Bu ülkenin çocuklarına hayal kırıklığı doğuran hayaller anlatıldı.
“Oku” dediler, “bir baltaya sap olursun.”
“Diplomanı al, hayatın kurtulur.”
"Başarıya giden yol eğitimden geçer" diye tembihlendi her kuşak.
Anne babalar gece gündüz çalışarak çocuklarını okuttu.
O çocuklar da inandı bu masala.
Sayfalarca kitap ezberlediler, gecelerce uykusuz kaldılar.
Yıllarca dirsek çürüttüler, gençliklerini masa başında heba ettiler.
Sonra mezun oldular.
Ama onları bekleyen neydi?
Ne hayalini kurduğu işler, ne de insana yaraşır saygın hayatlar…
Onları bekleyen, “Deneyimin var mı?” sorusuydu.
İş görüşmelerinde birer kalem gibi sıraya dizildiler.
Oysa sap/geçmiş olmaya değil, orman/gelecek olmaya niyet etmişlerdi.
Bu memleket kızlarını kasiyer yaptı, erkeklerini kurye...
Ama mesele meslek değil, mesele vaat edilenle sunulan arasındaki uçurum.
Ne işin kutsallığı sorgulanmalı ne de emeğin değeri.
Ancak kimse bu gençlere, “Okudukça hayallerinin budanacağını” söylemedi.
Vaat edilen gelecek ile teslim edilen gerçeğin bu kadar uyuşmayacağını itiraf etmedi.
Üniversite binaları çoğaldıkça umutlar daraldı.
Diplomalar artıkça iş ilanları azaldı.
Üstelik çoğu iş artık okumuş birini istemiyor bile.
"Sen fazla okumuşsun" diyorlar bazen yüzlerine karşı.
Bu da yeni neslin duyduğu en kibar hakaret oluyor ne yazık ki…
Okuyanı, okumayana eleman yaptılar bu topraklarda.
Patronların ehliyetsiz çocukları, babalarının dükkânında otururken,
Ufku geniş çocuklar diplomalı tezgâhtar yapıldı.
Sistemin içinde dönen bu çark, en çok da hayal kuranları öğütüyor ne yazık ki.
Çünkü umut, sermayesizlerin en büyük sermayesi.
Ve burada en kolay batırılan/kaybedilen şey de o: umut…
Kızlar üniversite diplomasıyla kasa arkasına hapsedildi,
Erkekler mühendis unvanıyla motor kaskı takmaya mahkûm edildi.
Yaptığınız işten utanmayın; çünkü bu utanç tacı,
Bu adaletsizliği, bu düzeni normalleştiren zihniyetin nişanı oldu.
Bir ülkenin en büyük yıkımı,
Okuyanların umutlarını yalnızca karnını doyurmak için tüketmesi
ve okumayanların, o harap düzenin çarklarını ellerinde tutmasıdır.
Burada kaybedilen sadece meslek değil,
Gençliğin hayalleri, geleceğin kendisidir.
Bugün bir genç CV hazırlarken, “Çok da umutlanma” diyor içinden.
İyi üniversite, yüksek not ortalaması, staj deneyimi…
Bunların hiçbirinin artık bir garantisi yok.
Çünkü mesele, kimin ne bildiği değil; kimin kimi tanıdığı…
Diplomalar dosyalarda sararırken, referanslar kapıları açıyor artık.
Bu ülkenin en büyük potansiyeli, genç beyinlerinde saklıyken,
O beyinler ya karın doyurmak için harcanıyor,
Ya da “yurtdışı hayalleri” ile bavullara sığdırılıyor.
Bir ülkenin geleceği, bu kadar kolay terk edilmemeli.
Belki de yeniden sormalıyız kendimize:
Eğitimi neden istiyoruz?
Bir unvan için mi, bir maaş için mi?
Yoksa gerçekten öğrenmek, geleceği inşa etmek için mi?
Ve belki de en çok, şu soruda durmalıyız:
Bir ülke/toplum, ne zaman kaybetmeye başlar?
Cevap basit:
Okuyanları susturulduğunda, okumayanları alkışladığında…