Başta aile olabilmek, Neslin devamını sağlayabilmek ve mutlu bir hayat yaşayabilmek için evliliğin çok önemli bir ihtiyaç olduğunu, üstüne basa basa anlatmaya çalışıyoruz.
Hayati önem taşıyan bu görevi, sağlıklı her insanın yerine getirmesi dinimizce de emrediliyor. Nasıl ki her şeyin, bir zamanı varsa, evlenmenin de bir sırası bir zamanı vardır. Vakti zamanı gelen her erkek ve kadın, fiziksel ve sosyal olgunluğa ulaştıktan sonra mutlaka evlilik arayışı içerisine girmelidir.
Uzmanların, sosyologların ve psikologların ortak tespitlerine göre; erken yaşlarda evlenmek nasıl sakıncalı bir durum ise, evliliği ileriki yaşlara ertelemek de aynı şekilde sakıncalı ve tehlikelidir.
Normal yaşlarında evlenmeyen erkeklerin, otuz veya otuz beş yaşını geçtikten sonra, ‘şüpheciliğe ve kararsızlığa‘ düşmek suretiyle, ruhsal dengelerinde bozulma ve davranış bozuklukları görülmektedir. Yirmi beş yaşına kadar evlenemeyen kızlar da, ‘umutsuzluğa‘ ve giderek ‘yalnızlığa‘ itilmek suretiyle, çeşitli komplekslere girebilmektedirler.
‘Evde kalmış‘ tabiri, eskiden sadece kızlar için kullanılıyordu. Günümüzün sosyal, kültürel ve ekonomik şartları, kadın ve erkeğin dünyasını aynı şekilde etkilediğinden, artık erkekler için de ‘evde kalmış‘ tabiri kullanılıyor.
Gençler neden evlenemiyorlar?
Evlenmeyen veya evlenemeyenlerin en önemli nedenlerinin başında, anne ve babalar gelmektedir.
Birçok anne ve baba, çocuklarını aşırı derecede sahiplenmeleri ve her şeyin en iyisini istemeleri, evliliği geciktirmektedir. Bizdeki bu geleneksel ve duygusal baskılar yüzünden, evde kalmış kızlar olduğu gibi evlenemeyen erkeklerin sayısı da giderek artmaktadır.
Anne-babalar, çocuklarını evlendirdikten sonra da, aynı sahiplenme duygusu içinde olmakta, onları hangi yaşta olurlarsa olsunlar, onların gözünde korunmaya muhtaç birer varlık olarak görmektedir.
İyi niyetle yapılan bu "korumacılık" anlayışı, çocuklarının hayatlarını olumsuz yönde etkilediği gibi, evde kalmalarına da yol açmaktadır.
Birçok anne-baba, çocuklarının istedikleriyle evlenme yerine, kendi istedikleriyle evlenmeleri için her yolu denediklerinden, bir çok insan bekâr hayatı sürdürmek zorunda kalmaktadır. Bu geleneksel anlayış; dinin de, insanlığın da önüne geçmiş durumda.
Anne ve babaların bu yaklaşım biçimi, bir atasözünde çok güzel dile getiriliyor: "Elin övdüğünü el alır, ebeveynin övdüğü evde kalır."
Anne ve babaların bu baskıları yanında, çocuklarını evlendirdiklerinde de, onları sürekli kontrolleri altında tutmaları, aileleri "geçimsizliğe ve boşanmalara" sürüklemeleri işin bir başka boyutudur.
Yalnız yaşama biçimi insana has bir özellik değildir!
Çeşitli nedenlerle evlenmeyen veya evlenemeyen kişilerin davranışlarını yakından gözlemlediğimizde, onları çeşitli olumsuzluklar ve ruhsal problemler içinde olduklarını görüyoruz.
Yalnız yaşama biçimi, insana has bir özellik değildir. İnsan sosyal bir varlık olduğundan, aile ortamında ve toplum içindeki dostlarıyla onu paylaştığında, yaşadığı hayat anlam kazanıyor. İnsanın en iyi dostu, eşidir. Böyle olduğundan kendi dengiyle zamanı ve sırası geldiğinde her insan evlenmek zorundadır.
Evlenmeyen ve yalnız kalan insanların herhangi bir meşgalesi de yoksa hayat onlar için zindan olur. Bu durumda kadın da, erkek de ‘perişan bir hayat‘ yaşar. Bu perişanlığı daha fazla, erkek yaşar.
Çünkü çoğu erkekler, kişisel ihtiyaçlarını gidermede, kadınlar kadar becerikli değildir.
Kadınların ne kadar dışa dönük yaşantıları olsa bile, fıtratları gereği kişisel ihtiyaçlarını rahatlıkla giderebiliyor, erkeklere oranla daha "sabırlı ve tahammüllü" olabiliyorlar.
İlerlemiş yaşına rağmen evlenmeyen bir erkeğin, kişisel ihtiyaçları yanında, çevresiyle hatta kendisiyle de barışık yaşama biçimi giderek azalmakta, yalnızlığa itilmektedir.
Felaket artıyor!
Devlet İstatistik Enstitüsü‘nün ve diğer kurumların yaptıkları araştırmalara göre, ülkemizde sosyo-kültürel şartların değişimiyle birlikte evlenmeyen kadın ve erkeklerin sayısında büyük artışlar gözlenmektedir.
En son, Osman Gazi Üniversitesi Bilgi İşlem Daire Başkanlığı‘nın yaptığı araştırmaya göre; Türkiye‘de evlenmeyen erkeklerin oranı 9 olurken, evlenmeyen kadınların oranı 0 olarak belirlenmiştir. Muhafazakâr bir toplum olarak bilinen Türkiye için bu oranlar gerçekten vahim bir boyuttadır.
Evlenememe nedenleri!
*Evlâtları üzerinde baskıları olan anne ve babaların olumsuz etkisi,
*Eş aramada aşırı seçici olma ve en mükemmelini isteme duygusu,
*Ekonomik imkânsızlıklar,
*Hayalî beklenti içerisinde ve gözü yüksekte olanlar,
*Evlenmekten ve sorumluluktan kaçanlar,
*Evini, arabasını, eşyalarını aldıktan sonra, evlenmeyi düşünenler,
*Gayri meşru hayat sürdürenler,
*Kötü alışkanlıkları olan bağımlı kişiler,
*Kararsız, evhamlı ve şüpheci kişiler,
*Üstünlük veya aşağılık kompleksi içerisinde olanlar,
*Sağlık ve cinsellik yönünden problemleri olanlar,
*Kadın-erkek eşitliği tartışmalarının ve feminist hareketlerin etkisinde kalanlar,
*Kişiliği gelişmemiş, güvensiz insanlar,
*Aşırı iş yoğunluğu olan işkolikler,
*Korku ve baskı ile büyüyen sevgisiz kişiler,
*Özgür ve sorumsuz yaşamak isteyenler,
*Paylaşmayı istemeyen egoist tipler,
*Evliliğin esaret olduğuna inananlar,
* Evliliği sürdürememe korkusu içinde olanlar...




