Halkı avutmak için yapılmayanı yapılmış, satılmayanı satılmış gibi göstermek

Abone Ol

Türkiye, son yıllarda savunma sanayiinde önemli adımlar attıklarını gösteriyorlar. Yeni projeler, prototipler, imza törenleri ve manşetlerde süslenen haberler toplumda haklı bir heyecan uyandırıyor. Ancak burada kritik bir nokta var: Gerçekleştirilen adımlarla, sadece “öyleymiş gibi” gösterilen iddiaları birbirinden ayırmak.

Haziran ayında gazeteleri açanlar, Türkiye’nin göklere çıktığını zannettiler. İşte o manşetlerden sadece birkaçı:

• Posta, 12 Haziran 2025: “Türkiye KAAN’la rekora uçtu”

• Takvim, 12 Haziran 2025: “Türkiye KAANatlandı”

• Diriliş Postası, 12 Haziran 2025: “KAAN’da tarihi anlaşma”

• Sabah, 12 Haziran 2025: “Gökyüzünde KAAN çağı”

• Milliyet, 12 Haziran 2025: “5. Nesil ihracat uçurmaya başladı”

• Akşam, 12 Haziran 2025: “Göklerin yeni hakimi”

• Yeni Şafak, 12 Haziran 2025: “KAAN büyük oynuyor”

• Milat, 12 Haziran 2025: “Endonezya’ya 48 adet KAAN”

Manşetlere bakınca tablo çok netti: Türkiye, beşinci nesil savaş uçağını üretmiş, Endonezya’ya satmış, Cumhuriyet tarihinin en büyük ihracatını yapmıştı. İktidar ve yakın medya organları, günlerce bu “zaferi” ballandıra ballandıra işledi. Fotoğraflar, demeçler, imza törenleri… Her şey bir başarı hikâyesi gibi kurgulandı.

Peki sonra ne oldu? Aradan sadece üç ay geçti. Bu kez aynı gazeteler bambaşka başlıklarla çıktı:

• Cumhuriyet, 29 Eylül 2025: “KAAN çıkmazı”

• Karar, 29 Eylül 2025: “KAAN’ın motoruna ABD freni”

• Sözcü, 29 Eylül 2025: “KAAN’dırıldık!”

• Korkusuz, 29 Eylül 2025: “Yerli-milli uçağımız KAAN motorsuz kaldı”

Haziran’da “Cumhuriyet tarihinin en büyük ihracatı” diye övülen KAAN, Eylül’de “ABD’den motor lisansı çıkmazsa uçamaz” gerçeğiyle yüzümüze çarptı. Bir ay övülen “tarihi anlaşma”, ertesi ay bir “çıkmaz”a dönüştü.

Şimdi size soruyorum: Hangisi doğru? Haziran’daki manşetler mi, Eylül’deki manşetler mi?

Cevap açık: Haziran’dakiler bir algı operasyonuydu, Eylül’deki ise acı gerçek.

KAAN’ın en kritik parçası olan motor hâlâ ABD’nin lisansına bağlı. Washington “hayır” dediği anda ne ihracat var, ne de gökyüzünde uçacak bir uçak. Biz sadece gövdesini yapıyoruz, can damarı başkasının elinde.

Bu tablo bize yabancı değil. 2018’de Pakistan’la 30 ATAK helikopteri için imzalar atılmıştı. (SDE, 13 Temmuz 2018: “30 ATAK helikopterinin satışı için Pakistan’la imzalar atıldı”) denildi. Manşetler “tek seferde en büyük savunma ihracatı” diye atıldı. Ama motoru ABD-İngiltere ortak yapımıydı. Kriz çıkınca lisans verilmedi. Sonuç? Cumhuriyet, 15 Temmuz 2019: “ATAK ihracatı belirsiz hale geldi.”

30 helikopter Pakistan’a teslim edilemedi. Anlaşma kâğıt üzerinde kaldı. Türkiye’nin itibarı da ciddi yara aldı. Bugün KAAN için yaşanan da aynı senaryodur.

Şimdi soralım: Bu mudur “yerli ve milli”?

Bir savaş aracının gövdesini üretip motorunu başkasına muhtaç bırakarak bağımsızlık mı kazanılır? Bizimkisi, gövdesi bizden, can damarı başkasından olan bir yarım bağımsızlık masalıdır.

Haziran’da milleti “uçtuk, rekor kırdık” diye avuttular. Eylül’de “motor yok, lisans yok, ihracat tehlikede” demek zorunda kaldılar. Bu çelişki, iktidarın gerçeği gizlemek için günübirlik algı oyunlarına başvurduğunu gösteriyor.

Halkı hamasetle avutabilirsiniz, manşetlerle göz boyayabilirsiniz ama gerçek değişmez. Gerçek şudur: Motorunu kendin üretemiyorsan, gökyüzünde de, karada da, denizde de bağımsız değilsin.

Türkiye’nin ihtiyacı sahte zafer masalları değil, gerçek teknoloji yatırımlarıdır. Gerçek bağımsızlık, motorunu, yazılımını, kritik parçalarını kendi üreten bir Türkiye ile mümkündür. Yoksa dün ATAK helikopteri nasıl kâğıt üzerinde kaldıysa, bugün de KAAN aynı akıbeti yaşamaya mahkûmdur.