Hayber, Mediye’ye 180 km uzaklıkta, Medine- Suriye yolu üzerinde bulunan eski bir ticaret ve ziraat merkezi olarak bilinmekteydi.
Şehrin ismini, kurucusu Hayber b. Kaniye b. Mehlâil’den aldığı rivayet edilmektedir. Yahudilerin oturduğu yedi ayrı kaleden oluşan verimliliği, sağlamlığı ve su bentleriyle meşhur Hayber vadisi, önemli bir ticaret merkeziydi.
Hayber hakkındaki tarihi bilgiler, burasının eski bir yerleşim yeri olduğunu, sadece Yahudilerle bağlantılı değil, farklı zamanlarda farklı kavimlere ev sahipliği yaptığını göstermektedir. Bâbil kralı Nabonidus’un (M.Ö. 556-539) yazıtında Hayber’le ilgili bilgilere rastlanmaktadır. Bu yazıtta, Nabonidus’un Teymâ’da ikinci başşehrini kurduktan sonra Hayber ve Fedek’ten geçerek Yesrib’e (Medine) kadar yolculuk yaptığı kaydedilmiştir. Harran’da bulunan başka bir yazıtta ise Şerhîl b. Talmû’nun Hayber seferinden bir yıl sonra 463’te Zelmertûl’u inşa ettirdiğine dair bilgiler bulunmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Medine’yi henüz teşrif etmediği hengâmda Hayber’deki Yahudilerin, Mekke’de büyük düğün ve törenlerin organizasyonunda yemek kazanları ve mücevherleri kiraladığını erken dönem İslâm kaynaklarından öğrenmekteyiz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Medine’de İslâm Devleti’ni kurduğu, devletin anayasasını oluşturup, devleti tahkim ettiği hengâmda Hayber vadisinde ticaretle iştigal eden varlıklı Yahudileri de emrine boyun eğdirmişti.
Hayber adının önem kazanması, meşhur olması İslâm devletinin kuruluşunun 7. yılında (628), buradaki Yahudilerin bertaraf edilmesiyledir.
İnsanlığın kurtarıcısı ve peygamberi, İslâm devletinin başkanı ve Müslümünların lideri Hz. Muhammed (s.a.v), Hicret’le birlikte başkenti Medine olan İslâm devletinin temellerini atmıştı. Önce, hazırladığı anayasa ile burada yaşayan müşrikler ile Benî Kurayza, Benî Nadîr ve Benî Kaynuka Yahudilerinin can, mal ve din hürriyetlerini teminat altına almıştı. Bu anlaşmaya göre Medine’ye herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda, söz konusu unsurların şehrin savunmasına katılmalarını şart koşmuştu. Bu, içeride barışı tesis etmek anlamına geliyordu. Hemen ardından dış tehditlere yönelmiş, müşriklere karşı seferler düzenlemişti.
İslâm devletinin başkanı Hz. Muhammed (s.a.v), Hendek Savaşı (m. 627)’ndan sonra anayasaya uymayan, verdikleri sözde durmayan ve ihanet eden “Benî Kurayza, Benî Nadîr ve Benî Kaynuka” Yahudilerine gerekli cezayı vermişti.
İhanetin bedeli olarak Medine’den sürülüp çıkartılan ve Hayber’e yerleşen Benî Nadîr Yahudileri, söz konusu ticaret hattı için tehdit unsuru haline gelmişti. Zira, Suriye ve Irak bölgelerinden Medine’ye ulaşan ticaret hattı, Dûmetülcendel ve Hayber güzergâhını takip etmekteydi.
Mekke Şehir Devleti, Müslümanlara karşı yeni bir saldırı planı hazırlamış, bunun için de Gatafânlılardan Hayber’in bir yıllık hurma mahsulü karşılığında yardım istemişlerdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), yeni kurulan İslâm devleti için kalıcı tehdit haline gelen Yahudileri bertaraf etmek için önce Mekke Şehir Devleti’yle (müşriklerle), Hudeybiye Anlaşması’nı yaparak müşriklerin Müslüman-Yahudi savaşında tarafsız kalmalarını sağlamış, ardından Hayber Seferi’nin hazırlıklarına başlamıştı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), bir ay gibi kısa bir sürede sefer hazırlıklarını tamamlayarak 1.500 (binbeşyüz) kişilik bir kuvvetle Medine’den yola çıkmıştı. Sahbâ mevkiinde Hayberli Yahudilerin müttefiki olan Gatafânlılar, İslâm ordusunun yolunu kesmek istese de ordunun bölgeye yönelmesi üzerine cesaret edemeyerek geri döndü. İslâm ordusu, üç gün Recî’de kaldıktan sonra Hayber’e ulaştı.
1.500 kişilik İslâm ordusuna karşı Hayber Yahudileri 20.000 kişilik ordu hazırlamıştı. Ayrıca tahkim edilmiş kale avantajına sahipti. Bugün Siyonist İsrail’in “demir kubbesi” gibi o günkü Yahudilerin de müstahkem kaleleri vardı. Öyle ki, her bir kale üç hisarla tahkim edilmişti.
Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerin bugün demir kubbenin, dün müstahkem kalelerin ardına sığındıkları, korkak oldukları şöyle anlatılmaktadır: “Onlar (Yahudiler), toplu halde sizinle savaşamazlar; ancak tahkim edilmiş yerlerde, duvarlar (siperler) arkasından savaşırlar. Aralarındaki çarpışmalar ise şiddetlidir. Sen onları toplu sanarsın, halbuki kalpleri dağınıktır; bu onların akılları ermez bir kavim olmalarındandır” (Haşr, 14).
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in liderliğindeki İslâm ordusu, Hayber’de Yahudileri yenerek büyük bir zafer kazandı; onlara boyun eğdirdi (m. 628). Hz. Ali (r.a.)’ın muhteşem kahramanlığı ve sahabelerin fedâkar savaşıyla Hayber’in Nâim, Kamûs, Şık, Netâh, Ketîbe, Vatîh ve Sülâlim kaleleri alındı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), ihanet eden, İslâm devlet otoritesi aleyhinde bulunan Hayber Yahudilerine karşı büyük bir başarı kazanmasına rağmen, şehir halkının tamamının canını bağışladı; üzerlerindeki kıyafetleriyle Hayber’i terk etmesine izin verdi. Daha sonra kararını daha da yumuşattı ve yerlerinde kalarak ortakçılık yapmalarına, yetiştirecekleri mahsulün yarısını almalarına izin verdi.
O günkü Hayber Yahudileri şunu iyi biliyordu ki; eğer Hz. Peygamber, Yahudilerin yaptığı ihanetin hükmünü Tevrat’a göre verseydi “yetişkin erkeklerin hepsinin boynu vurulacak, kadın ve çocukları da köle olacaktı”.
İnsanlığın kurtarıcısı ve peygamberi, İslâm devletinin başkanı ve Müslümünların lideri Hz. Muhammed (s.a.v), Kur’an-ı Kerim’de emredilen savaş hukukunu eksiksiz uygulamıştı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) isteseydi o gün yaşayan hiçbir Yahudi bırakmazdı. Bunu yapacak güce sahipti. Ancak İslâm savaş hukukunda “düşmana karşı cihad etmek vardır, güç göstermek vardır, hâkimiyet kurmak vardır ancak yenilen tarafa zulmetmek yoktur. Kadına, çocuğa, yaşlıya, taraf olmayana kılıç çekmek yoktur”.
Siyonist İsrail’in bugün, işgal ettiği topraklarda Müslümanlara uyguladığı katliam ve soykırım, insanlık tarihinin en acımasız, en alçak zulmüdür.
Kundaktaki bebeklere, hamile kadınlara, yaşlılara, bundan da öte Gazze’deki bütün canlılara karşı uyguladığı katliam ve soykırımı gördükten sonra insanlar fevç fevç Müslüman olmuyorsa bunun başlıca iki sebebi vardır: Birincisi, İslâm’ın tam ve etkili şekilde insanlara anlatılamaması; anlatacak inanç, ihlas ve kültürde Müslümanların eksikliği. İkincisi ise Müslümanların, Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’deki emirleri ile Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in emir ve tavsiyeleriyle ortaya çıkan örnek Müslüman hüviyetinden yoksun olması.