Gizlilik âleminden sopa yemek

Abone Ol

Hürriyet, Mevlânâ nın düşüncesinde önemli ilkelerden biridir. O, yaratıcı-insan ilişkileri konusunda cebrî olunmamasını ister ve insanlara, "Rabbim! Beni, sen aldattın ve sen azdırdın!" dememesini öğütler.

"Rengimi ve boyamı sen verdin, suçumun temelini sen attın, beni felâketlere sen uğrattın deyip, suçunu Allah a yükleme! Şeytan gibi Allah ile savaşma!"masını (Dîvân-ı Kebîr, IV, beyit 1392-1400) söyler.

Mevlânâ kötünün ve kötülüğün kaynağında ilâhî iradenin olmadığını, aksine kötülüğün yapılmasında insanın cüzi iradesinin bulunduğunu ifade eder.

İnsanın yaptıklarından dolayı kendini sorgulamasını, aksi takdirde şeytana uyacağını; gururlanmaktan vazgeçip öğrenmek için çaba sarfetmesini, Hz. Âdem gibi, "Rabbim! Bize yakışmayan harekette bulunduk" özeleştirisi doğrultusunda, yaptığı hataları kendisinin işlediğini kabullenmesini söyler (Dîvân-ı Kebîr, IV, b. 1387-90). Mevlânâ Kur ânî bilgiden hareket ederek, Hz. Âdem in "suçu üzerine alıp", Allah a yüklememesini insanın davranışlarında hür olması şeklinde açıklar.

Diğer taraftan ilâhî iradeyi yok sayıp, yaptığı bütün işlerin kendi iradesinden kaynaklandığını iddia edenlerin görüşünü doğru bulmaz. Mevlânâ, Allah ın fizik âlem ile olan ilişkisini, insanlar âlemiyle olan ilişkisinden ayırır.

Gafleti ve "gaflette olma"yı insanı aldatan dünya olarak görür (Dîvân-ı Kebîr, I, beyit 988). Bu bağlamda insan ve kâinatın ilâhî  iradeye bağlı olduğunu görmezden gelmek en büyük gaflettir. Mevlânâ, kulun iradesini "mutlak" kabul edenler ile hiç kabul etmeyenlerin arasını uzlaştırıp orta bir yol bulmaya çalışır.

O, tevekkül ile sebebe sarılma konusuna insan hürriyeti bağlamında eşit rol verir. "Tevekkül et, fakat deveni de bağla!" hadisini hatırlatır ve tevekkül uğruna sebebe sarılmanın ihmal edilmemesini söyler (Dîvân-ı Kebîr, I, beyit 917-19).

"Allah bizim gönlümüzü kilitledi. Verdiğin öğüt bize fayda vermez. Allah bizi böyle yarattı, öğütle bu değişmez. Allah göğe dönmeyi, suya arılığı, toprağa bir şeyi bitirme özelliğini vermiştir. Çaba ile bu görevler değiştirilemez. İlâhî kalem yazdı, kalemin mürekkebi kurudu bile!" (Dîvân-ı Kebîr, III, beyit 2901-10) şeklindeki bir düşünceyi kabul etmez.

Mevlânâ, kalemin yazışının insanın tercihine göre şekil alacağını belirtir. "Doğru hareket eden için kalemin doğru yazacağını, eğri giden için de eğri yazacağını" söyleyerek insanın hür iradesinin varlığına işaret eder. Her şeyden önce ilâhî takdirin insanın seçişinden sonra gerçekleşmekte olduğu hususuna dikkat çeker. Çünkü o, Allah ın bir sefer yazıp kenara çekilmediğini, aksine kulun istek ve seçişine göre sürekli takdir ettiğine inanır (Dîvân-ı Kebîr, V, beyit 3133-3140).

Kader konusunda insan doğru yol uğruna vereceği çabanın gücüne sahiptir. Kaderle pençeleşmek Allah a karşı bir savaş değil aksine onunla pençeleşmek kaderin bir ölçüde ta kendisidir (Dîvân-ı Kebîr, I, beyit 980-81).

İnsan hür olarak yaratılmıştır. "İnsanlığın öğretmenleri olan peygamberlerin görevi, insanlara özgürlük yolunu göstermeleri, onlara hürriyetlerini vermeleri ve onları Allah a kavuşturmalarıdır. Onun için ey insanlar, selvi ve zambak kadar hür olunuz ama her solukta size verilen nimetlere de şükrediniz" (Dîvân-ı Kebîr, VI, beyit 4533,4553-54) der.

İnsanın seçme hürriyetini şöyle ispatlar: Bize bir işin yapılmasının emredilmesi, bizden vefa yani kulluk beklenmesi, bizim ne kadar seçme hürriyetine sahip olduğumuzu ortaya koyar. Zira kimse taşa buraya gel demez, kerpiç parçasından kulluk beklemez (Dîvân-ı Kebîr, V, beyit 2968-81).

İnsan özgürdür: "Akılsız kişi her an tövbesini bozup suç işler", "Kararının zayıflığından tövbesini bozan İblis e maskara olur", "Tövbesini bozan, gizlilik âleminden daima sopa yer" (Dîvân-ı Kebîr, VI, beyit 1116-17).

Mevlânâ ya göre özgür kişi, yeme içme ve şehvet isteğinin tutsağı olmaktan kurtulan kişidir. Oysa bu iki duygunun esiri olanlara insanlar "padişah" demişlerdir. Halbuki padişah, bu iki duygunun esaretinden kurtulan temiz ve hür kişilerdir. Mal ve mülkün esiri olanlara baş köşenin verilemeyeceğini, aksine onların yerinin ayakkabılık olduğunu söyler (Dîvân-ı Kebîr, IV, beyit 3122-28).

Mevlânâ hürriyeti insanın hırs ve nefsinin bağlarından uzaklaşma eylemi olarak ele alır. Nefsine tutsak olan insanın dış dünyada hür olmasının bir anlamı olamayacağını ifade eder. O, hürriyeti ferdin dışından gelen bir güç değil de içinden dışa yansıyan bir olgu olarak kabul eder.