Güven ve Mutluluğun Olmazsa Olmazı

Abone Ol

SENE 641. Said bin Amir, Humus valisi iken orada vefat

eder.

Hayber fethi esnasında Müslüman olan Said, bütün eğitim

faaliyetlerine katıldığı gibi bütün savaşlara da katılır.

Hazreti Ömer, onu Humus valisi yapmak ister. Kabul

etmemekte direnen Sadi i ikna eder. (Allah ikisinden de razı olsun)

Humus a hareket etmeden önce Hazreti Ömer in yanına gelir

ve Ömer, Allah tan kork. Senin yönetiminden razı olan bu yakın ve uzak Müslümanlara

yüzünü ve adaletini göster. Kendin ve ailen için istediğin şeyi, onlar için de

iste. Kendin ve ailen için sevmediğin şeyleri onlar için de sevme. Aynı olan

davalarda iki ayrı karar verme. Eğer böyle ayrı kararlar verirsen görüşün parça

parça olur, Haktan uzaklaşırsın ve hak konusunda bir karışıklığın içine

dalarsın. Allah yolunda hiç bir kimsenin ayıplamasından da korkma der.

Ömer- Said, buna kimin gücü yeter Diye cevap verir.

(Abdürrazzak, Musannef, 11/248, Ma mer bin Raşid, Cami hadis no 1340)

Vali olabilmek için torpil yapmak şöyle dursun, dilekçe

bile vermeyen insanlardan birine teklif gittiğinde kabul edip atandığı ile

giderken atayanın yanına gidip nasihat ve vasiyet eden bir insan çıktığı gün,

ülke huzura kavuşmuş demektir.

Ömer (Allah ondan razı olsun) Humus ileri gelenlerini

toplayıp şehrin fakirlerinin bir listesini istediğinde Vali Sadi in de o

listede olduğunu görünce hayretler içinde kalır, sorduğunda kazandığını günlük

olarak dağıtır cevabını alınca bin dinar gönderir ve o gün onun da dağıtıldığı

haberini alır.

Sene 1960. 27 Mayıs darbesi olmuş. Yeni bir Anayasa

hazırlanması için Hukuk Fakültesi Profları davet edilmiş. Başta Cemal Gürsel

olmak üzere ulemaya hürmet için karşılama merasimi düzenlenmiş.

İsterseniz siz bu olayı orada hazır bulunan Milli Birlik

Komitesi üyesi  merhum Dündar Taşer den

dinleyin:

l960 hareketinin ertesi günü İstanbul dan bir

profesörler heyetini davet ettik. Onları hürmetle ve ayakta karşıladık. Gelir

gelmez; Aç olduklarını söylediler Biz de açtık. Ama yemeği düşünmemiştik.

Hemen yemek getirttik. Yediler. Hatta o sırada Cemal Paşa, Ben de açım

çocuklar! dedi ve onların en büyüğünün önünden artan yemeği yedi.

Onlara karşı böyle bir hürmetle dolu idik. Bu, ne de olsa

an anelerimizden gelen bir şeydi. Ümeranın ulemaya hürmeti gibi idi. Türkiye de

çok şey değişmişti ama değişmeyen böyle şeyler de vardı. Yemeklerini yedikten

sonra Bize bir Anayasa yapın teklifinde bulunduk. Onlar: Nasıl bir Anayasa

istiyorsunuz diye sordular. İşte bu sual beni intihaba getirici cümle oldu.

Nasıl bir Anayasa istiyorsunuz Allah Allah benim istediğim gibi mi Anayasa

olacak Öyleyse size ne lüzum var Osman Gazi nin kurduğu devlette böyle

olmamıştı.

O zamanın hukukçuları ve uleması Kanun senin

istediğindir! dememişlerdi. Aksine, Sen şunu yapabilirsin, şunu yapamazsın;

şu senin selahiyetin dâhilindedir, şu değildir; şu senin yapmakla mükellef

olduğun şeydir ve vazifendir. Şuna ise hakkın ve selâhiyetin yoktur!

demişlerdi. (Devamını Ziya Nur un Dündar Taşer in Büyük Türkiye si isimli

eserden okuyuverin.

Hukuk adamlarının bir gün yöneticilere Ne kapitalist

kriterleri, ne komünist kriterleri. Komünistleri de kapitalistleri de

yaratanın, yaşatanın ve bir gün hesaba çekecek olanın kriterleri dediği gün

ülke insanları ve hayvanları güvenliği, hava gibi solumaya, su gibi içmeye

başlamış olur.

Suç oranının binde bire indiği, suçluların da Kadı ya

gelip Ben şu suçu işledim, cezam ahirete kalmasın diye kendisini ihbar ettiği

gün ülke, huzur diyarı olmuştur.

Valinin sofrasındakiyle, garibin sofrasındaki aynı olduğu

gün mutluluk, gül kokulu seher yeli gibi herkesi kuşatmış demektir.