Gömleksiz, ama samur kürklü

Abone Ol

Bugün 22 Ekim Perşembe.

Gazetelerde Başbakan Davutoğlu haberleri: “İfademi herkes dikkatle okusun” diyor, yanlış anlaşıldığını anlatmaya çalışan bir ergen mahcubiyetinin savunma makamına sığınmışlık görüntüsüyle...

“Herkes dikkatle okusun!”

İşimiz gücümüz var sayın Davutoğlu! Siz istediğiniz yerde istediğinizi konuşacaksınız, sonra biz, yani herkes olarak bu ülkenin tüm insanları, ne dediğinizi dikkatli okuyacağız.

Sonra ne olacak Karşılığında bize ne vereceksiniz

Dahası, şunu da bir düşünüverin: Bu millet sizin dediklerinizi dikkatle okusaydı ilk karılaştıklarında, bugün ne siz orada olabilirdiniz, ne de biz burada...

1 Haziran öncesi elinizin altındaki tv kanallarında yayımladığınız propaganda filmlerinden biri, hemşire okulunda dayaklı hakaretlere maruz bırakılan kızlarımızın görüntüleri üzerine kurgulanmıştı ve diyordunuz ki: Biz gidersek, bu sahneleri yine yaşarsınız!

Bu propagandanın yanlış olduğunu, bu ülkenin insanlarına saygısızlık olduğunu, şantaj olduğunu, tehdit olduğunu biz yazdık. Öyle bir enkaz bırakıp gitmeyi mi düşünüyorsunuz, dedik.

Siz isterseniz sayın Davutoğlu, aklınıza beyaz Torosları düşürenleri bir araştırıverin. O zekalar bağlantısız olamazlar.

“AKP iktidardan giderse ya terör, ya da beyaz Toroslar burada dolaşacak.”

AKP iktidardan giderse...

Sayın Davutoğlu, 1960’tan beri çok partinin iktidardan gittiğini, gönderildiğini bilmez mi Ve çoğunun da biz gidersek, dediklerini... Gidenler gitti, yerlerine sizler geldiniz, unuttunuz mu

“AKP iktidardan giderse ya terör...”

Sayın Davutoğlu şu anda, şu günde siz iktidarsınız ve başbakansınız. Ülkemizdeki terörün varlığından da habersiz olamayacağınıza göre... Yani siz varken de, terör var!

“Ya da beyaz Toroslar burada dolaşacak!”

Üç şıklı teste tabi tutuluyoruz.

Ya AKP varken olan terör,

Ya AKP gittiğinde terör,

Ya beyaz Toros turları...

Dördüncü şıkkı biz söyleyelim: Hiçbiri!

Üzüldüğümüz bir başka nokta ise, sayın Davutoğlu’nun bu propaganda sözlerine gizlenmiş itiraftır.

Onüç yıl, bir ülkede bir neslin yetişmesi için yeterlidir. Yeni otuzbeş yaş çerçevesinde kalanlar, sadece AKP’nin iktidarını bilirler. Öncekileri ya hatırlamazlar, ya iyi hatırlamazlar...

Durum böyle iken, beyaz Torosları kimler dolaştıracak Önceki beyaz Toroslular geçtiğimiz asırda kalmıştı hani. Yenileri nerede ve hangi yanlış politikalarınız sonucunda yetişti sayın Davutoğlu Siz, onların varlığından haberlisiniz ki; geliyorlar, demenizi bir itiraf saydık.

Bugün Perşembe.

Başbakan sayın Davutoğlu, beyaz Toros açıklamalarını yeni demeçlerle düzeltedursun, aklıma 12 Eylül öncesinden bir anı geldi.

MHP Lideri Türkeş’in basın işlerinde görevli Okuyan bir ülkücübaşı vardı. İşi adından da anlaşılacağı üzere Türkeş’in beyanatlarını okuyan olmak ve gazetelere açıklama teksirleri dağıtmak...

Diyelim ki, Türkeş’in de benzer bir beyaz Toroslu demeci olmuş ve gazeteler bunu olumsuz yorumlarla yazmış olsunlar. İş bu noktada Okuyan ülkücübaşına düşerdi. Hemen o Türkeş beyanatını okuyan diğer partililerin, sayın Davutoğlu’nun ertesi gün söylediklerine benzer cümlelerini alır, teksir makinasında çoğaltır, tek tek dağıtırdı Cağaloğlu’ndaki gazete binalarına.

Çok gülündüğü olmuştur o açıklamalara. Sayın Başbuğumuz şöyle derken, böyle demek istemiştir. Beyaz Toroslar dolaşacak derken ise, beyaz Toros üretiminin artırılacağını ve isteyen herkesin beyaz Toros sahibi olacağını, dolayısıyla dağ yollarında dahi beyaz Torosların görüleceğini, siz değerli gazetecilere örneklendirerek anlatmıştır. (FB:1-AJAX:0)

Gülünmez mi bu düzeltmelere. Beyaz Toroslar bize bunları hatırlatırken, bir Nasreddin Hoca fıkrası ile de düzeltme işinin onca kalemci, onca köşeci, onca uçak yolcusuna rağmen, niye sayın Davutoğlu’na kaldığını da sorgulayalım.

Nasreddin Hoca bindiği dalı kesmiş ve düşmüştür. Burada bitirilen o ünlü fıkranın devamında ise, Hoca hemen kalkar ve kendisini ikaz eden, bindiğin dalı kesme diyen insanoğlunun yakasından tutar. Gideceğimi, pardon düşeceğimi bildin. Ne zaman öleceğimi de söyle.

Adam basiretli, ferasetli, saadetli bir insan olmalı ki, Nasreddin Hoca’nın halini görmüş ve söylemiş; yoksa ondan korktuğundan değil.

– Sen zaten ölüsün!

Olduğu yere uzanır Nasreddin Hoca. Saatler geçer, ne gelen vardır, ne giden. Cenazesi ortada mı kalsın Kalkar, evine gider.

– Hu Hanım! Ben öldüm, komşulara haber ver.

İlk defa Hoca’nın ölümüyle karşılaşan hanımı merakla sorar.

– Nerede öldün Hoca

– Akşehir dağının öte yamacında.

Nasreddin Hoca bindiği dalı kestiği yere gidedursun, hanımı çoktan ayaklandırmıştır komşularını.

– Gitti, gitti! Dağ gibi Nasreddin Hoca gitti!

Gelenler bakarlar ki, ortada cenaze yok.

– Nerede öldü Nasrettin Hocamız

– Akşehir dağının öte yamacında.

– Kim haber verdi

– Geldi kendi söyledi. Garibin kimi var...

Sorgulamamız bugünlük burada bitmiştir.

Not: Arada bir ayrı düştüklerini vurgulasa da, sayın Davutoğlu’nun bu halleri, sayın A. Gül etkisi dolayısıyladır. Yarım bilmek, yarım anlamak, yarım uygulamak, yarım anlatmak, yarım gelmek, yarım gitmek sayın A. Gül örnekliğinde toplanmıştır.

 

Küfürbazlar muhalifmiş

“Uğur Dündar’ın Halk TV’deki programında...

Müjdat Gezen’in ve Yaşar Nuri Öztürk’ün güya muhalefet yapıyorum diyerek ettikleri küfürler, söyledikleri sözler hiç yakışık almamıştır.

Eleştirdiklerinin seviyesinin bile altına düşmüşlerdir.”

Bu üç cümleyi Hürriyet Gazetesi’ne Ahmet Hakan 19 Ekim Pazartesi günü yazmış.

Niçin mi yazmış

İktidar yanlılarının üslupsuzluklarını diline dolayan biri, olduğu için...

Ve,

İktidar karşıtlarının üslupsuzlukları karşısında dut yemiş bülbüle dönmesi mümkün değildir, olduğu için...

“Benim gibi” vurgusuyla söz sahibiliğini kendi adına bizzat kendi tescillendirerek yazısına başlayan Hürriyet yazarı, bakın ne dersler veriyor okuyucularına.

Üslupsuzluk diyor küfür ve hakaretlere... O ekranlardaki terbiye eksikliğini ve terbiye hiç yokluğunu örtüyor, hafifleştiriyor.

Bülbül ya kendisi, dut yememiş oluyor. Dolayısıyla karnı ağrımayacak, o küfürlerden alınmayacak...

“Muhalefet yapıyorum diyerek ettikleri küfürler...”

Muhalefet yapma hakkının altına ancak böyle ve ancak A. Hakan tarafından sokulabilinirdi bir tv kanalında yayınlanan küfürbazlıklar... Başarmış!

Küfürler, hakaretler yakışık almamış...

Yakışık alan küfürler ve hakaretler de var mı imiş A. Hakan uzmanı ise bu durumların, açıklamalıdır.

Ve, o küfürcülerin kendilerini savunmakta akıllarına getiremeyeceği kelimeye geliyoruz.

“Eleştirdiklerinin...”

Küfür etmek, hakaret etmek, terbiye yokluğu göstermek; eleştirmekmiş, eleştiri yapmakmış...

İnsanın utanma duyusu dumura uğrarsa...

“Eleştirdiklerinin seviyesinin bile altına düşmüşlerdir.”

Seviye tespit uzmanı imiş de...

Eleştirilenler dediğin, o küfürlerin yönlendirildikleri hangi seviyede Yani sen bu ülkenin inanan insanlarını, kendini hariç tutarak, hangi seviyedeler biliyorsun Açıkça söyle!

Ve o dediğin seviyenin altında olduğun, orada ikamet ettiğin için mi gördün, düşmüş oldukları yeri

“Bile altı” diyor Hürriyet yazarı... Fazla değil, bile altı... Yani biraz... Kıyamıyor çok altlara düşmelerine, gayya kuyularına...

Onu niçin devşirdikleri, onu niçin devşirme yaptıkları artık iyi anlaşılır olmuştur.

DENİZLİ EN BECERİKLİ ADAMDIR

 

TRT Spor hafta sonlarında GSTV olduğunda yorumculuk yapma adamlarından Denizli Paşa, pardon Denizli bey, FB karşısındaki Kayserispor’a beceriksiz, diyor bir gazetedeki yazısında.

Anlaşılan Denizli bey kendi gazetesini okumuyor. Yazısının tam karşısındaki haberin minyeti ise şu cümle idi:

“Kayserispor’un 4 haftadır ne golü, ne de puanı var.”

GOL VE KOL

 

70’li yılların ortaları. Bir Cumartesi gezmelerinden sonra Mustafa Özdamar ağabeyle şair Nedim’de Akaretler’deki evindeyiz.

Yeğenleri etrafını sardılar. İçlerinden biri diğerlerini şikayet etti.

– Emmi, bunlar bana maç ettirmiyorlar.

– Ülen! Niçin üzüyorsunuz benim bu aslan yeğeni mi

Sorumlu konumundaki yeğen savunuyor tezini, gözleri çakmak çakmak...

– Ama emmi, bu da namısından gol yiyor.

GS-Benfica maçındaki Podolski golü benim bu anımı canlandırdı.

“Gol” atmayı becerebilen Podolski, neden “kol” atarak hakem beyleri deşifre ediyor

Sonra bu soru geldi aklıma.

RENKLER ANLAMA KAABİLİYETLERİNİ ETKİLERMİŞ

 

Kayserispor teknik beyi Tolunay Kafkas bey, oyuncularına adam eksiltin, adam eksilterek oynayın taktiğini vermiş.

Futbolcuları ise adam eksiltmeyi, sakatlayarak eksiltme olarak anlamışlar.Kayserispor teknik beyi Tolunay Kafkas bey, oyuncularına adam eksiltin, adam eksilterek oynayın taktiğini vermiş.Futbolcuları ise adam eksiltmeyi, sakatlayarak eksiltme olarak anlamışlar.

 

Alttan alttan, Çetin altan

Bir yazısını hatırlıyorum. Karaköy iskelesi üzerineydi. Benim de orada olmaktan zevk aldığım, Kadıköy geçişlerimi eski iskele varken hep ordan yaptığım bir yerdi. O iskelenin içindeki gazeteci-kitapçı vitrinlerine bakmak, çoğu kez sonraki vapurlara bırakmıştır yolculuğumu.

Çetin Altan, Karaköy’ün oralarını yazdığı yazısında diyordu ki: İskelenin karşısındaki dükkanlar birahaneler olduğunda, oralarda alkol tüketimi yapıldığında, Türkiye problemsiz bir ülke olacaktır, çağdaş yaşamcılık yolunda çok ilerlemiş olacaktır.

Yıllar önce okuduğum bir yazıyı elbette kelime kelime hatırlayamam. Ama o gün bu tezi kabule uygun bulmadığım için, bir sokaktaki, bir meydandaki dükkanların alkol satılan yerler olması ile tartışılan meselelerin hiç birinin çözülemeyeceğine inandığım için ve o yazıya kafamda karşı tezler geliştirdiğim için, yukarıda yazdıklarım özü itibarı ile doğrudur.

Ben ne olmasını isterdim o Karaköy dükkanlarının Sorusuna, üniversitelilerin ve İstanbul’un okuyan, yazan, düşünen insanlarının buluşma, sohbet etme yeri olmasını isterdim. Zira o noktalardan karşıya bakmak zevk ve huzur veriyordu bana.

Kaç yıl var ki, Çetin Altan’ın Karaköy dükkanları hayali gerçek oldu. Hatta İstanbul Belediyesi köprüaltı dükkanlarının tamamını da kattı, o hayale..

Çetin Altan için değişik bakan yazar diyorlar ya, yani İstanbul Belediyesi’ne de değişik baktırmış oldu. Ya da İstanbul Belediyesi, Çetin Altan’a bakmış oldu.

Şimdilik bu kadar yazmış olalım Çetin Altan üzerine... Belediye desteğini ise kim nasıl savunur, ben bilmem

BUGÜN BÖYLE

Ankara tren garı terörünü soruşturan savcılık bir açıklama yapmış.

“Hürriyet yazdı, onlar kaçtı!” manşetiyle duyurdu gazeteler, internet siteleri.

12 Mart günlerinin solcu çocukları anlatmışlardı; gazetelere, dergilere kahramanlıklarını sıralarlarken...

“Bizim radyo’yu (Rus radyosu) dinlerdik. Ne zamanki Kara Tren türküsünü çalar, biz kaçardık!”

Bizim radyo yok, o solcu çocuklar yok. Kara Tren türküsü yok!

Yerlerine neyin var olduğun da siz bulun.

MİLLİ PATRON VE KALEMŞORU VE DEVŞİRMESİ

KAFKA’LANDIM DA DURULDUM

– Yavrum Ertuğrul’um, küçük Ahmet’imiz bugün nasıl

– (Beni dadı yaptı. Sosyolojiye ayıp olacak...) Tedavisi cevap veriyor, o da hesap soruyor efennim!

– (Ya burnundan solur, ya hesap sorur...) Ne hesabı yavrum Ertuğrul’um Ona yazı yazsın dedik, sayı saysın demedik, beni saysın yeter...

– Galiba sosyolojik olarak anlatamadım efennim... Her gün saydırıyor...

– Ergenlik sendromu anlatır gibi yapma yavrum Ertuğrul. Kelkit’te sosyolojik okul vardı da gitmedik mi Kime saydırıyor Ortada ring hakemi mi var

– Sinek Demişler devşirmemize, haklı yani efennim!

– Ne sineği yavrum Ertuğrul’um, ne sineği Kara sinek, sivri sinek, tahta kurusu, hamam böceği... Sırada başka ne var Yazı yazsın dedik, börtü böcek işi yapsın demedik.

– Ezilen sinek efennim... Onun hesabını soruyor.

– Her işi niye biz yapıyoruz yavrum Ertuğrul’um. Göreve çağıracağımız kimse kalmadı mı Merkel kadına da gelme dedin...

– Öyle hesap değil efennim bu. Sırada daha silahsız kuvvetler filan vardır. Devşirmemiz başlamış olsun.

– Elin adamı bitiriyor, o neye başlamış olsun Çıldırtmayın adamı yavrum Ertuğrul’um. Burası ana okulu mu!

– Hesabı soran devşirme, bana kızıyorsunuz efennim... Sosyolojik olarak hak etmiyorum bunu.

– Hak etmediklerinden bir buna mı itiraz ediyorsun yavrum Ertuğrul’um. Ay başlarında hatalarımızı görmezden geldin gerçi...

– Ama beni kırıyorsunuz efennim. Devşirmemizle bırakın ben ilgileneyim.

– Benim yaptığım ne yavrum Ertuğrul Neden bu alınganlık Sinek böcek derken, kasam karıştı işte.

– Kafam karıştı diyecektiniz efennim... Bu kafayla Taksim’e çıkmayın. Hem ortalık da karışık.

– Karışıkmış... Ortaya da bir karışık söyle, acılı olsun. Kim yaptı bunu yavrum Ertuğrul’um. Kafkam karıştı yine.

– Siz kafam karıştı diyecektiniz efennim. Kafka ile karışan devşirmemiz. Sinek demişler ya, Kafkalanıyor işte.

– Yavrum Ertuğrul’um, sana Küçük Ahmet’i sordum, neler dedin bana Yeter, midem bulanıyor gayri...

– Çok doğru söylüyorsunuz efennim. Sinek küçük ama mide bulandırır, demişler.

– Benim söylediğimi söylüyorsun, demişler diyorsun yavrum Ertuğrul’um. Sen ne diyeceksen onu de.

– Taksim’e çıkmayın diyorum efennim. Devşirmelerle de, işlerle de müsaade edin ben ilgileneyim efennim!

– Hak etmek mi istiyorsun yavrum Ertuğrul’um. Sen önce kendinle ilgilen. Beni dinlersen hatta, kendinden özür dileyerek başla, sosyolojik olarak yani... Belki kabule meraklı birini bulursun.