“Bizki sahibi olduğumuz yıllardan beri ekmekteyiz bu topraklar üstüne haşhaş tohumlarını.. Eğer bizim haşhaşımız bir zarar veriyorsa, önce bizim gençliğimize vermez mi idi?
Siz gençliğinize sahip çıkamıyorsanız, onlara uyuşturucudan daha cazip birşeyler sunamıyorsanız, kabahati kendinizde arayınız. Şunu da unutmayın.. Biz baş vermeye hazırız. Haşhaşlarımızın topraklarımız üstünde ebediyyen baş vermesi için..”
Bir MTTB gününde ondan dinlediğim haşhaş konusundaki mücadelesini, 1990’lı yılların başında İstanbul Eczacılık’ın talebelerinin neşrettiği “Panzehir” dergisinde “Haşhaş ektik ovaya” başlığı altında böyle cümlelerle hikayeleştirmiştim.
70’li yılların ilk yarısında, siyasi hayatının başlarındayken bulduğu her fırsatta uğradığı MTTB’de yakından görmüş, dinlemiş ve tanımıştım. Tam on yıl sonra, Lalezar apartmanında Muammer Dolmacı ağabeyin yanına gelip giderken yine görecektim onu. Köprünün altından çok sular akmıştı.
Geçen hafta vefat eden eski ANAP milletvekili ve Demokrat Parti Genel Başkanı Korkut Özal’dan bahsediyorum.
Cenaze törenini, en üst düzey devlet erkanımız katıldığı için haberleştiren bir tv kanalı (Habertürk olmalı) diyorduki: “MSP’den iki dönem milletvekili olan ve MSP’nin katıldığı koalisyonlarda bakan olan..”
Devamı yok. ANAP’lılığı yok. DP Genel Başkanlığı yok!
Fakat neden?
Üniversite bitirmiş bir insan, mezun olduğu ilk ve orta okuluyla mı anılır? Onun lisesi diyeceğimiz ANAP ve üniversitesi sayacağımız DP başkanlığı neden hatırlatılmıyor, özellikle yeni bin yıl başladığından beri balık hafızalılık sendromuna sevk edilen bu ülkenin insanlarına?
Yüzbaşılığından tanıdığınız bir dostunuzu, general olduktan sonra da yüzbaşım diye mi çağırırsınız?
İlk katıldığı partisi ile anılmamak hakkını ANAP’lı olmakla, DP Genel Başkanı olmakla kullanmış bir insana yanlışlık yapma sayarız, illa eski sıfatlarla uğurlamaya çalışmayı.
O geçmişte onu tanıyanlara da haksızlık edilmemiş olunur hem, terazinin diğer kefesine bu dediklerimiz konulduğunda..
1980’den sonra yaşadığımız yıllarda ve o şanlı Refah Partisi mücadelesi günlerinde, rahmetli Erbakan Hoca’mıza karşı, bizim hiç katılmadığımız bir itiraz her cepheden seslendiriliyordu; bahis konusu ettiğimiz merhum, bir ANAP’lı olarak icraatlar sergilerken..
“Onu milletvekili yapan, bakan yapan Hoca değil mi idi?”
Bu naz sitemi yoğunluğu, hafızamın en derin yerinde tuttuğum bir anımı sık sık dillendirme ihtiyacı hissettirmişti bana o günlerde. Çok duyan olmuştur çevremden.
1973 yılı. Seçim öncesi son Konya mitingindeyiz. Akşamında da adaylarımızın tanıtımı vardı spor sergide. Türkiye’nin tüm MSP teşkilatları orada idi.
Serbest kaldığımız zaman dilimlerinde diger illerin MSP’lileriyle sohbetler ediyoruz. Meclis’te kaç milletvekilimiz olacak sorumuza, kendimizce cevap arıyoruz. Dolayısıyla adı öne çıkan iller önceliğimiz.
Erzurum il başkanımız ve sekreteriyle çimenlerin üstünde ayaküstü laflaşıyoruz.
Bugün adlarını hatırlayamadığım o güzel insanların içinin kaynamasını hissetmiştim.
Erzurum il başkanımız mutluluk ifadeli yüzüyle gülerek anlatmıştı. Hani, diplomasını takdirnameyle almış çocukların sevinci var ya, işte öyle..
“Hoca’m bize haber gönderdi. Korkut oraya gelecek. Sakın onu partime yaklaştırmayın, dedi. Fakat biz Hoca’mızı dinlemedik. Erzurum Korkut beyi istiyordu. Senatör adayımız da Lütfi Doğan Hoca’mız.”
Ne onların anlatışında bir endişe vardı; ne de bende bir karşı çıkmak merakı..
4 Kasım 2016 Cuma tarihli Sabah Gazetesi’ndeki yazısında duayen gazetecilerimizden Yavuz Donat diyorki: “Dönem Milli Selamet Partisi dönemi.. 1980 darbesi öncesi.
MSP’nin Büyük Kongresi vardı. Partinin yeni yönetimi belirlenecekti.
Listeyi Genel Başkan yaptı. Prof. Necmettin Erbakan..
Erbakan Hoca Korkut Özal’ı listeye almadı.”
Yavuz Donat ustanın son vurgusunu içini titreterek bir daha yaşamalı herkes bugün. Akıl sağlığımıza çok faydası olacak.
“Erbakan Hoca, Korkut Özal’ı listeye almadı.”
Erzurum il başkanımızın o Konya gününde dediklerini unutmamıştım ama, içimin bir yerlerine atmıştım. Donat ustanın bahsettiği o kongre, o anımı sürekli gündem yaptırdı bana ve merhum Korkut Özal’ı daha bir teferruatlı düşündürttü.
Kendisinden mi duymuştum yoksa röportajlarından mı aklımda kalmış. Şimdi bilemediğim iki olay daha var hafızamda, soru işaretleriyle boğulmuş.
“İslami bir yaşayışım yoktu ama, Amerika’dan dönüşte havaalanından doğruca İskenderpaşa Dergahı’na gittim.”
Bu anlatım birincisi. İkincisi ise Bakanlık günleriyle ilgili idi.
“Petrol krizi var. Ambargo dolayısıyla üretici devletlerden normal yollarla alamıyoruz. Ben de Akdeniz’de dolaşan korsan petrol tankerleri ile temasa geçtim. İhtiyacımız petrolü onlardan temin ettik. Geçici de olsa krizi çözdük.”
Böyle bir alışverişin şartlarını hala bilmem. Lakin o günlerin Türkiye’sini biliyorum.
Ankesörlü telefonlarla şehirden şehire konuşmak için, PTT merkezlerinde form doldurulup sıraya girildiği günler. Konuşulacak kişinin adresine motorlu memurların davetiyle götürdüğü günler.. Akdeniz’deki korsan gemilerle nasıl ve kim tarafından bir irtibat sağlanır, bugün dahi öğrenmiş değilim ama, merak ederim işte..
1983’de seçim kazanmış ve fakat bir türlü başbakanlık ataması yapılmayan Turgut Özal’a, “Ağabeyime ben dedim, K.Evren’e gidip onu kucaklamasını..” açıklamasıyla yardımcı olan merhum Korkut Özal’dan, Semra yengesi olmadığında ancak Çankaya’ya gidebildiğini de duymuştuk.
ANAP milletvekilliğinin, Vehbi Dinçerler’in pasifleştirilmesiyle gerçekleştiği duyumları ve DP Genel Başkanı olmasındaki asıl gayenin o partinin canlanmasını engelleyerek kuruluş hazırlıkları çoktan başlamış AKP’ne yol açmak iddiaları, şimdi bizim değil, geleceğin sosyologlarının ilgileneceği konulardır sanırız.
Hatta Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı yapıldığı üçlü toplantıdaki üçüncü kişinin, diğeri haliyle R.Tayyip Erdoğan’dır, kimliğini, bizi, o toplantıdan resmi tv’deki programıyla haberdar eden gazeteci T.K.’nın havasından ve yüz ifadesinden, Korkut Özal olarak anlamamızın doğru ya da yanlışlığı da o sosyologlara kalmıştır.
Bilmeyiz, beklediğimiz o sosyologlar, çocuklarımız arasından ne zaman çıkacaklar? Dualarımızı kesmeyelim. Zira onların masaya yatırması gereken çok anı var bu ülkede. İşte onlardan birini de 3 Kasım 2016 perşembe günü Star gazetesi’nde Selahaddin E. Çakırgil’in “Korkut ve Turgut Özal, Anadolu ve Misak-ı milli” başlıklı yazısından aldık.
“1974’de Kıbrıs’a yapılan Türkiye müdahalesi üzerine özellikle miğferli Ecevit posterleri her tarafı kaplamıştı. Medya büyük çapta Ecevit’i destekliyor ve parlatıyordu, ‘Kıbrıs Fatihi’ diye.. Erbakan’ı destekleyen yayınlar Milli Gazete dışında pek yoktu; olanlar da düşük tirajlı idiler.
O günlerde Korkut Bey’e, ‘Ağabey bu işin kahramanı gerçekte kim..’ dediğimde, ‘Yahu kahramanı filan yok.. Amerika, NATO’da, Türkiye ile Yunanistan yüzünden bir çatlak olmasın diye bize yeşil ışık yaktı. Biz de gittik..’ deyivermişti. ‘İyi de, Türkiye Kıbrıs’ın üzerindeki garantörlük yetkisini niçin bütün ada için kullanmadı’ dediğimde de ‘Amerika o kadarına izin verdi’ demişti.”
45 senedir iletişimde olunan biri vefat ettiğinde, neden Amerika ilişkili bir anı yazmak ister, ünlü bir gazetecinin kalemi?
Ya da,
Vefat eden Korkut Özal’ın Amerika’yı ne yapacağına kadar iyi bildiği vurgulanmak isteniyorsa o yazarca, bunu Kıbrıs çıkarmamız üstünden mi yapmalıydı?
Gibi sorularla yetinmek düşmez bize!
Merhum Korkut Özal’a atfedilen ve Kıbrıs Barış Harekatımıza yönelik en ilkel, en ters, en aykırı, en abes bilgi ve duygularla yapılmış bu tesbitlere bir cevabımızın ve bir mücadelemizin olması, bizim varlık şartlarımızdandır.
“Müdahale” olarak bilinenin kahramanını bilmemek.. Lakin bir kahramanın olduğu düşünüldüğüne göre, inkar edilemeyen, saklanamayan bir durum da söz konusu olmalı.
Ne kahramanı, diyor, soruya muhatap ve vefatı dolayısıyla övgülerle uğurlanan merhum.. Kahraman Amerika’dır iddiasını, “çatlak” yapıştırıcı olarak kullanırken, bu topraklarda kahraman olmaz, kahramanlık Amerika’dan bize kalmaz, şeklinde söylese idi, sayın yazar işin içine edebiyatı nasıl sokacaktı? Bunu da bir düşünmek gerek..
Amerika’nın Amerika olduğunu böyle anlatmak yetmeyebilir diye düşünüldüğünden mi bilmeyiz, şu anekdot da ilave edilmiş.
“Bir gazetede yayınlanan hatıratında da, ‘1991 Irak – Amerika Savaşı’ henüz başlamamışken Kerkük – Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nı, henüz Amerika istemeden kapatan ağabeyi Turgut Özal’a, ‘bunu niçin yaptığını’ sorduğunu; onun da, ‘Yiğitlik bizde kalsın diye.. Amerika istedikten sonra kapatsak daha mı iyi olurdu?’ dediğini aktarmıştı.” Şimdi burada, Anadolu’da anlatılan o ünlü fıkra gelmiştir insanımızın aklına. Cinlerin gök ekinleri biçtiği o fıkra.. Koca tarlanın göz yaşartan halini görünce sorar meraklılardan ve gücü yetenlerden biri: Neden şimdi biçtiniz? Daha ekinler gömkök idi. Cevap tam onlara münasip: O, nasıl olsa bize biçtirecekti. Gözüne girelim istedik. Yani yiğitlik bizde kalsın hesabı..
Bizim üzüntümüz, o niye böyle dedi, bu niye böyle yazdının ötesindedir elbette. Gelecekte, kanıt diye birileri sunmaya kalkarsa bu yanlış ve maksatlı anlatmaları, dersek, içimizin alevi biraz anlaşılmış olur.
Milletinin Meclis’inde “Bana ne Amerika’dan, Bana ne Amerika’dan!” isyanını ve kahramanlığını haykıran rahmetli Erbakan Hoca’mızdan bizzat duyduk, “6. Filo’nun müdahale ihtimaline karşı, ki oralarda dolaşıyordu, havacı subaylarımızdan on gönüllü istediğimde, bütün salon hazırız, diyerek ayağa kalkmıştı.” Çıkarmanın sorumlusu komuta kademesinin şahitliğinde cereyan eden bu olayı, Amerika’nın unutamayacağının belgesi mi sayalım? Buraları da düşünülsün, isteriz.
Milli Görüş’ün lideri rahmetli Erbakan Hoca’mızın haklılığı, doğruluğu ve siyasetteki büyüklüğü işte böyle de yazılmıştır diyerek bağlarken gündemimizi, son cümlemizi de söyleyelim: Eski ANAP milletvekillerinden ve DP Genel Başkanlarından Korkut Özal vefat etmiştir. Yakınlarının ve sevenlerinin başı sağolsun.