Türkiye’de demokrasiyi ve parlamenter rejimi modernleşme tecrübemizin siyasi sonuçları olarak kabul etmek mümkündür. Çok partili hayat, kesintilere rağmen II. Meşrutiyet’ten itibaren siyasi tarihimizde takip edilebilir. Elbette Türkiye’deki siyasi ayrışmalar, Avrupa ya da Amerika’dakilerden farklı bir tarihsel ve sosyolojik gerçeklik içinde şekillenmiştir. “Türkiye’de gerçek anlamda çok partili hayat ne zaman ortaya çıkmıştır?” sorusunun peşine düşüldüğünde, reel siyasetin kendi imkânları dahilindeki kopuşların ve yeni partileşmelerin bu soruya ne kadar cevap verebileceği tartışmalıdır. Örneğin 1945 yılının sonunda Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılan dört milletvekilinin DP’yi kurmaları ve kurarken de CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’den icazet almaları, bu ayrışmanın ilkeler temelinde değil de belli siyasi yorumlar açısından gerçekleştiğini göstermektedir. DP’nin kuruluşu, tek parti rejiminde 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası ile denenen ancak başarılamayan “güdümlü muhalefet” tecrübesini hatırlatmaktadır. Daha sonra DP’den kopan Millet Partisi ve Hürriyet Partisi tecrübeleri de güncel siyasetin kendi içindeki güç mücadelesi etrafında yorumlanabilecek kopuşlardır. Cevat Rıfat Atilhan’ın İslam Demokrat Partisi ile Necip Fazıl Kısakürek’in 1951 yılında Büyük Doğu Dergisi’nde parti programını yayınlayarak kuracağını duyurduğu, ancak kuramadığı Büyük Doğu Partisi’nin bu tespitin ne kadar dışında kaldıkları da tartışmalı bir konudur.
MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİ VE ONUN KARİZMATİK LİDERİ
Bu girizgâhı yapmamızın sebebi, Milli Görüş Hareketi ve onun karizmatik lideri Necmettin Erbakan’ın siyasetteki varlığının farklı bir değerlendirmeyi hak ettiğini düşünmemizdendir. Tarih, toplum, siyaset, devlet ya da kültürel gerçekliğin üretilmesine katkıda bulunan herhangi bir kurum ya da organizasyon “sıfır” noktasından hareketle var olamaz. Necmettin Erbakan’ın hayat hikâyesinde ailesinin, aldığı dini eğitim ve terbiyenin, okuduğu okulların, devam ettiği derneklerin ve örnek aldığı insanların etkilerini takip etmek mümkündür. O, 1969 yılında Adalet Partisi’ne milletvekili adaylığı için başvurduğunda Türkiye’de kendisini öteki olarak hisseden pek çok dindar insanın hikâyesinin farkındadır. AP’den milletvekili olması engellendiğinde ve Konya’dan bağımsız milletvekili seçildiğinde yeni kuracağı siyasi hareketin o dönemde AP içinde daha dindar eğilimlere sahip olan ve “aşırı sağ” olarak adlandırılan grubunkine benzer bir yapılanma olacağı tahmin edilmiştir. Hatta daha sonra Demokratik Parti ismiyle partileşen bu grup, onun Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği başkanlığını ve AP’den milletvekili adaylığını desteklediği için Necmettin Erbakan’ın da bu grupla birlikte hareket edeceği tahmin edilmiştir. Bu tahminin dönemsel gelişmeler açısından makul görülebilecek tarafları olduğu da düşünülebilir. Ancak Milli Nizam Partisi’nin kurulma aşamasında Necmettin Erbakan, çok daha farklı ve zor bir yolu tercih etmiştir. Milli Görüş Hareketi, taban olarak DP-AP çizgisindeki partileri destekleyen dindar tabana dayanmasına rağmen, bu siyasi çizgiden ayrışmayı ve bu çizgiyle ciddi bir mesafeyi de temsil etmiştir. Bu ayrışmanın ve mesafenin temelinde sadece farklı siyasi yorumlar değil, aynı zamanda bir insan paradigması da bulunmaktadır.
SİYASETE DAHİL OLDUĞU 1960'LI YILLARDAN İTİBAREN TÜRK SİYASETİNDE İNSAN NEDİR?
Hem dünyada hem Türkiye’nin yaşadığı değişim, insanın ne olduğu sorusuna verilen cevabın değişmesiyle ve hatta bu sorunun gündemden düşmesiyle ilgilidir. Öyle ki bu soru, bir siyaset felsefesine kaynaklık etme noktasında bütün dinlerin ve öğretilerin belki de en önemli sorusuna karşılık gelmektedir. Ancak ve ancak bu soru, insanın dünyada neden var olduğu ve dünyayla nasıl bir ilişki kurması gerektiği ile ilgili cevap arayışına esas teşkil edebilir. Necmettin Erbakan’ın da siyasete dahil olduğu 1960’lı yıllardan itibaren Türk siyasetinde insan nedir sorusunu merkeze alarak bir siyaset felsefesi geliştirme konusunda katkı sağlayan iki ana siyasi hareketten bahsedilebilir. Bu ana siyasi hareketlerden biri sosyalist soldur ve Marksist teorik kökenlerine göre insanı maddi temelde; ekonomik şartlara bağlı bir varlık olarak tanımlamıştır. Diğer siyasi hareket ise insanı İslam inancı temelinde tanımlayan Milli Görüş Hareketi’dir. Bu yüzden, Türkiye’de hakiki anlamda çok partili hayatın insan meselesini temel alan ve o zamana kadar devam eden reel politik ayrışmaların ötesine geçebilen alternatiflerle 1960’lı yıllarda başladığını iddia etmek mümkündür. Daha önceki siyasi hareketliliğin buz dağının görünmeyen kısmıyla çok da ilgilenmediği tespit edilebilir.
SİYASETİ DE İNSANİ SORUMLULUĞA BAĞLI BİR FAALİYET OLARAK TANIMLAMIŞTIR
Necmettin Erbakan’ın vefatına kadar süren siyasi mücadelesinin, Türkiye’de pek çok bürokratik kuruluş, medya, genel ve yerel siyaset temsilcileri tarafından çok yönlü bir “algı yönetimi” operasyonuna muhatap olması da siyasetin gündelik mücadelesinin ötesinde bir anlama sahiptir. Pek çok kesimin onun siyasetteki varlığından duyduğu rahatsızlık, bir yönüyle insan nedir sorusuna verdiği cevapla da ilgilidir. Necmettin Erbakan, liseli ve üniversiteli gençlere verdiği seminerlerde esas olarak siyasette nasıl başarılı olunacağını ya da seçimlerin nasıl kazanılacağını anlatmamıştır. İnsanın yaratılış gayesinin ne olduğu sorusu ekseninde siyaseti de insani sorumluluğa bağlı bir faaliyet olarak tanımlamıştır. Yaptığı herhangi bir konuşmaya selam ile başlamasını, konuşmasının orada bulunanlara, bütün Müslümanlara ve insanlığa hayırlar getirmesini temenni etmesini, insan anlayışının bir yansıması olarak görenler olduğu gibi dini araçsallaştıran bir göz boyama olarak görenler de olmuştur. Necmettin Erbakan’ı ve mücadelesini gerçekte tarihsel ve sosyolojik veriler üzerinden anlamaya çalışmak daha doğru bir yol olacaktır. Elbette meselenin niyet kısmı, şüphesiz tam olarak Allah’a açık, biz insanlara sınırlıdır.
NAZİK BİR İSTANBUL BEYEFENDİSİ OLDUĞUNA ONU TANIYAN, SEVEN YA DA SEVMEYEN HERKES ŞAHİTLİK EDEBİLİR
Necmettin Erbakan’ın, Türk siyasi hayatına aktif bir şekilde dahil olmasından itibaren sağ-sol ayrışmasının şiddete dönüştüğü yıllarda CHP ile koalisyon kurması ve daha sonraki hükümetlerde bulunmaya gayret etmesi, sadece bir güç talebini mi yansıtmaktadır; yoksa toplumsal barışa katkı olarak kabul edilebilir mi? Aynı yıllarda ısrarla kendi tabanını siyasi çatışmaya bağlı şiddet ortamından uzak tutma çabasında olmuştur. Yıllar sonra 28 Şubat sürecinde Türkiye’nin en büyük siyasi partisi haline gelmiş Refah Partisi’nin kapatılmasını değerlendirirken kararı yanlış bulmasına rağmen kendisini destekleyenlere hukuka uygun davranmalarını ve fevri davranışlardan kaçınmalarını tavsiye ederek itidal çağrısında bulunması, siyasi geçmişi açısından tutarlı değil midir? 28 Şubat sürecindeki algı operasyonunun önemli ayaklarından biri, Necmettin Erbakan’ın yaptığı bir konuşmadaki birkaç kelimenin (cümle değil) bağlamından koparılarak Türkiye’de iç savaş çıkarmaya çalışmakla itham edilmesidir. Halbuki insani ilişkilerinde nazik bir İstanbul beyefendisi olduğuna onu tanıyan, seven ya da sevmeyen herkes şahitlik edebilir. Mesele sadece kutsalları araçsal görmekse partileri kapatılmasına ve düşük oy oranları almasına rağmen siyasetteki bu ısrarı sadece güç mücadelesinden fayda elde etmek olarak yorumlanabilir mi? Üstelik yaşı ilerlemesine ve sağlık sorunları artmasına rağmen insanın dünyadaki yaratılış gayesinin Allah’a kulluk ve kulluk bilinciyle güç ile hak arasındaki çatışmada hak lehine mücadele etmek olduğunu gençlerden oluşan küçük gruplara verilen düzenli seminerlerde saatlerce anlatması, sadece siyasi fayda peşinde bir adamın yapacağı iş midir? Üstelik bütün bu mücadele, paraya, makama, unvana ya da şöhrete ihtiyacı olmayan bir adamın işi midir? Bu ve benzer soruları yeniden düşünmek gerekmektedir. Hakikat, algı oyunları dolayısıyla yansıtılanlardan farklı yönlere sahiptir. Necmettin Erbakan’ın hakkının vefatından sonra verildiği, Türkiye’deki hemen her kesim tarafından hürmetle anıldığı görülebilir. Ancak zamanında kendisiyle ilgili yapılan algı operasyonlarına bağlı ötekileştirme ve karikatürleştirmenin sadece siyasi değil, ahlaki maliyeti de hesap edilmelidir.
BAŞKA BİR SİYASİ TARİH OLARAK YAŞAMIŞTIR
Necmettin Erbakan’ın mücadelesini kendi geçmişiyle barışık, insanın anlamını Allah’a kullukta tanımlayan ve zulme karşı bir siyaset felsefesi oluşturma gayreti açısından da yeniden düşünmek gerekmektedir. Bu yüzden onun Türk siyasi hayatına yaptığı katkı, sadece siyasi partiler kurmaktan ibaret değildir. Türk siyasi tarihi, Necmettin Erbakan’ın siyasete dahil olmasından itibaren başka bir siyasi tarih olarak yaşanmıştır. Elbette bir insan olarak siyasetteki yorumları, tercihleri farklı değerlendirmelere ve eleştirilere muhatap olmuştur ve bu doğal bir durumdur. Ancak siyaset anlayışının temelinde insanı tanımlayan bir sabite var olmuştur. Vefatının onuncu yıl dönümünde düşüncelerinin hâlâ büyük bir ilgi ve hürmet görmesi, gündelik siyasetin ötesine geçmeyi başarmasıyla ilgilidir.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.