Öncelikle şunu bütün samimiyetimle ifade etmek isterim: İyi ki Milli Görüşçü olmuşum. Vallahi de billahi de her gün iki rekat şükür namazı kılmak lazım; çünkü Allah bizleri bu çizgide, bu istikamette tuttu. Ben akademisyen değilim, ilim adamı değilim. Sinop Türkeli’nde ortaokulu bitirdim, o günden beri alın teriyle çalışan bir emekçiyim. Ama şunu da söyleyeyim: 1982 yılından bu yana Milli Görüş üniversitesinde, davam fakültesinde ve iletişim fakültesinde okuyorum. Yani bizi yetiştiren diplomalar değil, bu davanın ruhudur.
Bunları niçin yazıyorum? Çünkü 1981’den beri Almanya’dayım ve gurbetteyken Türkiye’nin içinde olup bitenleri dışarıdan daha berrak görmek mümkün oluyor. 1995 seçim çalışmaları için Türkiye’ye geldiğimde Sinop’ta dostlarla sahadaydık. Yerel bir kanal olan Sinop TV’de Almanya’dan gelen arkadaşlarla bir oturum yapmıştık. O programda “Apo yakalanacak, Türkiye’ye getirilecek ama idam edilmeyecek; ileride kuzey Irak’ta bir yapının başına geçirilecek” dediğimde hiç kimse inanmamıştı. Bugün o sürecin nasıl adım adım gerçekleştiğini hep birlikte görüyoruz.
Yine aynı günlerde, Kastamonu Çatalzeytin’de Refah Partisi mitinginde yaptığım konuşmada açıkça şunu söylemiştim:
“Tansu Çiller, terörist başı Apo’ya suikast düzenletmek için talimat verdi; bunu duyan Mesut Yılmaz hemen haber uçurdu.”
Yıllar sonra o mitingde konuşmanın videosunu çeken bir arkadaş bana görüntüleri izlettirdi. Ben de o an bir kez daha bir hakikatin tasdik edildiğini görerek iki rekat şükür namazı kıldım, “İyi ki Milli Görüşçü olmuşum” diye.
2018 yılında da sosyal medyada ve yazılarımda yayımladım: “PKK–PYD devletçik kurulacak, hazırlıklar başladı.” O gün kimse duymak istemedi, ama bugün her şey ortada. Ben vasıfsız bir emekçiyim; ne profesörüm, ne uzmanım. Eğer ben bu gidişatı görebiliyorsam, bu milletin içindeki akademisyenlerin, siyasetçilerin, kanaat önderlerinin çok daha önceden görmesi gerekmez miydi? Peki neden görmediler? Çünkü yıllarca biz hangi özeleştiriyi yaptıysak, hangi uyarıyı dile getirdiysek, karşımıza hemen şu yaftalarla çıktılar: “Bunlar asker düşmanı… Bunlar devlet düşmanı… Bunlar PKK’lı…” Böylece kendi kirli yüzlerini maskeleyip milleti de onlara inandırdılar. Kimdi bunlar? ABD’nin Türkiye’deki gayriresmî işlerini yürüten, gladyonun değişmeyen aparatları…
Ve şimdi 2025 Türkiye’sine bakıyorum: Ayağımızın altından toprak kayıyor. Koyun postuna bürünmüş çakalların yüzleri artık tamamen ortaya çıkıyor. Hiçbir dönemde bu kadar açık, bu kadar ayan beyan bir kuşatma görmemiştik. Ekonomide, dış politikada, güvenlikte, toplum psikolojisinde dev bir çözülme yaşanıyor. Bir milletin geleceğinin çalındığı dönemlerdeyiz.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı tartışma değildir; toparlanmadır.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı öfke değildir; ferasettir.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı parti partizanlığı değildir; Milli Görüş’ün adalet ve üretim merkezli çizgisidir.
Bu milletin yeniden ayağa kalkması için herkesin bir silkinişe ihtiyacı var. Artık karar vermek zorundayız. Maddi ve manevi olarak Saadet Partisi’nde birleşmek, toplumsal dirilişi yeniden başlatmak zorundayız. İlk adım da çok basittir: Üyelik. Safını belli etmek. Bu ülkenin geleceği için omuz vermek.
Şunu iddiayla söylüyorum: Saadet Partisi iktidara geldiği an, ilk beş yıl içinde tüm tahrip edilmiş alanları yeniden inşa eder, Türkiye’ye kurulan tüm tuzakları bozar ve ülkeyi yeniden üretim merkezli bir kalkınma modeline sokar. Ardından ikinci beş yılda Türkiye’yi dünya devleti yapacak olan aksı kurar. Çünkü bu hareketin geçmişi, birikimi, ahlakı, kadroları ve feraseti bunun için yeterlidir.
Ülkemizi kaybetmemek için, çocuklarımızın geleceğini karanlığa teslim etmemek için, bu milletin umudunu yeniden diriltmek için bir an önce Milli Görüş’ü temsil eden Saadet Partisi’nde buluşalım. Saflarımızı sıklaştıralım, niyetimiz hayır, yolumuz hak, gayemiz millet olsun.
Zaman daralıyor.
Geriye kalan her dakika, ya bir kayıp ya da bir fırsattır.
Ben tercihini yapanlardanım.
Siz de geç kalmayın.