7 Ekim Aksa Tufanı sonrası İsrail Gazze’ye olan saldırılarını artırmış, bu saldırılar sonucu Gazze’nin üçte ikilik bölümü yerle bir edilmiş, Gazze 55 binin üzerinde insanını kaybetmiş, 100 binin üzerinde sivil yaralanmıştı. Gazze’de yaşananlara karşı dünyanın dört bir yanındaki iktidar sahipleri ise yeterli adımları bir türlü atamamıştı. İslam ülkeleri de maalesef birer kınama aparatına dönüşmüşlerdi. Bir gerçeği tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var; Gazze’de yaşananlar, bu coğrafyada bulunan her bir ülke için yarın yaşanabilir niteliktedir ve İsrail işgalinin -Lübnan’da olduğu gibi- çevre ülkelerine sıçraması da an meselesidir.
Bilindiği gibi Büyük Ortadoğu Projesi’nin sac ayaklarından birisi de İsrail’in etrafında tehdit oluşturabilecek herhangi bir unsurun kalmaması ve düzenli orduların bir şekilde bertaraf edilmesidir.
Balfour Deklarasyonu sonrası 1947’de İsrail’in kurulmasının ardından ilk gördüğümüz savaş 1948 Arap-İsrail Savaşları idi. Ardından 1956’da Süveyş Krizi geldi. Yalnızca 9 yıl sonra 1967’de Altı Gün Savaşları, ondan 6 yıl sonra 1973 Yom Kipur Savaşı, 1980’de başlayan ve 88’de biten İran-Irak Savaşı, 1991 Körfez Savaşı, 2003 ABD’nin Irak işgali, 2006 Lübnan savaşı yaşandı.
Bunlara ek olarak 1950’nin başından 60’lara kadar süren Mısır’daki iç karışıklık ve darbeler, Lübnan’da 20 yıl kadar süren iç savaş, 2006’da başlayan Yemen İç Savaşı, 2011’den beri kanamaya devam eden Suriye meselesi, Arap Baharı hatta ülkemizde yaşanan darbeler ve darbe girişimleri…
Dolayısıyla söylemek istediğim şey gayet net; Ortadoğu ve çevresinde istikrarsızlığa sebep olan her olayı değerlendirdiğimizde işin ucu bir şekilde İsrail’e ve ırkçı emperyalizme çıkıyor.
Tüm bu yaşanan olayları ve 7 Ekim sonrası İsrail’in soykırım uygulamasının bir arada değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Gazze’ye yıllardır üç cepheden saldıran İsrail, 7 Ekim sonrası saldırıların şiddetini artırdı ve savaşı genişletmek için elinden geleni yaptı. Beyrut’u, Şam’ı, Yemen’i vurdu. Lübnan’a kara harekâtı düzenledi. Nihayet ateşkes sağlandı derken işgalin sesi bu kez Beyaz Saray’dan duyuldu.
Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, Benyamin Netanyahu ile görüşmesinin ardından yapılan basın toplantısında Gazze’nin insansızlaştırılmasını gündeme taşıyarak, yaşanan soykırımlara bir yenisini daha ekleme niyetini belli etti. Bölgesel huzur kisvesi altında yapılan planın asıl niyeti ise süslü cümlelerin altında saklıydı.
Öncelikle bu soykırımın boyut değiştirme teklifine karşı başta İslam dünyası olmak üzere tüm insanlık gerekli duruşu sergilemek zorunda. Bölge ülkeleri de yanı başlarında gerçekleşen bir soykırıma karşı gereken adımları atamamış olmanın utancı içindeyken ikinci bir soykırıma sessiz kalmamalı. Bu noktada İslam İşbirliği Teşkilatı ve D-8’e de büyük görevler düşüyor. Zira bugün itibariyle ortak yaptırım mekanizmaları kurularak Gazze’ye yönelen bu büyük tehdide karşı önlem alabilir.
İşgalci İsrail’in ve suç ortaklarının saldırganlıklarının yalnızca dini sebeplerden ibaret olmadığını, ekonomik ve stratejik çıkarlar çerçevesinde bu suçları işlediklerini de zaten biliyorduk.
Tüm bu yaşananlar ve BOP, Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere tüm dünya için tehdit oluştursa da namlunun ucu öncelikle komşulara bakıyor.
Bu komşuları değerlendirdiğimizde ise Gazze’yle sınır oluşuyla, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik konumuyla hatta Kızıl Deniz’in Akdeniz’e bağlantısıyla, nüfusuyla, Filistin meselesindeki tarihsel duruşuyla, geçmişte İsrail’e karşı çeşitli savaşlara girmiş oluşuyla, üzerine bir de halen bir düzenli orduya sahip oluşuyla göze ilk çarpan Mısır oluyor.
Bölgede yaşanan gelişmelerde rol alan ülkelerin aksiyonları ve ABD, Rusya, Çin, İngiltere gibi devletlerin tutumları göz önünde bulundurulduğunda Gazze üzerinde yoğunlaşan meselenin aslında önemli ölçüde Akdeniz’le bağlantılı olduğunu görüyoruz. Tam da bu noktada sorunların iki ülkeyi doğrudan tehdit etme potansiyeli olduğunu anlıyoruz: bu ülkeler tahmin edileceği gibi Türkiye ve Mısır’dır.
İşte bu sebeple Mısır’ın ilk düşünmesi gereken, Gazze’nin boşaltılmasının yalnızca 363 metrekarelik bir alanın ve Gazze halkının kaderini değiştirmekle kalmayacağı; savaşı Refah Sınır Kapısı’ndan Mısır’ın içlerine sokacak hamle olacağıdır. ABD-İsrail koalisyonunun amacı yalnızca işgali tamamlamak değil, Gazzelilerle birlikte savaşı da taşımak olacaktır. Savaşın taşınması demek, işgalin taşınması demektir.
Dünya ticaretinin %12’sinin Süveyş Kanalı aracılığıyla sağlandığı gerçeğiyle birlikte, Asya-Avrupa-Afrika arasında önemli bir geçiş noktası olan bir ülke üzerinde, çevresindeki her şeyi kendine tehdit olarak gören İsrail ve Siyonist suç ortaklarının tuzaklarının olmaması zaten beklenemez. İsrail Başbakanı Netenyahu’nun Ben Gurion Kanalı projesini bu bağlamda değerlendirdiğimizde bir yandan Süveyş’in istikrarı etkileneceği için ticaretin aksamaması planlanırken, öte yandan yeni ticaretin İsrail’e eskisinden daha fazla kazandırması hedefleniyor.
Mısır ve İsrail arasındaki bu güç dengesine son yıllarda yapılan doğalgaz keşiflerinin eklenmesi ve Akdeniz’deki kıta sahanlığı tartışmaları, Mısır’ın İsrail’e karşı alması gereken önlemlerin ne kadar hayati olduğunu ortaya koyuyor. Yani Mısır için Gazze demek doğrudan kendi topraklarının güvenliği anlamına geliyor.
Mısır, bugün kendisini savaşı Refah’ın kuzeyinde tutmakla sınırlı görse de bölgesel gerçeklikler bu savaşın bitirilmesi adına daha fazla adım atması gerektiğini ortaya koyuyor. Mısır kendisine yönelen tehditlere karşı ittifaklar oluşturma çabası içine girmelidir. Gazze’de Mısır başta olmak üzere İslam ülkelerinin öncülüğünde bir barış gücü oluşturulmalıdır. Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’de yaşanan gelişmeler, Körfez ülkelerinin tutumları, İsrail’e hiç olmadık kadar rahat bir ortam sağlıyor. Şimdi emperyalizmin ilk hedefi Mısır’dır. Mısır bunun farkında gibi görünüyor ancak iç barışını sağlayamamış bir Mısır bölgesel ve küresel çaptaki tehditlerle mücadele etmekte zorluklar yaşayabilir. O yüzden yaşanan her şeyi bir kenara bırakıp Mısır Gazze için dik durmalı ve iç barışını tahkim edecek adımlar atmalıdır. Türkiye ve Mısır çok daha yakın durmalı ve Gazze konusunda gereken istişare süreçlerini işletmeli ve soruna karşı birlikte hareket etmenin yollarını aramalıdır.