Haddini bilip kazanmak!

Abone Ol

Ben futbolda bu, “Haddini bilmek” deyimini kullandığımda başta Hıncal Uluç ağabey olmak üzere, aynı görüşteki çok insandan tepki aldım. Ben bu deyimi kullanırken asla ve asla teslimiyetçilikten söz etmek istemedim. Benim derdim; ciddi güçler farklığında aleyhte olanı asgariye, yani en aza indirmek ve dolayısıyla da neredeyse eşit koşullarda mücadele etmek idi... Örnek mi Siz herhangi günümüz bir Türk takımı olarak Barcelona ile aynı futbol mantalitesi ve çok çağdaş(!) oyun anlayışı ile mücadele etmeye kalkışırsanız başınıza ne gelir Ağır bir yenilgi... Ama Real Madrid bile başka bir oyun biçimine dönmek zorunda kalıyor. Tıpkı bazı takımların Real Madrid karşısında başvurduğu düzen gibi...

Ve buradan hareketle maça gelelim. Bunları neden yazdım, maçı izlerken anladınız mı Biz İzlanda ile açtık bu grubu... Ne yaptık orada İçindeki tek bir futbolcunun dahi kendi takımında oynamadığı 3-5-2’yle oynadık. Adamların hocası bile böyle oynayacağımızı duyduğunda, “Oh be” demişti...

Neyse o maçta aldığımız ağır yara yüzünden de neredeyse gruptan elendik... Hollanda karşısında ise böyle bir oyuncu topluluğuna ve onların oyun modeline göre oynadık. Yani onları dar bir alanda, kalabalık içinde yan pas yapmaya yönelttik. Böylece bizden daha iyi fizik gücüne sahip olmalarına rağmen bizden daha fazla yoruldular. Derinliğimize hemen hemen hiç top yemedik dersek yeridir. Bir de İzlanda maçını düşünün... Herhalde Hollandalı futbolcular İzlandalılardan daha kariyerliydiler değil mi Hollanda’ya karşı oynanması gereken buydu işte. Onları dakika dakika kurgularından koparmak, yeni ama alışık olmadıkları çarelere yöneltmek idi taktiğimiz. Tuttu da... Terim hoca Volkan ve Ozan tercihleri ile de topun daha fazla ayağında kalmasını sağladı. Hatta zaman zaman da rakibin uzun bıraktığı alanlara kayabilme avantajını da... Öylesine iyi ve çabuk, organize geçtik ki topun arkasına, rakip hemen hemen kalabalık içinde hiçbir yüksek topu alamadı. Alamadı ama pas yapmasına, adam geçmesine izin vermeyerek kayıpta olduğu yüksek toplara yönelttik onları.

Kazandığımız ya da bize ikram edilen toplarla da bir elin parmakları kadar da olsa etkili hücum da ettik. Gol de bulduk. Kazanırken de son saniyede sahanın en büyük oyuncusundan gol yedik. Sneijder bize Kadıköy’de de atmıştı, burada da attı. Ama en azından İzlanda’da yediklerimiz ya da atlattıklarımız kadar bir hesap yoktu aleyhimize... Burada bir hata yaptık sadece... Volkan’ı alıp Hakan’ı soktuk. Bu, bizim sol kanada daha kolay yüklenmelerine sebep oldu. Bunun dışında Serdar ve Burak’ın sakatlıklarındaki değişiklikler ise beklenen gibiydi.

Özetle büyük avantaj kaçırdık. Şimdi acaba Çek maçını orada nasıl oynayacağız. Türkiye’deki İzlanda ve Hollanda maçlarının İstanbul dışında oynanacağını öğrendim Terim hocanın ağzından... Hatırlar mısınız, bu satırların yazarı, Beckham’ın Kadıköy’de penaltı kaçırdığı İngiliz maçından önce başlayarak, “Yapmayın, etmeyin, büyük ve önemli maçları İstanbul dışında oynatın” diye az mı yazdı... Çünkü İstanbul’un Üç Büyükler kavgası milli takıma çok ağır biçimde yansıyordu. Aradan kaç yıl geçti, nihayet bendenizin sözüne geldiler... Bu da bir aşamadır...

Pardon unutmadan... Lüksemburg’la oynayacağız. Allah aşkına bu ne maçıdır