Hz. Hüseyin Efendimizin şehadetle neticelenen kıyama kalkışmasının birçok haklı nedenleri vardı. Her şeyden önce Yezid halife olma vasfını taşımıyordu. Nitekim Sahabe’nin birçok ileri geleni ile birlikte Hz. Hüseyin (r.a.) de Yezid’e biat etmemişlerdi. Yezid’e biat etmemiş olması da kendisine siyasi olarak bu zalim düzenden hesap sorma özgürlüğünü veriyordu. Kaldı ki mü’minlerin halifesi olmaya en layık olan da kendisiydi.
Başta Kufe ve Basra halkı olmak üzere birçok bölgeden ileri gelenler kendisini hilafeti ele alması için teşvik ediyorlar ve destek vaadinde bulunuyorlardı. Yezid’in Resulullah (sav) Efendimizin ve Raşid Halifelerin yolundan sapması karşısında tepkisiz kalmayan Hz. Hüseyin (r.a.) ona karşı koymanın kendisi üzerine düştüğü kanaatine vararak kıyamını başlattı.
Hz. Hüseyin (r.a.) Yezid’e biat etmediği için onun bu kıyamı meşru bir devlet başkanına karşı çıkma değildi. Dolayısıyla da onu bu yoldan çevirmek isteyenler Yezid’e karşı çıktığı için değil bu işi Kûfelilerle yapmak istediği için karşı çıkmışlardır. Nitekim amcaoğlu Abdullah İbni Abbas, “Eğer mutlaka gitmek istiyorsan Irak tarafına değil de Yemen tarafına git” diye tavsiyede bulunmuş ve şöyle demiştir: “Sen nereye gidiyorsun? Babanı öldüren ve ağabeyin Hasan’a kötülük yapan bir kavme mi gidiyorsun? Ey amcamın oğlu! Sen mutlaka gitmek niyetinde isen şimdilik burada kal. Irak halkı düşmanlarını sürüp çıkarsınlar. Sonra da sen onlara gidersin. Yok, burada (Mekke’de) kalmak istemiyorsan o takdir de Irak’a değil Yemen’e git.”(El- Musannef,15,95)
Hz. Hüseyin (r.a.) nasıl bir caniye karşı çıktığının farkındaydı. Bunun için kendisini Kufe’ye gitmekten vazgeçirip Mekke-i Mükerreme’de kalmasını isteyenlere şu cevabı vermiştir: “Benim şu veya bu yerlerde öldürülmem, benim açımdan Mekke’de öldürülerek buranın kutsallığının ihlal edilmesinden daha sevimlidir.”
Hz. Hüseyin (r.a.) Kufe’ye hareketinden önce amcaoğlu Müslim b. Akil’i Kufe’ye göndererek durumu tahkik ettirmiş, Kufe halkı da Müslim b. Akil’i hararetle karşılayarak 12,000 kişi hemen ilk anda biat etmiştir. Bu durumu gören Müslim, Küfelilerin kendisini hararetle beklediklerine dair mektup yazmıştır. Müslim’in bu faaliyetleri Yezid’e ulaşınca olaylara müsamaha gösteren Küfe valisi Ensar’dan Numan b. Beşir’i görevden alarak yerine Basra valisi Ubeydullah İbni Ziyad’ı atamış. Çok zalim ve kurnaz biri olan İbni Ziyad Kûfe’ye tebdili kıyafet ederek girmiş ve işi ele alıp Küfe’nin ileri gelenlerini bir bir sarayına çağırarak hesaba çekmiş ve onları esir olarak tutmuştur.
Müslim b. Akil, atlı ve piyadelerden oluşan kalabalık bir grupla İbni Ziyad’ın sarayını kuşattı. İbni Ziyad saklandığı sarayından adamları vasıtasıyla isyan eden Küfelileri Şam ordusu ile tehdit etti. Halk bunun üzerine sağa sola kaçışmaya başladı ve Müslim b. Akil’in yanında kala, kala 60 kişi kaldı. Daha sonra da bunlar da kaçtılar ve Hz. Hüseyin (r.a.) adına biat alan İbni Akil’i yapayalnız bıraktılar. Hatta İbni Akil saklanacak bir ev dahi bulamadı. Netice de o tanımadığı bir kadının evine sığındı. Ancak kadının oğlu gidip şikâyet ederek Müslim’i yakalattı. Müslim, şehit edilmeden önce, Hz. Hüseyin’ bir mektup yazdırarak“sakın Küfe’ye gelme geri dön. Çünkü Küfe halkı baban Ali’nin de adamlarıydı. İşin doğrusu Küfe halkı hem sana karşı yalan söylediler hem de bana karşı yalan söylediler.”dedi.
Ancak Hz. Hüseyin (r.a.) bir kez yola çıkmıştı. Kûfe’ye doğru hareket ettiğinde Mekke’den henüz iki konak öteye gitmişlerdi ki yolda meşhur şair Ferazdak ile karşılaştılar. Hz. Hüseyin (ra) kendisine Kûfe halkının yazdıkları çağrı mektuplarını göstererek Kûfe halkı hakkındaki görüşlerini sorunca Ferazdak“Sen öyle bir kavme gidiyorsun ki gönülleri senden yanadır ama elleri senin aleyhinedir/sana karşıdır. Sakın oraya gitme. Zira seni yapayalnız bırakırlar.”dedi.
Nitekim öyle de oldu. Hz. Hüseyin ve beraberindeki Ehli Beyt mensupları (Radiyallahu anhum) Kerbela çölünde Kufeliler tarafından yapayalnız bırakılmalarının ötesinde bir de karşısına geçip savaştılar.
Bu elim olay keşke yaşanmamış olsaydı ama yaşandı. Bununla birlikte bu facia, ne Kerbela’ya bir kudsiyet katar ve ne de şehid edilen Ehli Beyt mensuplarını putlaştırmaya bir yol açar. Bazı grupların bu olayı istismar ederek dinle alakası olamayan şeylerin türetilmesine alet etmeleri, bu olaya aşırı derece de anlamlar yükleyerek siyasi ve dini bir simge haline getirmeleri bir istismar ve bir sapıklıktır. Örneğin Şii Büreyh oğulları Devleti hicri 352 (m.963) de Aşure günü Bağdat halkı için ağlama ve yas tutma günü ilan etmiş, çarşı ve pazarların açılmasını yasaklamıştır. İbni Kesir de Büreyhoğulları’nın yaptığı İslam’a aykırı şeyleri sıralamıştır.
O günlerden günümüze geldiğimizde yine aynı şeylerin, İslam dışı bir takım kutlamaların yapıldığını maalesef müşahede ediyoruz. Hz. Hüseyin Efendimiz bütün bu yapılanlardan uzaktır. Nitekim Allah Resulü (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve cahiliye davasıyla ortaya çıkanlar bizden değildir.” (Buhari, 1294) “Ben, yaygaracı, saçını yolan ve elbisesini, yakasını-paçasını yırtan kadınlardan beriyim/uzağım” (Müslim).
İbni Kesir bu hususu şöyle toparlıyor: “Bu olay sebebiyle elbette ki her Müslümanın üzülmesi gerekir ve bu doğaldır. Zira şehit edilen Hz. Hüseyin, Müslümanların önderlerinden, seyitlerinden ve sahabenin fakihlerindendir. Ayrıca da Allah Resulü’nün en faziletli kızı Hz. Fatma’nın (ra) da oğludur. Ancak Şia’nın yaptıkları gibi yapmak da doğru değildir.
Onlar gibi yas tutmak, bir takım mürai hareketler sergilemek asla doğru değildir. Peki, Şiiler neden sadece Hz. Hüseyin Efendimize ağıt yakmakla yetiniyorlar? Oysa onun babası Hz. Ali’de Ramazan ayının yirmi yedinci günü bir Cuma sabahı sabah namazına giderken (h:40-m:660) şehit edilmiştir. Yine Hz. Osman (ra) Zilhicce ayının teşrik günlerinde (h:36-m:656) şehit edilmiştir. Aynı şekilde Hz. Ömer (ra) de mihrapta namaz kılarken şehit edilmiştir.
Peki Şiiler neden Hz. Hüseyin’den (ra) daha faziletli olan babası Hz. Ali’nin (ra) şehadet yıldönümünü matem günü olarak ilan etmezler?! Yine Hz. Hüseyin’den de babasından da daha faziletli olan Hz. Osman’ın şehadet yıldönümünü matem günü olarak ilan etmezler?! Yine her üçünden de daha faziletli olan Ömer Faruk Efendimizin vefatını matem günü olarak ilan etmezler?!”
Hz. Hüseyin Efendimizin kıyamını anlamak ve O’nun duruşu gibi bir duruş göstererek dinin tağyir ve tahriften korunması için gayret göstermek Hüseyni duruşun özüdür. Çağdaş zalimlerin binlerce Müslümanı katletmesine sırf siyasi ve mezhebi endişelerle ses çıkarmamak, onunda ötesinde tam destek vermek, sonra da Kerbela şehitleri için mersiyeler düzmek herhalde birbirine en zıt iki şeydir. Gerisi laf-ü güzaftır.Şehadetin kutlu olsun ey cennet gençlerinin Efendisi, efendimiz.