Gazze'de Yaşananlar ve Bize Öğrettikleri...

Abone Ol

“Güneşin altında kurulmamış cümle yoktur. İnsan unutkan olduğu için hatırlatmak maksadıyla yeniden kurarız cümlelerimizi” demişti bir yazar. Bu sözün doğruluğu altında eziliyorum bugünlerde...

“Yaşananları unutmayın, unutursanız başınıza bir daha gelir” diyordu Aliya. Acaba 75 yıldır Filistin’de yapılan zulmü hiç bildik mi hakkıyla? Unutabilmek için hatırlıyor olmak gerekir. Bilmek gerekir.

Gazze, her haliyle dünyaya unuttuğu ne varsa hatırlatıyor. Milyar dolarlık bütçeli propagandaları boşa çıkarıyor. Normalde insanların hikâyelere inanma ivmesi gerçeklere inanma şevkinden fazladır. Fakat bu sefer tersi oldu. Gerçeğin hem de en acı hali öğretmen oldu, hatırlatıcı oldu, alarm oldu. Alarm erteleme huyumuz yüzünden dünya kötü bir yer olmaya devam ediyor. Tüm bunlara rağmen ders başladı. Öğretmenimiz Filistin...

Yemen'in başardığını başaramadık. Çok acılar yaşandı orada da. Önümüze düşmediği için, yahut açlıktan ölen çocuklar çığlık atamadığı için duyamadık pek seslerini! Ama onlar acılarını gömdü, aralarındaki ayrılıklara en azından ara verdi. Gazze adına, Amerika'ya rağmen savaşa fiilen girdi. Şu sıralar Kızıldeniz’in rengi kızıla boyanmak üzere. Pişman değiller. Her halükârda ölüme terk edilen insanların ölümlerini bir amaca adamaları ne güzel.

Gazze, tüm dünya Müslümanlarına yaşamanın ve ölmenin gerçek anlamını öğretti. Geçer not alanlar olacak, sınıfta kalanlar olacak. Zaman gösterecek...

Batı, Berlin duvarının yıkılması ile başlayan ve soğuk savaşın bitmesi ile sonuçlanan süreçten sonra kendisine yeni bir düşman bulmak zorundaydı. Kahraman olmak zorundaydı çünkü. Çünkü her kahraman, bir düşmana ihtiyaç duyar. Yeni düşmanın rengini yeşil olarak ilan ettiler. O andan itibaren hem Müslümanlarla hem de İslam'ın imajıyla savaşmaya başladılar. İslam ve terör yan yana anılmaya başlandı. Müslümanlar “cihad” kelimesini kullanamaz hale geldi. Milyar dolarlar bütçe harcadıkları bu propagandayı ölümleriyle tersyüz etti Gazzeliler. Ölümleri organize suç şebekesinin bütün ifsatlarını yerle bir etti. Batılı halklar İslam'ı merak etmeye başladı. Dinleri farklı olsa da onlar için de ölüm bir gerçek. Ölüm Tanrı demek onlar için ve korkarlar ölümden. Evladının cesedine “Elhamdülillah” diye sarılan babaları görünce kavrayamadılar durumu. Bu, nasıl bir sabır ve metanettir. O çok korkulan ölüme, tanrıya bu kadar yakın olmak ne ile izah edilir? Bu sorular, onları İslam'ı merak etmeye yöneltti. Lobilerle başarmadı bunu Gazzeliler. Büyük prodüksiyon filmlerle yapmadılar. İnandıkları gibi yaşadılar ve söz verdikleri gibi öldüler sadece! Kimden geldiklerini bilerek, kime döneceklerine inanarak yaptılar bunu.

Bize de nasip olur mu böyle bir inanç?

Bu işgale ve soykırıma rıza göstermeyen her ülkeyi vurabilir mi Amerika? Ne yapacak, her yere atom bombası mı atacak? Büyük şeytana dur diyemeyecek kadar korkak mı olduk? Hangi sebep, hangi makam, hangi tanıdık, hangi sevgili, hangi sandık, hangi arsa, hangi kaloriferli daire, hangi banka, hangi dizi, hangi fikir sebep oldu buna? İktidarlarda geçer. Sayılabilen ne varsa biter bir gün. Nasıl anılacağınızı hiç mi hesap etmez oldunuz? Konuşarak neyi başardınız bugüne kadar, kınayarak, slogan atarak neyi değiştirdiniz? Öfkeniz nerede? Dişlerinizi sıkmaktan damaklarınızda yara oluşmadıysa hâlâ bana ne paylaştığınız karpuz dilimlerinden!

Sahi, size hesap yapmayı kim öğretti?

Kimin daha güçlü olduğuna, kimin haklı olduğuna nasıl karar veriyorsunuz? Gazze’de yaşananlara hem üzülüp hem de iş başına çağıracaklarınıza diliniz lal oluyorsa bu nasıl bir hüzündür?

Güney Afrika kuruyor mahkemeyi. Yazık…

Öyle ki unutkanlık bizde büyük bir sorun. Unuttuğumuz en önemli haslet ise utanmak sanırım. Belki de yaşadığımız bu dünyanın ihtiyacı olan haslet cesaret falan değildir. Belki utanmayı yeniden öğrendiğimizde değişim için ümit doğacaktır. Fazla yüzsüzleştik biz. Şu dünyada gözümüzün önünde çocuklar cennet meyvesi olurken hâlâ başımız dik dolaşabiliyor, büyük harflerle cümleler kurabiliyoruz.

Keşke her ülke kursa bir mahkeme ve bu ırkçı Siyonistleri yargılasa. Peşinden de ilişkilerimizi kesiversek anlaşmış gibi. Okyanusun bu tarafında ne kadar Amerikan üssü varsa kapatsak. Dostu düşmanı ayırsak, mazlumun alnından öpsek keşke... Bunu yaparken gözyaşlarımız akmalı ve mazlumun yüzüne bakmaktan utanmalıyız. Kurtarıcı değiliz çünkü! Hareket kabiliyetimiz bizi önce insan yapacak, sonra utancımızla kuşandığımız cesaret bize izzet ve şerefimizi belki geri verecek.

İzzet ve şeref dersi Filistin’deki okulların tahtalarında yazılı. Gidip oradan okumak zorundayız.

Yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan, söylediklerimiz kadar sustuklarımızdan, düştüğümüz kadar kalkmak için uğraşmadıklarımızdan da mesulüz.

Ben bunları yazarken utandım... Siz de okurken utandıysanız hâlâ ümit var demektir...