Sene 1987 olmalı. 80 darbesinin zulümleri bir şekilde
hâlâ devam ediyor. Üniversiteye ikinci kez ara vermek durumunda kalıyorum.
Bunalım çağım iyice büyüyor. Öğrenim hayatıma kastedenlerden davacıyım. Ne
romantizm: Onları ulusun ebedi şefine şikâyet edeceğim!
Üniversite, 1402 liklerin tasfiyesinden sonra kavmiyetçi
bir kadronun hâkimiyetine geçiyor. Bense
kendimi solda tanımlıyorum ve inanıyorum ki bu yüzden kastediliyor bana. Sol,
ama hangi yol. Değişik kaynaklardan besleniyorum güya. İsim vermeyeyim, bir araya
gelmesi ihtimal dâhilinde olmayan birbirinden farklı akımlarla seviş dönemlerim
oluyor.
İşte bu hengâmeler çağında, İzmir i terk ediyor, bir
fırsatı değerlendirip İstanbul a gidiyorum. Gitmek denmez buna, adeta
kaçıyorum. Orada, hastalıklı mektuplarla birbirimize zehir zerk ettiğimiz bir
mektup arkadaşım var, sanki ona sığınıyorum.
O gün yanımda Ece Ayhan ın Yort Savul unu da götürmüşüm.
Kader arkadaşım Damla kendini tamamlayınca damlar. diye yazmış kitabın ilk
sayfasına benim için. Bunu biliyorum, Özdemir Asaf ça mırıldanılmış bir mısra
Arkadaşımın kitabın arka kapağına, benim İstanbul yolunda yazdığım çok sevilen
şairlerin intiharlarına mı gidiyorum/Ahmet Erhan ın şiirlerini seviyorum bu
yüzden şeklinde düştüğüm nota binaen yazdığı şu cümle daha bir makul, daha bir
makbul: Hak etmediği halde insan sahip oluyor ya da olmak istiyorsa bir
şeylere, ölüme de, yaşama da, bu,,. Anlıyorum, intihar la bağdaşık cümleler
kurmama fena öfkelenmiş hemşire hanım. Dengesini yitirmiş birisine hak ediş
inceliğini hatırlattığı için kendisine teşekkür etmiş olmalıyım
Yort Savul un kapaklarını kapatıp o felçli yolculuğuma
denk düşen Gezi Parkı hikâyeme geleyim.
İstanbul un otogarı Topkapı da olmalı. Her nasılsa yolumu
Taksim e düşürüyorum. Sabahın körü tabir edilen saatlerdir. Gezi Parkı ndaki
bir banka bir süreliğine iliştiğimi hatırlıyorum. Mevsim ilkbahar olmalıdır.
Sabahın üşüten yüzüne karşı korunaklıyım. Sırtımda dizlerime kadar inen siyah
bir palto. Elimde bir evrak çantası. Dışarıdan bakılınca nasıl bir tipoloji
sunuyorum pek umurumda! Biraz sonra yanıma iki polis geliyor: Kimliğiniz
lütfen!
Kimliğim kontrol ediliyor. Birkaç soru, birkaç sual.
Kimim ben Nerden gelip nereye gidiyorum Biraz sonra serbest bırakılıyorum.
Oradan uzaklaşıyorum. Nereye
Benim Taksim Gezi Parkı yla ilgili hafızamdaki en erken
hatıram bu. Bir yenilgi sonrası yaşadığım kaçış serüvenimin mühim bir halkasını
oluşturduğundan ve içinde küçük çaplı bir polisiye muhabbet barındırdığından bu
hatırayı silip atmam imkânsız. Şimdilerde, hayatımın bu küçük sahnesini şahsi
masumiyet müzemin tozlu raflarından çekip çıkarışım şu Gezi Parkı eylemleri
bağlamında sanırım anlayışla kabul edilir
Gezi Parkı ndan sonra Beyazıt a Çınaraltı na gidiyorum.
Sonra başka maceralar başlıyor. Bir hafta kadar sürecek bir İstanbul macerası.
Kaderim beni kendimle baş başa mı bırakıyor Allah ım! Macera dolu günlerimin
kendinden menkul artı değerleri olacak: Dünyamı, inançlarımı, hayata bakışımı,
gerçekliği kavrayışımı tekrar gözden geçireceğim. Yavaş yavaş yeni bir inşa ve
ibda süreci başlayacak bende 12 Eylül faşizmi yıllarında lise ve üniversitede
okurken yakamıza yapışmış olan kemalizm soslu romantikliği yavaş yavaş tasfiye
etmeye başlamamda bu İstanbul faciası etkili olmalı
Benim zavallı romantizmimin Gezi Parkı hatırasıyla
şimdinin Gezi Parkı eylemleri arasına birbiriyle uyumlu bir çizgi çekmek acaba
mümkün mü
Üç ağaçlık bir masumiyetle başlayan Gezi Parkı olayı
belirli bir süreç içinde ulusalcı, solcu, sosyalist, komünist, vb. içerikli
kimi örgütlerin inisyatifine geçmiş bulunuyor. Süreç buraya her ne şekilde
gelmiş olursa olsun, mevcut yakıcı yıkıcı ortam adı geçen kesimlerin romantizm
duygularını galeyana getirmişe benziyor. Sadece gözlem ve tespitlerimiz değil,
eylemcilerin seçkinlerinden birisi olan gazeteci (!) Mutlu Tönbekici nin
söylemi de delildir: Liseli gençlerin Dolmabahçe (Başbakanlık ofisi)
saldırısını bu romantizmle iç içe ele alırken pek mutlu Mutlu Hanım!
Oysa bu romantizm kendiliğinden gelişen bir şey değil.
Türkiye deki eğitim sisteminin batıcı, kavmiyetçi, şovenist, kemalist
metaforları hazırlayıveriyor pek çok şeyi. Bu kullanım kılavuzunun hazır sunumu
dışında, sürüye katılan gençlerin farklı sol fraksiyonlar elindeki sözde
gençlik örgütleri kanalıyla terbiye edildiğini de bir tarafa kaydederseniz
Milli Eğitim Bakanı nın yaptığı teşhisin farklı bir boyutuyla yüz yüze
kalırsınız: Birbiriyle bir araya gelmesi mümkün olmayanları nasıl da
birleştirdik!
Yukarıdaki çizginin dışında kaldığını düşünenlerin
kendilerine sormasında fayda bulduğum trajik soruyu da kaydedeyim buraya:
Gençlerinizin birikimi ne âlemde, gençleriniz nerede