Hak din, muharref din, bâtıl din-II

Abone Ol

Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’in (s.a.v) getirdiği İslâm dinine ters düşen her dini reddetmiş ve mensupları dinlerini yaşasalar bile o dinlerin kendi indinde makbul olmayıp merdûd olduğunu belirtmiştir. Çünkü Son Peygamber’in gelmesiyle bütün dinlerin hükmü son bulmuştur.

Allah Teâlâ, İslâm’ın dışındaki dinleri kesinlikle kabul etmeyeceğini ifade ederek şöyle buyurmaktadır: “Allah katında din, şüphesiz İslâm’dır” (Âl-i İmrân Sûresi, 19); “Her kim İslâm’dan başka bir din ararsa asla kabul edilmez ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olur” (Âl-i İmrân Sûresi, 85).

Yani Allah’ın, Hz. Muhammed’in getirdiği İslâm dininden başka, kabul ettiği bir din yoktur. İslâm, lafzı mutlak olarak kullanıldığında onunla İslâm dininden başka bir din kastedilmez. Nitekim şu ayet-i kerimede bu çok açıktır: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim” (Maide Sûresi, 3).

İSLÂM ÜSTÜNDÜR, ONA ÜSTÜN GELİNMEZ

İslâm, semâvî mesajların en sonuncusudur. Allah Teâlâ, bütün dinlerin kemâlâtını onda toplamış ve elçisi Hz. Muhammed’i (s.a.v) diğer bütün dinleri nesheden, hükmedici bir peygamber olarak gönderdiğini kesin nasslarla bildirmiştir: “O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlü’nü hidayet ve Hak din ile gönderendir” (Tevbe Sûresi, 33). Tefsirlerin beyanına göre ayet-i kerimenin “Bütün dinlere üstün kılmak için” kısmının manası, Yahudilik, Hristiyanlık ve diğer dinlerin hepsinden üstün kılmak anlamındadır.

Bu konuda, tefsir âlimlerinin önde gelenlerinden Şeyhülislam Ebussuud Efendi şöyle demektedir: “Allah Teâlâ vaadini İslâm dinini üstün kılarak gerçekleştirmiştir. Şöyle ki, İslâm’ı son din yapmış ve onun dışındaki bütün dinleri mağlup ve makhûr kılmıştır”.

Allah Teâlâ, başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir” (Mâide Sûresi, 48). Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, kendisinden önceki kitaplara hükmeden ve onları denetleyen bir kitaptır.

Kur’an-ı Kerim’de, “Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râinâ” derler. Hâlbuki onlar “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler” (Nisa Sûresi, 46) ayetiyle, Yahudilerin Kur’an-ı Kerim’deki bazı ifadelerine, kelime oyunları yapmaya kalkıştıklarından bahsedilmektedir.

Râina kelimesi, Arapçada “Bizi gözet, Bize bak” demekti. Müminler Resulullah’ın nasihatlerinden daha çok yararlanmak için “Râina” (Bizi gözet) diyorlardı. Yahudilerse bu ifadeyi, İbrânicede hakaret ifade eden ve ses benzerliği olan “râûnâ” kelimesinin manasını kastedecek şekilde anlamını değiştirerek okuyorlar, Müslümanlar gibi “işittik ve itaat ettik” yerine “işittik ve isyan ettik” diyorlardı. Bundan dolayı Bakara Sûresi, 104’üncü ayet-i kerime inmiş ve “Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır” (Bakara Sûresi, 104) buyrulmaktadır.

Nisa Sûresi, 46’ncı ayet-i kerimede Yahudilerin hadlerini aşarak Kur’an-ı Kerim’deki ifadeleri kendilerine göre İbranice kelime oyunlarına başvurduklarına dikkat çekilmekte, Bakara 104’üncü ayet-i kerimeyle ise müminler, bu sinsiliğe karşı uyarılmaktadır. Böylece Yahudilerin dolaylı yoldan ve ses benzerliğiyle dahi olsa fitne sokmasına fırsat verilmemiş, ayetin sonunda Yahudilerin kötü akıbeti hatırlatılmıştır.

Yahudilerin Tevrat’ı tahrif ettikleri vâkidir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Şimdi (ey müminler), bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi” (Bakara Sûresi, 75).

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de, “Muhakkak ki onlar, kitaplarını tahrif ettikleri gibi peygamberlerine de iftira ediyorlar” buyurmaktadır.

Hristiyanlarla ilgili de şöyle buyurulmaktadır: “Kendilerine hatırlatılan hakikatlerin (Kitab’ın) çoğunu unuttular” (Mâide Sûresi, 14). Yani İncil’in hükümlerinden birçoğuyla amel etmeyi bıraktılar. “Bu yüzden Biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret bıraktık” (Mâide Sûresi, 14).

Netice-i kelam: Tevrat, Musa Aleyhisselam’dan çok sonra bazı din adamları tarafından yazılmıştır. Tevrat’ın içindeki peygamberlere iftiralar ve tehvid dininin ruhuna yakışmayacak ifadeler ile insanlar başta olmak üzere bütün canlılara karşı verilen katliam emirleri ortadadır. Bugünkü Tevrat’ın Allah-u Teâlâ’nın Musa Aleyhisselam’a indirdiği kitap olmadığı apaçıktır. Davud Aleyhisselam’a indirilen Zebur da aynı akıbete uğramıştır.

İncil de İsa Aleyhisselam’dan sonra yazılmıştır. Malumdur ki, İsa Aleyhisselam, otuz yaşında peygamber olmuş ve üç yıl peygamberlik vazifesini deruhte etmiştir. Bu üç yıllık kısa dönemde büyük bir fedakârlık örneği göstermiş, halkı irşad için köy köy, şehir şehir dolaşmış; İncil’i yazdırmak için zaman ve fırsat bulamamıştır. İncil’in bugünkü nüshalarının Allah-u Teâlâ’nın İsa Aleyhisselam’a gönderdiği kitap olmadığı apaçıktır. Miladi 325 yılında İznik Konsili’nde kabul edilen dört “Matta, Markos, Luka ve Yuhanna” İncilleri arasındaki farklılıklar ortadadır.

Kur’an-ı Kerim ise Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından bir taraftan vahiy kâtipleri vasıtasıyla yazdırılmış, diğer taraftan ezberlenmiştir. Yani hem yazılı hem de sözlü olarak nesilden nesle aktarılarak, tek bir kelimesi dahi değişmeden bize ulaşmıştır. Kur’an-ı Kerim’in tahriften korunacağı teminatı şöyle beyan edilmektedir: “Kur’an’ı biz indirdik, onu muhafaza edecek olan da biziz” (Hicr Sûresi, 9).

(Devam edecek)