Bir insanın gölgesinde yaşamak bir ağacın gölgesinde
yaşamaya benzemez. Ağacın altında geçirdiğiniz birkaç dakika, ruhunuzun ve
zihninizin dinlenmesine yardımcı olur. Sizi yaşadığınız dünyanın
karmaşalarından, sonu gelmeyen meşgalelerinden birkaç dakikalığına da olsa
uzaklaştırır. Ağacın gölgesi yakıcı sıcaklardan kaçıp, sığındığınız bir gemi
olur ve içinizi serinletir. Fakat bir insanın gölgesinde yaşamak böyle
değildir. Gölgesinde kaldığınız kişinin benliğinde yok olur ve hiçbir varlık
iddiasında bulunamazsınız. Bana ait diyebileceğiniz hiç bir şeye sahip
değilsinizdir, gölgesine sığındığınız kişinin varlığı ile kendinize bir yer
edinmeye çalışırsınız. Gölgesinde yaşadığınız kişi aileden biri de olabilir
dışarıdan biri de, hiç fark etmez. Kendi kazancınızla elde etmediğiniz bir
saygınlığın tesiri yoktur. Gölgesinde durduğunuz kişiyi kaybettiğiniz gün
çevrenizdeki insanları da kaybedersiniz.
Hepimiz gök kubbenin altında yaşayan fanileriz ve
birbirimizin gölgesinden istifade ediyoruz. Fakat gölgesinde durduğunuz kişinin
benliğinde kaybolmuşsanız bu bir sorundur. Ayrıca hangi ağacın gölgesinde
durduğunuz da önemlidir. Bir âlimin, bir abidin erdem sahibi bir kişinin
eteğinin dibinde yaşayıp, onun gölgesinden istifade etmek elbette güzel onurlu
bir davranıştır. Buna karşın üç kuruşluk menfaat için şahsiyetsiz bir kimsenin
gölgesine sığınmak ise ahmaklıktır.
Müminler için sığınılacak tek nokta İslam ın
şemsiyesidir. Onlar burada Kur an ve Sünnetin gölgesinde yaşamaya ve İstikamet
üzere kalmaya devam ederler.
Platon mağara metaforunda, mağaraya arkası dönük
vaziyette oturan esir insanlardan bahseder. Bu insanlar mağaranın kapısından
duvara yansıyan ışığın sadece gölgesini görebilmektedirler. Sonra içlerinden
biri çıkar ve gölgelerin kaynağına vakıf olur ve gerçek hayatın mağaranın
dışında olduğunu söyler. Fakat esarete alışan insanlar özgürleşmekten korkar ve
kendilerini geri çekerler. Yani gölgeyi asıl zanneden insanlar özgürleşmeyi
reddederler. Toplumda bunun örneğine sık sık rastlıyoruz