Reklamı Kapat

Susmak ve konuşmamanın savaşı!

Bırakın haset olduğu yerde uyumaya devam etsin. Bırakın uyuyan devi uyandırmayalım. Kimseye bir şey kanıtlamak, ben iyiyim, başardım diye bas bas bağırmak mecburiyeti taşımıyoruz zaten bir anlamı da yok. Zaferin tadı yalnızca yol arkadaşınla çıkar, seyircilerle değil.

Haber albümü için resme tıklayın

Kişi kendini terbiye etmeye evvela dilinden başlamalı. Susmayı değil konuşmamayı öğrenmeli. Susmak ve konuşmamanın farklı şeyler olduğunu bilmeli. Bu iki kavram siyah ve beyaz kadar, yer ve gök kadar, geceyle gündüz kadar farklı şeyler. Konuşmamak bir eylemse susmak eylemsizlik hali. Fakat insana yakışan hep hareket halinde olmak değil mi? O zaman tercihimiz susmak değil konuşmamak olmalı. Susmayı değil konuşmamayı başarı saymalı, hedef olarak koymalı. Susmak bize neredeyse doğduğumuzdan beri öğretilen bir durum. Annemiz, babamız, çevremiz bize hep susmanın nasıl büyük bir erdem olduğundan bahsetti. Susan çocuk akıllı çocuk, susan kadın hanımefendi kabul edildi. Haksızlığa da uğrasan susacaksın, saygını susarak göstereceksin, üzüntünü bile susarak yaşayacaksın.

Hep bu dayatıldı ve hep bu istendi. Ama kimse bize susmak ve konuşmamanın farklı şeyler olduğundan bahsetmedi. Belki kendileri de bilmiyorlardı. Konuşmamak asla susmak değildir. Konuşmamak bir erdemdir, beceridir susmak bunların hiçbiri değildir. Ne susmak saygıdır ne de konuşmak saygısızlık. Bildiğin halde kötü konuşmamaktır saygı, nerede ne konuşacağını bilen çocuk akıllı, kadın hanımefendidir. Susmak en kolayıdır. Çabasızdır, düşünmeye gerek yoktur fakat konuşmamak emek ister, düşünmeyi gerektirir. Bu yüzden konuşmamanın kıymeti susmakla asla eşdeğer değildir.

DEĞİL KARDEŞİM, O İŞ ÖYLE DEĞİL İŞTE!

Konuşmamak kendi içinde pek çok parçalara ayrılabilir. İlk akıllara gelen kötüyü konuşmamak, olumsuzu konuşmamak, hayırsızı konuşmamak şeklindedir. Bunların da önemi yadsınamaz bir gerçek olsa da ben ilk sırayı iyiyi konuşmamaya vermek istiyorum. Çünkü bence konuşmamayı öğrenirken öğrenmemiz gereken ilk şey iyiyi konuşmamaktır. Bunun ilk duyuşta bir tezat oluşturduğunun farkındayım lakin durum öyle değil. Hayatımızdaki güzellikleri, olacak iyi gelişmeleri, hayallerimizi, umutlarımızı, yeni güzel gelişmeleri konuşmanın büyük keyif verdiğinin farkındayım. Bunları konuşurken enerji doluyoruz, mutlu oluyoruz, heyecanımızı paylaşıyoruz. Zaten mutluluklar paylaştıkça çoğalmaz mı? Zaten konuştuğumuz herkes bizim için mutlu olup iyi dileklerde bulunmuyor mu? Bizim mutluluğumuzla mutlu olup neşemize ortak olmaları için anlatmıyor muyuz? Değil kardeşim, o iş öyle değil işte. Mutluluklar ne yazık ki çok paylaşmakla çoğalmıyor, konuştuğumuz herkes bizim için en iyisini istemiyor, çoğu kimse bizim mutluluğumuzla mutlu falan olmuyor. Sen anlattığınla, nazarları, bakışları, imrenmeleri, keşkeleri, kıyaslanmaları hayatına çekmiş oluyorsun.

Ne demişler: “Hasedin uykusu hafif olur.” Yani kim sana imrendi, kim ah etti, kim kendini senin yerine koydu da içerledi bilemezsin. Sen masum masum sevincini paylaştın sanırken bir bakmışsın kendini farklı düşüncelerin hedefi haline getirmişsin. Kimse senin o mutlu eden gelişmeye kavuşana kadar ne kadar çabaladığını bilmez. Daha doğrusu bununla ilgilenmez. Hep sonuca bakar, süreci görmez. Aslında çabalasa kendisi de o başarıyı elde edebilecektir fakat sana o başarı gökten inmiş gibi davranır. Özenir, kendisi adına üzülür ve sen fark etmeden nice hasetlerin odak noktası halini alıvermiş olursun.

Bu yüzden HERKESLE iyilikler bile konuşulmaz. Hatta özellikle iyilikler konuşulmaz. Konuşmama öğretisinin en büyük dersi bence budur. Dilin terbiyesi ilk önce iyilikleri konuşmamakla başlar. Bırakın haset olduğu yerde uyumaya devam etsin. Bırakın uyuyan devi uyandırmayalım. Kimseye bir şey kanıtlamak, ben iyiyim, başardım diye bas bas bağırmak mecburiyeti taşımıyoruz zaten bir anlamı da yok. Zaferin tadı yalnızca yol arkadaşınla çıkar, seyircilerle değil.

BİR ŞEYİ KIRK KERE SÖYLERSEN OLUR!

Konuşmamanın bir diğer parçasıysa kötülükleri konuşmamaktır. Kötü sözler, hisler, düşünceler konuştukça bir kartopu gibi büyür ve kocaman çığ olur. Bir süre sonra o çığın altında kendin kalırsın kurtaranın olmaz. O çok konuşup büyüttüğün kötülükler üzerine yapışır kalır ve hayatın oluverir. Enerjin değişir, sözlerin değişir, en sonunda hayatın değişir. Çünkü her söz içinde bir dünya barındırır. O sözü ne kadar çok kullanırsan bir süre sonra o dünyanın bir parçası oluverirsin.

Hastalık hastası diye tabir edilen insanları bilirsiniz. Bu insanların genel özelliği gerçekten var olan hastalıklarını her an, hiç bitmeyen bir enerjiyle konuşmalarıdır. Hastalıklarını o kadar çok dile getirirler ki o insanla konuşmaya niyetlenecek olsanız alacağınız cevap neredeyse bellidir. Hatta kurdukları cümle kalıpları, hastalıklarını anlatma biçimleri bile hiç değişmez. Bu insanları esas aşağı çeken sahip oldukları hastalık değil bu hastalıkları çok fazla sahipleniyor oluşlarıdır. O olumsuz duruma öylesine sarılmışlardır ki o hastalık o an nüksetmese dahi hep hasta hissederler. Çünkü o hastalığı sahiplenmiş, hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir. Başka olumsuz durumlar da böyledir. Parasızlık, başarısızlık, nasipsizlik, işlerin rast gitmiyor oluşu...

Olumsuz durum ne olursa olsun o olumsuzluğa ne kadar çok sarılırsak ve sözlerimizle büyütürsek o olumsuzluk bize yapışıp kalacaktır. Hani hep derler ya: “Bir şeyi kırk kere söylersen olur.” Bu her ne kadar bir metafor gibi görülse de özünde yanlış bir düşünce değildir. Neyi büyütürsen o olursun, neye talip olursan ona sahip olursun. İnsanız, imtihan dünyasındayız, elimize diken de batsa imtihan kolumuz kopsa da imtihan. Buna iman etmiş, kabul etmiş insanlarız. İmtihanda önümüze çıkacak olan sorunları biz seçemiyoruz ama o imtihanları nasıl çözeceğimiz bizim elimizde. Çünkü biz kadere iman ettiğimiz kadar aklın ve mantığın varlığına da iman etmiş kullarız. Rabbimizden gelen imtihanları göğüsleme şeklimiz ise bu akıl ve mantığın bir tezahürü olarak karşımıza çıkacak. İster imtihanları göğüslediğimiz ipleri ipek urganlara, yumuşacık halatlara dönüştürür ruhen rahat ederiz, ister o ipleri dikenlere tellere dönüştürür azap çekeriz. İmtihanımızı seçemeyiz ama onları geçme şeklimizi seçebiliriz. Sözlerimiz, düşüncelerimiz, tavırlarımız tamamen bizim tercihlerimizdir.

SÖZ AĞIZDAN ÇIKMAYAGÖRSÜN ÇIKTIKTAN SONRA…

Fakat unutulmamalıdır ki o tercihimiz olan ve bizim yönetimimizde olan sözler ağzımızda durduğu müddetçe bize aittir ve bizim esirimizdir. Söz ağızdan çıkmayagörsün çıktıktan sonra artık biz onun esiri oluveririz. Hz. Mevlana bir sözünde, “İnsan her nefeste yeni biri olur ve her nefes, içini doldurduğumuz kelimelerle bilmediğimiz bir âleme yolculuk eder; sonra da oradan hediyelerle geri döner” diyerek aslında bu durumun şahane bir özetini yapmıştır. Her ne hediye bulmak istiyorsak o kelimelerin içini onlarla doldurmamız gerekir. İçini pislik doldurduğun bir kabın kapağını açınca mis kokular duymayı beklemek nasıl büyük bir tezatsa içini kötülüklerle doldurduğumuz kelimelerden de güzel armağanlar beklemek öyle büyük bir tezattır.

Tek kelimeyle; “İdeal ömür nasıl yaşanır?” diye sorsalar, cevabım; “İtidalli olarak” olurdu. İtidalli bir insan olmak çoğu nimetten daha da büyük bir nimettir. Çünkü biz insanlar hep her şeyin daha fazlasını isteriz. Bu erdeme sahip olabilmek parayla, arkadaşla, makamla olacak iş değildir. Ya kişide mevcuttur ya çok çabalayarak elde edilmesi gerekmiştir. İtidalli olmak, büyük bir sabır, özveri, meşakkat gerektirir. Çünkü dengeyi sağlamak her zaman hep zordur. Lakin dengenin olmadığı her işin sonu hüsranla sonuçlanır.

Sevmenin bile dengesizi hem sevene hem sevilene zarar verir. Hayatın her anında bu kadar büyük önem taşıyan bu konu, mevzu konuştuklarımız olunca hayati bir hâl alır.  Yediğimize, içtiğimize, kimlerle oturup kalktığımıza, okuduklarımıza dikkat ettiğimiz kadar ağzımızdan çıkan her söze de çok dikkat etmeliyiz, dengeyi her zaman korumalıyız. Ağzımızdan çıkan sözler ne bizleri hasedin kucağına atmalı ne de hasedin kendisi yapmalı. İyiyi konuşurken de kötüyü konuşurken de itidalli olmalıyız. İyiyi konuşmamak kötülük konuşmak demek değildir. Kötülük konuşmamak da hep hayatımızdaki güzellikleri konuşmamız anlamı taşımaz.

Sözlerimiz ne özendirmeli ne iğrendirmeli ne hayran bırakmalı ne nefret ettirmeli. Hep tam ortasında olmalı. Eğer dengeli bir insan olmayı hedeflemiş ve bu uğurda çabalıyorsak kendimizi düzeltmek için çıktığımız bu yolda listenin en başında konuşmalarımız olmalıdır. İlk önce konuşmalarımızdaki dengeyi sağlamalıyız. Bu en zor maddeyi hallettik mi zaten listenin bir kısmı otomatikman hallolacaktır. Biz rahatlıkla kalan kısımlarda dengeyi sağlamakla uğraşabiliriz.

ERBAKAN HOCA’NIN; “ÖNCE AHLÂK VE MANEVİYAT” SÖZÜNÜ ŞİAR EDİNMİŞ EBEVEYNLERİZ!

Biliyorum ki çocuklarımızı büyütürken onların terbiyesine her birimiz çok ihtimam gösteriyoruz. Onların ahlâki gelişimlerini aynı bedeni gelişimleri kadar önemsiyoruz. Bedenlerinin gelişimi için uygun gıdayı aradığımız kadar ruhlarının gelişimi için de uygun gıdayı arıyoruz. Biliyorum çünkü ahlâk, derdi ümmet olan her anne-babanın derdidir. Biliyorum çünkü bizler Erbakan Hoca’nın; “Önce ahlâk ve maneviyat” sözünü şiar edinmiş ebeveynleriz.

O halde sizlerden küçük bir ricam olacak. Lütfen çocuklarınıza susmayı değil konuşmamayı öğretin. Nerede nasıl susması gerektiğini değil nerede nasıl konuşması gerektiğini bilerek büyüsünler. Neyi, nerede, kiminle, nasıl konuşması veya konuşmaması gerektiğini öğrenen çocuk ahlâki gelişimi yönünde çok büyük adımlar atmış olur. Bu konuşma adabını yetişkinlik döneminde de sürdürebilir.

Elbette bunu çocuklarımıza öğretebilmek için evvela kendimizin biliyor, uyguluyor olması gereklidir.

Hiçbir savaş çabalamadan kazanılmaz.

O halde bu susmak ve konuşmamak savaşı da çabalamadan kazanılmayacak demektir.

Siz yeter ki safınızı belli edin ve çabalayın gerisi gelecektir...

Selametle...

SEDANUR EŞİTTİ

MAAİLE DERGİSİ

18 Eki 2023 - 04:30 - Aile & Yaşam


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.


Şehir Markaları

Siz de şehir markaları arasındaki yerinizi mutlaka alın...

+90 (212) 697 10 00
Reklam bilgi