Nefsi terbiye etmenin en önemli metodu ise onun istek ve arzularına “hayır” diyebilmek, onun boyunduruğundan çıkmak suretiyle onu dizginlemektir. Nefsin ilk akla gelen istekleri ise; yeme, içme ve şehevanî arzudur ki oruç da gün boyu bu üçünü men etmektedir. Ahlakî olgunluk için sadece bu üçünden imtina etmek kâfi gelmez elbette. Bunun yanında oruçlu kimsenin dilini; gıybetten, dedikodudan, yalandan, sövmekten, gönül kırıcı laf söylemekten, gözünü harama bakmaktan, elini harama uzatmaktan muhafaza etmesi gerekir.
Resulullah’ın (s.a.v.), “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azat” buyurduğu Ramazan ayının mü’minler için önemini anlatır mısınız?
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere baktığımızda Ramazan ayını değerli kılan, onu on bir aya sultan kılan, iki hasletin bulunduğunu görürüz. Birincisi bu ayda dinimizin beş temel ibadetlerinden biri olan orucun bu ayda tutulmasının emredilmesi, ikincisi ise İlahî nizam Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmiş olmasıdır. Şimdi birincisinden başlayalım. “ Takvaya eresiniz diye, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç sizin üzerinize farz kılındı” (Bakara/183. ) ayetinde belirtildiği gibi oruç, sadece Müslümanlara farz kılınan bir ibadet değil, bizden önceki ümmetlere de Allah’ın emrettiği bir ibadettir. Bu da oruç ibadetinin önemini ortaya koymaktadır. Bu demektir ki yüce Allah’ın insanlığın saadeti için gönderdiği tüm dinlerin adeta olmazsa olmaz bir parçasıdır oruç. Peki, oruç rabbimizin katında niye bu kadar önem arz ediyor ki gönderdiği bütün dinlerde bu ibadeti emretmiş ve adeta dinimizin olmazsa olmazı şeklinde beş temel ibadetlerimizden biri kabul etmiştir? Şimdi bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım. Şurası bir hakikattir ki; rabbimizin gönderdiği bütün dinlerden gaye, bir cümleyle özetlersek, “kâmil insan oluşturmak”tır. Kur’an-ı Kerim tabiriyle “takva sahibi bir mümin” oluşturmak da diyebiliriz buna. “Sizin Allah katında en değerli olanınız en çok takva sahibi olanınızdır” (Hucurat/13) ayet-i celilesi ve “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadis-i şerifi de bu hakikati ifade eder.
Oruç kalkanını kuşanan mü’min nefsin esaretinden kurtulur
Kâmil bir insanın olmazsa olmazı ise nefsî terbiye, ruhî arınma ve ahlakî olgunluktur. Nefsi terbiye etmenin en önemli metodu ise onun istek ve arzularına “hayır” diyebilmek, onun boyunduruğundan çıkmak suretiyle onu dizginlemektir. Nefsin ilk akla gelen istekleri ise; yeme, içme ve şehevanî arzudur ki oruç da gün boyu bu üçünü men etmektedir. Ahlakî olgunluk için sadece bu üçünden imtina etmek kâfi gelmez elbette. Bunun yanında oruçlu kimsenin dilini; gıybetten, dedikodudan, yalandan, sövmekten, gönül kırıcı laf söylemekten… gözünü harama bakmaktan, elini harama uzatmaktan muhafaza etmesi gerekir. Yani orucu sadece midesine değil tüm organlarına tutturması gerekir. Efendimizin, “Oruç, (kötülüklere karşı) bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu zaman kötü söz söylemesin, bağırıp-çağırmasın. Biri ona sataşırsa da ben oruçluyum desin.” hadisi tam da buna işaret ediyor. Bir ay boyunca, bir taraftan nefisle mücadele eden mümin, diğer taraftan teravih ve diğer sünnet ve nafilelerle bolca namaz, bolca Kur’an okuma ve zikir yapmayı, seher vakti sahur yapacakken teheccüd ve istiğfarı da ekleyince ruhî arınma ve ahlakî olgunlaşma hususunda önemli bir mesafe kat eder ve takva sahibi bir mümin olmaya namzet olur. Oruçla ilgili yukarıda zikrettiğimiz (Bakara/183. ) ayetin “takvaya eresiniz” kısmı da orucun bu hikmetine vurgu yapar. Dolayısıyla mümin Ramazan ayına gireceği zaman bu şuur ve duyguyla girmelidir. Yani mümin; oruç kalkanını kuşanmak suretiyle dünyanın cazibesinden ve hayatın dağdağasından sıyrılacak, nefsin esaretinden kurtulacak, Allah’ın bu ay hatırına zincire vurduğu şeytanlardan azade olacak ve Rabbine, itikâf için rabbinin evleri olan camilere sığınacaktır. Bir hastanın zahir hastalıklardan kurtulmak için hastaneye yatıp tedavi olduğu gibi, bir aylık bir manevî, ruhî ve kalbî tedavi sürecine girecektir. Bir dervişin kırk gün çileye girdiği gibi bir ay boyunca, hatta şevval orucu eklenince kırk güne yakın, yılda bir sefer çileye girecek, camiyi ve evini çilehaneye dönüştürecektir. Bu zaviyeden ramazan ayına baktığımızda bu mübarek ayın, ruhî, kalbî ve manevî arınma için bir çile süreci, ahlakî olgunluğa ermek için bir eğitim süreci, üç azılı düşmanımız olan nefis, sekülerizm ve şeytandan kurtulmak için bir fırsat olduğunu görüyoruz. Böylece Allah’ın sevdiği bir kul olmaya vesile olacağı için bir rahmet ve mağfiret ayıdır. Türlü hastalıklardan müptela olan, bir ay hastanede tedavi olduktan sonra şifa bulup taburcu olmanın sürurunu yaşayan hasta misali mümin de kalbî hastalıklarından, ruhî emrazdan, nefsin esaretinden, dünyanın cazibesinden, şeytanın vesvesesinden, ramazan boyunca bir aylık tedaviden sonra, kurtulmuş olmanın ve arınmanın neşesiyle bayram eder. Aslında bayram bu arınma, tezkiye, ve takva yolunda manevî terakkiyi gerçekleştirenlerin hak ettiği bir sevinç günüdür. Ancak orucu anlatmaya çalıştığımız hikmetlerinden kopuk sadece aç ve susuz kalma, ramazan ayı boyunca yoğunlaştığımız teravih ve diğer ibadetleri belli hareketlere ve kıraat ve zikirlere indirgeme gibi bir şekilcilik anlayışıyla eda ettiğimiz zaman, her ne kadar farzlarımızı yerine getirmiş ve ecrimizi alsak da, almamız gereken manevî arınma, tezkiye ve nefis terbiyesi hususunda eksik kalmış olacağız. Dolayısıyla da kâmil bir insan ve takva sahibi bir mümin olma yolunda terakki etmek bir tarafa, nefsin esaretinden, dünyanın cazibesinden ve şeytanın vesvesesinden kendimizi kurtaramayacağımızdan orucun sırrını, hazzını ve hikmetini de kaçırmış olacağız. İşte bu gerçeğe Allah Resulü şu hadis-i şeriflerle dikkatimizi çekmiştir: “Kim yalan ve kaba davranmayı terk etmezse Allah’ın onun yeme ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur.” “Nice oruç tutan vardır ki orucundan nasibi sadece aç kalmaktır. Nice gecelerini kıyamla/ibadetle geçiren vardır ki kıyamından nasibi sadece uykusuz kalmaktır.”
Bütün güzelliklerin kaynağı Kur’an’dır
Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayı. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, bu ayda nazil olmuş. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı Kadir Gecesi’ni içinde barındırmakta. Bu haseple mü’minler Kur’an ayını nasıl geçirmeli? Mukabele geleneğine nasıl sarılmalı. Kadir Gecesi’ni nasıl aramalı ve ihya etmeli?
BİRİNCİ soruya cevap verirken Ramazan ayını değerli kılan iki hasletten ikincisin İlahî nizam Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmiş olmasıdır demiştik. Evet, Kur’an temas ettiği her şeye hayat veren, ona değer katan bir ruhtur. Zaten Şura/52’ de Allah, vahiy için “ruh” tabirini kullanmıştır. Keza Enfal/25’te “hayat verici” tabirini kullanmıştır. Buna göre ilahî vahyin temas ettiği her şey hayat bulur, değerli ve bereketli olur, Allah katında kıymetli olur. Mesela; Mekke, Medine, Kudüs, Cebel-i Nur, Sina vs. mekânları mukaddes kılan şey bu mekânlara vahyin inmiş olmasıdır. Ramazan ayını on bir aydan, kadir gecesini bin aydan değerli kılan sır ilahî vahyin bu zaman dilimlerinde inmesi ve/ya inmeye başlamasıdır. Nitekim Ramazan ayından bahseden Bakara/185. ayet ve kadir gecesini konu alan Kadir Suresi özellikle bu hususa dikkatimizi çekmiştir. Demek ki bu mekân ve zamanların diğer zaman ve mekanlardan daha değerli olmaları ilahî vahye ev sahipliği yapmaları sayesindedir. Keza, birer beşer/insan olan peygamberlerin diğer insanlardan üstünlüğü, Peygamberimizin ferman buyurduğu gibi Kur’an okutan ve öğrenenlerin en hayırlı kimseler olmaları ilahî vahiyle haşir-neşir olmalarından dolayıdır. Kur’an’ın şehadetiyle Allah Resulü’nün ahlakının en yüce ahlak olmasının sırrı Hz. Aişe annemizin ifadesiyle ahlakının Kur’an’a/ilahî vahye dayanması sayesindedir. Cahiliye döneminin asr-ı saadete inkılap etmesi yine vahiyle olmuştur. Sosyal hayat, siyasî hayat, kanun ve nizamlar, iktisadî hayat, hulasa; baştan sona mevcudat ve baştan sona insan hayatının her anı ve her işi ilahî vahiyle temas ettiği derece değerli ve kıymetli, bereketli ve huzurlu, adaletli ve mesut olur.
Ramazan’ı mukabelelerle, hatimlerle ihya etmeliyiz
Tersinden bakarsak; ilahî vahiyden kopuk ve uzak olan hayata dair her şey meymenetsiz, değersiz, adaletsiz, bereketsiz olup çürümeye ve yok olmaya mahkûm olur. Netice; bütün güzellik ve değerlerin kaynağı Kur’an’dır ve bütün kötülüklerin ve çirkefliklerin kaynağı da Kur’an’dan mahrumiyettir. Taha/124. Ayette yüce Allah Kur’an’dan kopuk bir hayatın ve dünyanın bize dar olacağını şöyle inzar ediyor: “Kim benim zikrimden/Kur’an’dan yüz çevirirse muhakkak ki ona dar bir hayat vardır…” Bu gün ümmete dünya dar geliyorsa asıl sebebi Kur’an’a sırtını dönmüş olmasıdır. Evet, Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Bu ayı mukabelerle, hatimlerle ihya etmeliyiz. Zira okuduğumuz her harf için on sevap alacağımızı peygamberimiz müjdelemiştir. Okumasını bilmesek bile sesli okuyanları dinlemek suretiyle de olsa nasipdar olmalıyız. Ancak şunu unutmamalıyız ki Kur’an, sadece sevap kazanmak ve/ya ölülere sevabını bağışlamak için indirilmemiştir.
Bunlar Kur’an’ın artı bir feyiz ve bereketidir. Kur’an’ın nazil olmasının asıl gayesi hayata hâkim kılınmasıdır. Evet Kur’an bir hayat kitabıdır ve hayatın tüm alanlarına hâkim kılınması için nazil olmuş ilahî bir nizamdır. Binaen aleyh her mümin, Kur’anî bir mefkure, zihne ve felsefeye sahip olmak zorundadır. Hayata, insana, mala, mevkiye, eşyaya ve kainata Kur’anî bir perspektiften bakmak ve ona uygun bir vaziyetle muamele etmek zorundadır. Ahlakını, aile içi yaşantısını, sosyal yaşamını, beşerî ilişkilerini, kazanma ve harcamalarını, siyasetini vs. hayata dair her iş ve davranışlarını Kur’an ve Kur’an’ın tefsiri olan Sünnet-i Seniyye’ye dayamak ve onlardan beslenmek zorundadır. İşte Ramazan ayı Kur’an ayıdır diyorsak bunu sadece Kur’an okumak suretinde değil Kur’an’a dönüş, Kur’an’la amel etmek ve Kur’an’ı hayata hakim kılmak şeklinde anlamalıyız. Bu mübarek ayı bu anlamda bir milat yapmalı, bu hususta yeni bir sayfa açmalı, Kur’an’la ahdimizi yenilemeliyiz.
Namazda tadil-i erkana riayet etmeliyiz
Teravihlerimizi nasıl kılmalıyız?
Farz, vacip, sünnet veya nafile olsun namaz Allah’ın huzuruna yükselmektir, müminin miracıdır. Evvela, Allah biz aciz kulunu huzuruna kabul ettiği için Rabbimize minnettar olmalı, şükür ve hamd etmeliyiz. İftitâh tekbiriyle namaza girdiğimiz an huzura girdiğimizin ve Rabbimizle hitap edip konuştuğumuzun bilinci ve şuuruyla; ta’dil-i erkana, huşuya, okuduğumuz ayet ve duaların manalarını tefekküre temerküz edip/odaklanıp mâsivadan, Allah’tan gayrısından, zihnimizi azade ederek namazımızı kılmalıyız. Namazın feyiz ve bereketine ermenin en önemli vesilesi namazdaki bu huşu ve tefekkürdür. Bunun için Allah, kurtuluşa eren müminlerin namazlarını huşu içinde kılan kimseler oluğunu (Mümin’un/2) bildirmiştir. Binaenaleyh her ibadetimizde olduğu gibi namazımızda da kemiyetten ziyade keyfiyete dikkat etmemiz lazım. Bizi Allah’a yaklaştıracak, rızasına layık kılacak, olan sır nicelik değil niteliktir. Bu hakikati idrak edemeyen birçok mümin kardeşimiz 20 rekat teravihi en hızlı hangi imam kıldırıyorsa o camiyi tercih ediyor maalesef. Daha kötüsü cemaatinin dürtüsüyle imamlarımız da zamanla yarışarak 20 dakikaya teravihi sığdırabiliyor. Necip Fazıl’ın tabiriyle; niceleri namazda gaflet perendebazı, Kurgulu oyuncakta kılar böyle namazı... Namazı bir an önce nasıl bitiririm de Allah’ın huzurundan ve Allah’ın evinden kaçarımın hesabını yapar adeta. Namazla rahatlayan Peygamberin ümmeti namazdan rahat etmenin hesabını yapıyor adeta. Oysa ki sadece 20 dakika namaz kılma fırsatı varsa birinin bu süre içinde koşuşturma yaparak, erkanını bile yarım-yamalak yerine getirerek, 20 rekaat teravih kılacağına, mesela huşu ve tedebbürle sekiz rekât kılması evladır. Sözün özü ibadetlerin keyfiyetlerini kemiyetlerine kurban etmemek gerekir. İbadetlerin sırrını ve hikmetini, alınması gereken manevî hazzı ve eğitimi şekline ve niceliğine feda etmemek lazımdır.
Sadaka ve infakta riyadan uzak ihlaslı olmayız
Ramazan ayı aynı zamanda sadaka, infak ve zekÂt ayıdır… Bu ayın müminlerin sosyal olarak inşası noktasında neler söylersiniz?
Ramazan ayı ilahî rahmet ve mağfiretin müminler üzerine oluk oluk yağdığı bir kampanya sürecidir adeta. Bilinçli mümin bu kampanyadan azami derecede istifade etmenin peşinde olmalıdır. Bir taraftan şahsına yönelik yukarıda izah etmeye çalıştığımız surette arınma ve tezkiyeyle kazanma peşinde olurken diğer tarafta; zekat, sadaka, fıtır ve infak gibi her türlü mali dayanışmayı ve Allah’ın verdiği nimetleri Allah’ın kullarıyla paylaşmak suretiyle kazancını katlaması gerekir. Zaten bu ikisini; yani manevi arınma ve mali cömertliği yekdiğerinden ayrı düşünemeyiz. Zira manevi arınmanın en önemli bir kısmını; dünya muhabbeti, bencillik, egoizm, cimrilik, nemelazımcılık, menfaatperestlik ve mal hırsı gibi hastalıklardan kurtulup cömertlik, isâr, diğergam gibi güzel hasletlerle bezenmek oluşturur. Bunları aşmanın yolu da bol bol dağıtmak suretiyle cömertlik yapmakla mümkündür. Abdullah bin Abbas’ın “Allah Resul’ü insanların en cömerdi idi ama Ramazan ayında her zamankinden daha cömert olurdu” şeklindeki hadisi bu hususta bizim için numune-i imtisal olmalıdır. Tam da bu noktada şu hakikati de ifade etmek gerekir ki; topluma, başkalarına faydası olan ibadetler kişinin şahsına münhasır olan ibadetlerden evladır. Daha öz bir ifadeyle sosyal ibadetler şahsi ibadetlerden evladır. Mesela; davet, tebliğ, ders verme, yetimlere sahip çıkma, muhtaçlara infak, yardım faaliyetlerinde gönüllü çalışma, sadaka-ı cariye gibi faydası topluma dokunan sosyal ibadetler zikir, nafile namaz, nafile oruç, nafile umre ve nafile hac gibi faydası yapan kişiyle münhasır olan ibadetlerden daha faziletli ve evladır. Mümin her zaman bu bilinçle hareket etmelidir. Ama ramazan ayında diğer ibadetlerinde olduğu gibi bu hususlara da daha fazla yoğunlaşmalıdır. Ancak ibadetlerinde riya ve reklamdan uzak ihlâslı bir şekilde yapmaya da hassasiyet göstermelidir.
Milli Gazete - Nedim Odabaş
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.