, insan sağlığını yok saymak değildir.
İnsan sevgisi, hayvanları şehirden silmek hiç değildir.
Merhamet, ölçü ister.
İtidal ise, bu ülkenin kaybettiği ama en çok ihtiyacı olan değerdir.