Gazze düşer, diyenler fotoğraflar asıyor

Abone Ol

“Size bir şey soracağım: Benim bu şahısla yan yana çekilmiş bir fotoğrafımı gördünüz mü bugüne kadar?”

FETÖ başının ölümünden sonraki ilk röportajında, FETÖ’lü hayatına reddiyeyi, kurduğu bu soru cümlesiyle ve tasdike ihtiyaç hissederek piyasaya süren Sayın Bülent Arınç’a, yan yana resim çektirme muradına ermiş partitaşlarından bazılarının itiraz edebileceklerini, gerekçeleriyle geçen hafta yazmıştık.

O (bazı) partitaşlara yakın konumdaki kalem esnafından kulağımıza ulaştırılan bilgiler, sitemler, yakınmalar oldu.

Bu şahıs ve yan yana duranlar kim, diye sordular önce. Hal buki biliyor olmalıydılar, ne o şahısla, ne de yan yanacılarla yıllardır koruduğumuz uzaklığı.

Maksatları merakımı dik tutmakmış. Bir başladılar ki anlatmaya; soluğu Refahyol’un Ekim ayında aldılar.

“Sayın Arınç’ın kendine mahsus savunmasında anlatılan, hedef gösterilen, kastedilen yani kasd-ı mahsusası, Bank Asya açılış fotoğrafında görülen F. Gülen ve gülen yüzlerle kurdele kesenlerdir.”

Gülen yüzler derken sizin maksadınız ne, sorum mutlaka olmuştur. Kader ortaklığı yaptığı ve birlikte parti kurduğu arkadaşlarına çektiler dikkatimi.

İsmet Özel’in “Waldo, sen neden burada değilsin” anlatımına nazire yaparak söylersek, Sayın Arınç’a, yakınındakiler o günlerde çok kere, “Efradını cami, ağyarını mani” (Aynıları içeride, farklıları dışarıda) tabiriyle ders yaptırırcasına, “Sen neden orada değilsin” sorularını yönelttiklerini tahmin edebilirdin, dediler.

Sanki benim mor sümbüllü bağım var. Pardon istihbarat kanalım yahut sizler gibi –ki gereğini yapan Ahmet bey olmak hayallerinizi biliyorum– gazeteci arkadaşlarım mı var? Nereden bileyim?

O resimde görünenlerden, Çiller’in Besmeleli makasına bakarken, kurdeleyi nazikçe tutan Sayın Abdullah Gül’ün, Erbakan Hocamız rahmetli olduktan sonra, “Beni oraya Erbakan göndermişti” dediğini okuduğumda galiba 2019 yılında idik.

(F.Gülen’in CIA ajanı olduğunu Erbakan Hocamız en başından beri biliyordu.

F.Gülen’in CIA ajanı olduğunu R.T. Erdoğan 1980’li yıllardan itibaren teşkilat mensuplarına öğretmişti. Ekrem Şama paylaşımından..)

Tamam işte dediler. Anahtarı bulmuşsun; gir artık içeriye. Hayır, dedim. Bana iş buyurmayın. Siz ne diyorsanız onu yazacağım. Kararımın kesinliğine emin olduklarında, anlatmayı sürdürdüler.

Doğru say bu ifadeyi, sebebini bul. En uygun, en uyumlu, en hevesli o ise...

Hem kim soracak, Erbakan’ın başka gönderdiği yerlerde de böyle gamzeli miydi yüzün sualini; mesela Kaddafi çadırında? (İş adamı İbrahim Cevahir, Türkiye’nin Erbakan’la kazandığı bir zafer, demişti o geziye.)

Ben Sayın Arınç’ı yazmak istiyordum, siz öteki atlılara çekiyorsunuz konuyu, ikazıma da bir cevapları vardı: Bir daha tamam işte dediler. Sayın Arınç, ben neden orada değilim, sorusuna buhranını yüklediğinde ve rahmetli Erbakan’ın tercihini(!) “Vay anasına sayın seyirciler” vezninde getirenleri dinlediğinde, o şahısla elektriklenmeye başlamıştır diyoruz.

Merhum Ecevit’in “Olasılık” şeklinde kullanmayı aşkla sevdiği “İhtimal” kelimesinin, beni bu kadar yoracağını tahmin etmemiştim.

Rivayet niyetiyle dinlediğim bu anlattıklarınızı doğrulayacak bir Sayın Arınç fotoğrafı var mı; o resim ve 15 Temmuz 2016 arasında? Belge peşinde olmak gazeteciliğini de pek severim; laf aramızda.

Sanki bekledikleri sorularımdan biri de buymuş neşesini yansıttılar. Sayın Arınç’ın, her gösterilerinde en duygulu rolünü sunmasını nereye koyacaksın? Hatta ben parayla ilişkili olmayan fotoğraf istiyorum, düşüncesi de uygun düşer zatına, dediler.

Fakat yok işte, diye ısrar ettim. O şahısla fotoğrafı yok. Sayın Arınç’ın en sağlam delili bu. Evet ama neyin delili diye geri verdiler gollük pasımı. Sana bu hususu yorumla deseler, sen şöyle analiz yapmaz mısın? Ne mütevazı adam, ne mütevazı politikacıymış bu Sayın Arınç. O kadar Türkçe olimpiyatlarında filan konuştu, bir fotoğrafımı çekin demedi, o şahısla. Ne banka önünde göründü, ne de masraflı fotoğraf istedi şahsına ait.

Mevzuyu artık  noktalamalıydım. Varsayın ki anlattıklarınız inandırıcı. Sayın Arınç, neden kendi yokluğunu başkalarının varlığında arattırıyor? Zaten hasta ve yorgun düşmüşüz. Bayram ilanı da merhem olmamış yaramıza?

O sorunun cevabını biz de bilmiyoruz, dediler. Çünkü Sayın Arınç’ın mesajları umumiyetle şifrelidir. Herkes gelinlerin anlamalarını beklerken, gemilerde talim var, tedarikçi yarim var türküsünü söyler kızlar. Mesela “Çaycı olmaya geldim” şifresinden sonra hangi koltuğa oturduğunu hatırla.

Kafam kazan olmuştu. Yeniçerilerimiz de yok ki kaldırsın. Yine izahı onlar yaptı.

Hani dediler, işgalcilerin katliamına uğrayan Filistinlileri “Senin ne gücün var. Gıdanı biz gönderiyoruz. Çıkarımız ne bizim?” diyerek azarlamıştı ya. Sonra ne oldu? Çıkarımızın İsrail’e gemilerle ihracatta olduğunu, o itiraz demeciyle gemici kardeşlerine anlatmış oldu.

Bugün elbette Gazze olacak değildi gündeminde. Kendisini konuşturuyor; parti kurduğu arkadaşları üstünden.

Biz de yine onu yazdık.

Bu ne hal? Asayiş berkemal

Bilgi sitelerinden Vikipedia’de “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müttefiki olan aşırıcı sağcı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin şiddete son vermeyi kabul etmesi ve grubunu feshetmesi halinde PKK Lideri Öcalan’ın şartlı tahliye edilebileceğini söylemesinden bir gün sonra gerçekleşti” dediği TUSAŞ saldırısı, bir gün sonranın da aynı saatlerindedir.

Türkiye, komünizm tehlikesiyle yatıp kalktığı 80’li yıllara kadar beş binden fazla gencini anarşiye kurban vermişti.

Komünizm tehlikesine karşı bir kolordumuzun sürekli teyakkuzda olduğunu ise ancak Rusya Federasyonu yıkıldığında öğrenmiştik.

Teyakkuz halinde ve yer değiştiren bir kolordumuz varken, önleyicilik yüklenen bir kısım gençliğimizin, tehlikeyi taşıyıcı olduğuna inandığı diğer bir kısım gençliğimizle okullarda, meydanlarda ve sokaklardaki kanlı kavgasına son verdirecek konuşmalar yapmasını beklediğimiz politikacılarımızın, birbirlerine karşı, “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” iddiasına girdiklerini gördük, acı sonuçlarını hep birlikte yaşadık. (O alışkanlığın hâlâ “Ateş” yakıyor olmasını bugün tekrar yazmayacağız.)

Sayın Bahçeli’nin, “Davetçi” görevi yaptığı o konuşmasından tam 24 saat sonra TUSAŞ’a terör saldırısının düzenlenmesinde, kurumun nizamiyesinde, girişinde güvenlik sağlayıcıların, teyakkuz (dikkatli ve uyanık) olma halininden çıkacakları ihtimali hiç kimsenin hesabında değilken, “Yerlerini terk ettiler, uzaklaştılar” gibi bilgilerin haberlere yansıması, iktidar aleyhine “Zafiyet var ” tartışmaları başlatmıştı.

Yaşadığımız son terör olayını böyle hatırlatmamızın bir sebebi var: İzmir’de, bir barakada yanan beş yavrusunun cenazesine getirilen mahkûm babanın, namaz safında elleri kelepçeli ve kolları jandarmalı görüntüsünün acılığında asayiş berkemal, tedbirler fevkalade kanaati mi oluşturulmak isteniyor, sorusuna cevap arıyoruz.

Bulabilir miyiz? Siz ne dersiniz.

HABERLER, HABERLER İYİ Mİ, KÖTÜ MÜ HABERLER

Sabah Gazetesi’nin internet sitesine bakıyorum. Birinci haberi şu: “Tosuncuk’tan itiraf mektubu; paralarının nerede olduğunu tek tek anlattı.

T. Özal devrinin simgelerinden Banker Yalçın’ın halefi sayılacak bir girişimcidir, Tosuncuk lakaplı kişi.  2020’den sonra sahiplenilmesine karar verilen Türkiye yüzyılının 2016-18 seneleri arasındaki faaliyetleriyle ünlendirilmiştir.

Konya Ovasının bir noktasına astığı, burası çiftliktir levhasını önemseyen valinin, ben de oraya çiftlik kuracak sanmıştım, sitemindeki hayal kırıklığı da yazılmıştı gazete sayfalarına.

Adının karşısına parantez içinde Çiftlik Bank Kurucusu yazılan Tosuncuk’un itiraf mektubunu yayımlayan site, mağdur sayılan yüz binden fazla insanımıza, “Paralarının nerede olduğunun” müjdesini veriyor olmalı.

Yandaş basın müjde kıtlığı çekmez!

Sabah sitesindeki ikinci haber, yasadışı bahis olayının tutuklusuna ayrılmış. “Nasıl dolandırıcılık yaptığını ballandıra ballandıra anlatmış.”

Yazılacak o kadar gemili iktidar icraatı varken, sanki muhalefetin sesi…

Yapılan dolandırıcılık, anlatan ballandırma uzmanı, rahat ve endişesiz. Hem niye tedirgin olsun? “Anlatmış” diyor yandaş basının pelikan kuşlu gazetesi. Ancak haberli olabilmişler. Arkası yarın tefrikası havasında duyuruyorlar.

Üçüncü haber, insanımızın gastroenteroloji sistemiyle alâkalı. Kusturucu takılmış ucuna: “Dana-kuzu kıyma diye, bakın ne yedirmişler?”

Nasıl baksın insan. Sistemin mide organı hedef alınmış. Bulantı etkili haberi aynen okuyoruz:

“Tarım ve Orman Bakanlığı halkın sağlığıyla oynayan fırsatçı markaları ve uygunsuzluklarını tek tek ifşa ediyor. Bakanlık, sağlığı tehlikeye düşürecek gıdalar ve taklit ve tağşiş yapılan gıdalar listesini yeniledi.”

İktidar yanlısı olduklarını bu haberle göstermişler; taraftarlarının sevinme ihtiyaçlarının karşılanması diyelim.

Dana-kuzu kıyma yerine, at-eşek gibi tek tırnaklı hayvan eti satılmasını, yedirilmesini, nezaketli ve okşayıcı bir ifadeyle yazmışlar: Tüketiciye sunmak.

Haberin diğer sevindirici yanı ise, ilgili bakanlığın elindeki listeyi yenilemiş olması. Tarım ve Orman Bakanlığı çalışıyor.

Sitenin dördüncü haberi Sayın Bahçeli resimli idi. “Vatan tehdit altındayken” yazıyordu üstünde. Benim de tahammülüm tehdit altında olabilirdi; okumayı bıraktım.

10 KASIM’ın ilkinde

Bu mecmua kapağı, 1938 10 Kasım’ını takiben neşrolunmuş  bir Akbaba nüshasınındır. Üstüne iki kelime yazılmış: Cumhuriyet: İsmetim !...

Bir güzel kız olarak tasvir edilen Cumhuriyet, 11 Kasım’da Cumhurbaşkanı seçilmiş İsmet İnönü’ye yaklaşırken, “İsmetim” diyor.

Türk Edebiyatı’ndaki “Tevriye Sanatı” kullanılmış. Baki’nin, “Baki kalan bu kubbede..” mısraında olduğu gibi.

Ahlak ilkelerine bağlılık, dürüstlük, temizlik manalarındaki “İsmet” hem sıfat hem isimdir bu Akbaba kapağı anlatımında.

Soru şu: Önceki Cumhurbaşkanını hatırlatan hiç bir iz yokken bu çizimde, gizlendiği hissedilen nedir?  Negatif çağrışım ayrıntıda mı gizli?

Bu Akbaba kapağı, halkın baskısıyla sonra vaz geçilen öne alma, öncelik alma  stratejisinin ilk ifşasıdır.

Buraya aldığımız ve o nüshaya yazılmış bir Atatürk anısı ise, bugün “Gelsin haykırsın” diyene uygulanabilir sanıyoruz.

“BİR GAZEL OKUYUNUZ!..

Birinci Dil Kurultayında idi. İçtima bittikten sonra Atatürk, misafirlerini sofrasına davet etti. Gazeteciler, muharrirler, şairler, mebuslar, vekiller... Her mevzua dair konuşuluyordu. Şiirden musikiye kadar... Ara sıra bir şiir okunuyor, bir mesele hakkında fikirler yürütülüyor veya bir musiki parçası terennüm ediliyordu. Fakat daima Büyük Şef soruyor, daima bahsi o açıyor, ondan sonra davetlilerin sesleri ve sözleri duyuluyordu. Atatürk, sofraya ne kadar samimi, ne kadar teklifsiz bir hava vermek isterse istesin, ona hürmeten hep böyle oluyordu. Yalnız bir iki zat müstesna. Onlar, sık sık bu sofrada bulunmanın verdiği cesaretle doğrudan doğruya konuşabiliyorlardı:

– Paşam, filâna emrediniz bir şiir okusun!

– Paşam, filân İzmirlidir, pek güzel zeybek oyunu oynuyor.

– Paşam, filânın sesi çok güzelmiş!..

Bilhassa Bay “N....” ikide bir söze karışmaya başlamıştı. Adeta nazarı dikkati celbediyordu. Bir aralık Atatürk ona döndü:

– Beyefendi, bir gazel okuyunuz, dinleyelim!..

Dedi. Muhatabı telâş içinde kıvranmaya başladı. Yanındakilere fısıldıyordu:

– Hiç bilmem... Kendi kendime mırıldanmış bile değilim!

Atatürk, yeni bir bahsin içinde bu emrini unutmuş göründü. Fakat ziyafetin sonuna kadar o zatın bir daha söze karıştığı da işitilmedi!