Bilgi çağında yaşıyoruz ama düşünme gücümüzü hızla yitiriyoruz. Öyle bir çağ ki, tek bir gün içinde belki bir ömür boyunca edinilecek kadar bilgiyle karşılaşıyoruz. Her an her yerde bir bildirim, bir haber, bir görüntü… Ama bu bilgi bolluğu bizi daha bilinçli bireyler haline mi getiriyor, yoksa düşünme melekemizi sessizce elimizden mi alıyor?
Dijital dünyanın sunduğu sınırsız içerik, zihnimizi sürekli meşgul ederken duygularımızı da yüzeyselleştiriyor. Sabah Filistin’de yaşananların içimizi yaktığı bir haberle karşılaşıyoruz, hemen ardından kedi videosuna gülüyoruz. O gülümseme, bizi insani acılardan koparıp başka bir gerçekliğe sürüklüyor. Kendi duygularımıza bile yabancılaşıyoruz. Acıyı hissediyoruz ama kısa bir süre. Sonra yeni bir gündem geliyor ve bir önceki yıkımın üzerine yeni bir dalga biniyor. Bu hız, düşünmemizi engelliyor. Bu kadar çok şeyin olduğu yerde hiçbir şeyin iz bırakmaması da bu yüzden.
Küresel sistem, bu baş döndürücü bilgi akışını tesadüfen üretmiyor. Düşünemeyen, sadece hisseden ama hissettiklerinin kaynağını sorgulamayan bireyler; yönlendirilmeye en açık olanlardır. Sosyal medya, bir yandan bireysel sesin duyulmasına alan açarken, diğer yandan her şeyi eşitledi. Acı da eğlence de aynı hızda, aynı yüzeysellikte önümüze düşüyor. Gerçeklik, manipülasyonun gölgesinde silikleşiyor.
Bugün herhangi bir konuda bilgi sahibi olmak çok kolay ama o bilgiyle bir hüküm vermek, bir fikir üretmek neredeyse imkânsız hale geldi. Çünkü bilgiyi işlemek için gereken zaman, dinginlik ve dikkat elimizden alınmış durumda. Düşünmek artık ayrıcalık haline geldi. Kimi zaman bir trajediye ağlayıp ardından alışveriş indirimine koşmamız, bu yüzeysel çağın en çarpıcı fotoğrafı değil mi?
Bu baş döndüren bilgi trafiği sadece bireyi değil, aileyi de etkiliyor. Ekran başında geçirilen saatler, birbirimize ayırdığımız dakikaları çalıyor. Anne-baba haberlerle kaygı yüklenirken, çocuk ekran başında yalnızlaşıyor. Evlerimizde teknoloji var ama derin bir iletişim yok. Aynı çatı altında farklı gündemlerde savruluyoruz. Oysa aile, dünyanın gürültüsünden uzaklaşabileceğimiz en sahici alan olmalıydı.
Çocuklarımızın gündemi bizden hızlı. Onlar sosyal medyada acılara çok daha hızlı alışıyor. Oysa alışmak, duyarsızlaşmaktır. Duyarsızlık ise insani olana mesafe koymaktır. Bu yüzden evlerde gündemi yavaşlatmak, sükûneti yeniden inşa etmek zorundayız.
Sükûnetin bile bir lüks haline geldiği bir çağda yaşıyoruz. Oysa düşünmek için durmak gerekir. Duygularımızı sağlıklı yaşamak için sessizlik gerekir. Bir haber gördüğümüzde hemen tepki vermek yerine, önce içimizde o haberi sindirmeye ihtiyacımız var. “Ben bu konuda ne düşünüyorum?” sorusunu yeniden sormalıyız kendimize.
Bu yüzden kendimize zaman tanımalıyız. Bilgiye değil, düşünceye alan açmalıyız. Her haberi bilmek zorunda değiliz. Her tartışmaya girmek zorunda değiliz. Bazen bilmemek değil, her şeyi bilmeye çalışmak bizi hasta eder.
Gündemin gürültüsü içinde aklımızı korumak cesaret istiyor. Bilgi çağında olmak, her şeye maruz kalmak değil; neyin gerçekten önemli olduğunu seçebilmektir. Bu çağda sessizlik de bir duruştur. Düşünmek ise bir direnme biçimi. Biz bu sisteme teslim oldukça başkaları bizim yerimize düşünmeye başlar. Oysa bizi insan yapan şey, düşünme cesaretidir.