Gazetecisinden De Belli Olur Bir Ülkenin İtibarı

Abone Ol

Muhalif gazetelerin “yıllardır köşeli kalemşor”larının yazılarına bakıyorum. Sıcaklığını koruduğundan olaylar, onların da hafızaları çok kuvvetli.

Bir hafta içinde neler oldu neler, diyorlar ve sıralıyorlar olanları.

Diyarbakır’da bayrağı koruyamadı.

Musul’da tek kurşun atmadan kendi toprağını teslim etti. (Konsolosluğumuzu dememesinin sebebi ne ola.)

Bunlar gözle görülür ve elle tutulur olaylar. CHP hükümetlerinde böyle şeyler hiç olmadığından, (Güneydoğu’daki 40 bin insanımızın öldüğü yılları hatırlamamaları da, Musul’u tek kurşun atmadan teslim edenin CHP olduğunu bilmemeleri de normaldir bunların.) Savunma sistemleri zafiyet içindeki AKP hükümetini böyle tenkit etmeleri kendilerini muhalif sanan kalemşorların, normal sayılabilir.

Fakat...

“Ülkemizin bölgede ve dünyada itibarı sıfıra indi” demelerini anlamak mümkün değil.

Nasıl biliyorlar bunu

Ellerinde itibarölçer mi var Birimi nedir bunun Kaç tondan sıfıra, ya da kaç metreden sıfıra...

Ve hemen sıfırı tanımaları hangi özelliklerinden dolayıdır.

Biri şöyle diyor bu yıllardır köşeli kalemşorlardan: Bu ülkeyi dünya milletleri önünde bu kadar küçük düşürmeye bir iktidarın hakkı var mı

Adam, kartelin kalemşoru değil, dünya milletlerini gözünün önünde yaşatan dev.

Dünya milletleri dediğinin bir sıralamasını yap dersen, bir Amerika, bir İsrail’den başkasını sayamaz. Belki arada bir Fransa’yı da ananlar olur; Platini’nin icraatlarını çok beğendiklerinden.

Dünya milletleri bir tek sana mı haber verdiler İktidarınız sizi küçük düşürdü diyerek...

Küçük düşürülmeden ne anladığı da önemlidir bunların. Bunlar Ecevit bir kuzey Avrupa ülkesinden, Bostancı’daki bir dairenin satış fiyatı kadar bir kredi borçla döndüğünde alkış çalmışlardı. Çünkü ülkemiz büyük düşmüştü.

Bunlar, Demirel’in tabiriyle, ülkemizi 70 sente muhtaç ettiklerinde de itibarlıydılar. Ne 70 sente muhtaç eden Ecevit’i, ne de 70 sent gibi bir hakaret tanımı kullanan Demirel’i (Bu hakaretin hesabı hiç sorulmadı. Yine biz yazacağız.) kınadılar; aman itibarımıza birşeyler olur endişesiyle.

Madem ki, Musul’u bilmek istiyorlar, bizzat İsmet Paşa’dan öğrenselerdi ya.

Lozan’da görüşmeler sürerken, heyet başkanı İsmet Paşa, bir üyeden, sonraları fedaisi ve başbakanı olacak Hasan Saka’dan borç dökümümüzü ister.

Eline verilen evrakı incelediğinde, sinirlenir İsmet Paşa.

Nedir bu, der. Geçen hafta verdiğiniz dökümde başka rakamlar vardı.

Sorumlu heyet üyesi Hasan Saka’nın cevabı, bizim Musul’u niçin o yıllarda kaybettiğimizi de açıklar.

– Ne bileyim ben. O gün öyle çıkmıştı, bugün böyle...

Musul’da tek kurşun atmadan kendi toprağını teslim etmek, suçlamasıyla savaş çığlıkları atanlar, önce düşmanın kim olduğunu ve kendilerinin de nerede durduğunu bilmek zorundadırlar.

Geçmiş zaman penceresinden

Köpekler ve kargalar

1934 yılının bittiği günlere yakın bir tarih taşıyordu elimdeki dergi. Fıkralaştırılmış haberler arasında o günlerin yaşanmışlarından izler aramaktı yaptığım. Çünkü biz, o izlere basa basa yürüyorduk ve bir yerlere gittiğimizi sanıyorduk.

İşte o günlerden (rahmetil babamın gençlik günlerinden) bir fıkra.

Olay, elbette İstanbul Belediyesi’nin şehir köpeklerinin kuyruklarına savaş açmasını anlatmıyor. Her köpek kuyruğu, bir ölü köpek ispatıdır ve bedeli de 10 kuruştur.

10 kuruş az para mı Elimde tuttuğum haftalık derginin fiyatı da 10 kuruş. Anadolu’da bir buçuk kilo Karaman kuyruğu 10 kuruşmuş, ki fıkradan öğrendik.

Ortaokul çocuğu idim. Bir Yılmaz Güney filmi hatırlıyorum: “Kargacı Halil”

Adı Halil olan köy delikanlısı Yılmaz Güney çoğu filmlerinde olduğu gibi bu filminde de silahlıdır. Lakin bu filmdeki silahı, diğer filmlerindeki mermisi bitmeyen tabancalardan değil. Uzun namlulu, “çifte” diye tabir edilenlerden. Omuzuna dayalı o çiftenin tetiğini çektiğinde, namlunun hedefindeki damdaki adamlar vurulup düşüyorlardı; çocuk avuçların alkışları arasında. Kafalarda ise hep aynı soru: Nasıl gördü la

Köyün bakkalına gelen Halil, ceplerinden çıkardıklarını sayarak koyuyor bakkalın önüne. Bir, iki, üç... On üç... Hiç bu kadar karga ayağı görmemiştik. Bakkalın yüzü sayı arttıkça asılıyor. Ödemenin artmasından olmalı diyoruz. Kargaları en iyi bizim Halil vuruyor. Bir alkış da buraya. Halbuki biz, kargalar kovalanır diye biliyorduk, köylerin kenarındaki dayıların çiftliklerinden. Demek ki Halil’in köyü başka ya da zaman çok değişmiş olmalı.

Köpek kuyruğuna 10 kuruş veren CHP belediyeciliği günlerinden, karga ayağı satıcısı Yılmaz Güney filmlerine... Yaşananlardan izlerdi bunlar, geçmiş zaman penceresinden görünen.

1934 yılının bittiği günlere yakın bir tarih taşıyordu elimdeki dergi. Fıkralaştırılmış haberler arasında o günlerin yaşanmışlarından izler aramaktı yaptığım. Çünkü biz, o izlere basa basa yürüyorduk ve bir yerlere gittiğimizi sanıyorduk.İşte o günlerden (rahmetil babamın gençlik günlerinden) bir fıkra.Olay, elbette İstanbul Belediyesi’nin şehir köpeklerinin kuyruklarına savaş açmasını anlatmıyor. Her köpek kuyruğu, bir ölü köpek ispatıdır ve bedeli de 10 kuruştur.10 kuruş az para mı Elimde tuttuğum haftalık derginin fiyatı da 10 kuruş. Anadolu’da bir buçuk kilo Karaman kuyruğu 10 kuruşmuş, ki fıkradan öğrendik.Ortaokul çocuğu idim. Bir Yılmaz Güney filmi hatırlıyorum: “Kargacı Halil”Adı Halil olan köy delikanlısı Yılmaz Güney çoğu filmlerinde olduğu gibi bu filminde de silahlıdır. Lakin bu filmdeki silahı, diğer filmlerindeki mermisi bitmeyen tabancalardan değil. Uzun namlulu, “çifte” diye tabir edilenlerden. Omuzuna dayalı o çiftenin tetiğini çektiğinde, namlunun hedefindeki damdaki adamlar vurulup düşüyorlardı; çocuk avuçların alkışları arasında. Kafalarda ise hep aynı soru: Nasıl gördü la Köyün bakkalına gelen Halil, ceplerinden çıkardıklarını sayarak koyuyor bakkalın önüne. Bir, iki, üç... On üç... Hiç bu kadar karga ayağı görmemiştik. Bakkalın yüzü sayı arttıkça asılıyor. Ödemenin artmasından olmalı diyoruz. Kargaları en iyi bizim Halil vuruyor. Bir alkış da buraya. Halbuki biz, kargalar kovalanır diye biliyorduk, köylerin kenarındaki dayıların çiftliklerinden. Demek ki Halil’in köyü başka ya da zaman çok değişmiş olmalı.Köpek kuyruğuna 10 kuruş veren CHP belediyeciliği günlerinden, karga ayağı satıcısı Yılmaz Güney filmlerine... Yaşananlardan izlerdi bunlar, geçmiş zaman penceresinden görünen.

“Gülme komşuna” durumu olur mu

Haberi yazan gazeteci, yazdığının ne olduğunu bildiğinden mi koymuş üst başlığa o kelimeyi

“CHP’ye ilginç bir teklif”

“Özal aday olsun önerisi”

Özal   T.Özal’ın oğlu A. Özal...

Gerçekten çok ilginç, değil mi

Böyle bir teklif ancak CHP’ye yapılabilirdi, hükmünden mi çıkıyor bu ilginçlik

Yoksa Cumhurbaşkanlığı adaylığı için hiç bir ismin akıllara gelmemesini kınamak duygusundan mı kaynaklanıyor

İlginçlik, ilginçlik içinde.

Herkesin Cumhurbaşkanı olabileceği gelirdi de insanımızın aklına, T.Özal oğlu A.Özal gelmezdi, gelemezdi ama...

CHP, Kılıçdaroğlu’nun elinde böyle CHP olursa, teklif haberini yapan gazeteci ne yapsın

Teklifçi önemli değil. Menajer gibi bir şeydir onlar. Hani filan futbolcuyu falanca kulübe teklif edenler ve bu satışların ucundan aldıkları milyonlarla geçinenler var ya...

Yeter ki sen uygun bir teklifçi bul; o da bulur teklifini yazacak gazetecileri.

Devlet deneyimi, terbiyesi varmış, teklif edilenin. Olabilir... Nihayetinde o da bir T.Özal ve Semiranım çocuğu. Dolayısıyla onlardan çok şey öğrenirken devlet deneyimi ve terbiyesi de öğrenmiştir. Bizim lafımız yok bu konuda.

Lakin bizim Adnan Öksüz’ün bir diyeceği vardır ve bu diyeceklerini de yazmış olabilir. (14 Mayıs 2014 - Adnan Öksüz - Lades - Millî Gazete)

Yavuz Donat’ın anlattıklarını bir okuyun ve sizin de devlet deneyimi ve terbiyesi konularında bilginiz olsun.

Ladesi kaybeden kocalar, eşlerine pırlantı yüzükler, kırmızı Mercedesler alırken, T.Özal’dan istenense bir kelledir.

Semranım, Mehmet’in kellesini ister. Mehmet, herkesin bildiği gibi Keçeciler’dir.

İlginç değil mi

Devlet deneyimi ve terbiyesi böyle şeyler olmalı.

Haydi CHP!

Baba Özal bu taraftandı, oğul Özla neden sizden olmasın!

YAVRUM MESUT VE THE ŞAPGALI BABA

THE ŞAPGALI BABA’YI

SAY KEMAL’İN ADAYI

– Alo! The Şapgalı Baba nerdesin yahu.

–Buradayım yavrum Mesut buradayım. Binaenaleyh beni nerelerde arıyorsunuz da bulamıyor sunuz İki ayağım çukurda iken beni çatıda aramak fevkalade yanlıştır, hatadır, günahtır.

– Yanlış hesap Bağdat’tan döner the şapgalı Baba. Sen merak etme yahu.

– Kulağımın dibinde Bağdat deyip durma yavrum Mesut. Binaenaleyh bir IŞİD’an olur.

– Bağdat dedin de aklıma geldi the şapgalı Baba. Hani biz bir koyup üç alacaktık yahu.

– Beni Çankaya’dan aldılar, buraya koydular yavrum Mesut. Binaenaleyh sen bana ne sormaya geldin, babalar günümü kutlamaya mı geldin

– Kim, nereye gelmiş the şapgalı Baba.

– Kemal’imin başına fevkalade bir hal gelmiş olmalı yavrum Mesut. Binaenaleyh senin başına da Viyana’da gelmişti.

– Ben senin babalar gününü kutlamaya geldim the şapgalı Baba. Senin Kemal’in sokağın başında Viyana diye bağırmıyordu, vay anam, diye bağırıyordu yahu.

– Buraya geleceğini unutmuştur, ondan bağırıyordur. Binaenaleyh sen ne getirdin yavrum Mesut. Adaylık formlarını doldurmayı fevkalade bilirim.

– Mezarlık formu mu dolduracaksın the şapgalı Baba Kızlar Arabistan’a gitmediler yahu...

– Kemal’imin gözü de yukarılarda. Binaenaleyh çukurlar da bu ülkenin çukurlarıdır. Orada yaşayanlar aday olamazlar sanmak fevkalade yanlıştır, hatadır, günahtır.

– Sokakların böyle çukur olması da yanlıştır the şapgalı Baba. İki ayağın birden girmiş senin yahu.

– O kadarını ben de söyledim yavrum Mesut. Binaenaleyh ben gidecek oldum da yer mi bulamadım. Telefonu bir kaldırsam karşıma ne çatılar çıkar.

– Telefonu da kaldıramıyorsan ne kaldırıyorsun the şapgalı Baba Seni kim, nasıl kaldıracak yahu.

– Kemal’im milleti ayağa kaldırdı da binaenaleyh bir beni mi unuttu Gelmek için fevkalade beklemek lazım.

– Senin Kemal’in de öyle demiş, the Şapgalı Baba. Herkesi sırayla kurtaracağım demiş yahu.

– Ben kurtulmak değil, tekrar gelmek istiyorum yavrum Mesut. Binaenaleyh giden gelmeye doymamış. Sen ne demeye gelmiştin yavrum Mesut.

– Sana diyen demiş ne diyeceğini the Şapgalı Baba. Ben ne diyebilirim yahu.

– Yanına koşup gittiğin kartel patronuna hâlâ burda olduğumu diyebilirsin. Binaenaleyh bizim ruhumuzu gezi ruhuna katmak için mi bekliyor Kendim için değil, Hilton’larını Trumlaştırması için istemiyorsam namerdim. Fevkalade taş olayım yalanım varsa...

– Oha, sen de gaz yemişsin the şapgalı Baba. Kemal’e yine acıdım yahu.

İtirafcı

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun temaslarından sonra ortaya çıkardığı “Tip” açıklamasını haber yapmış gazeteler.

“Güneydoğu’dan da oy alabilsin!”

Bir itiraftır bu!

Cumhurbaşkanı’nın CHP’ne uzak biri olmasının bizzat CHP Genel Başkanı tarafından istendiğinin ilan edilmesidir bu.

Güneydoğu’dan oy alamayan kim var dendiğinde, akıllara, CHP cevabından başka şık gelmeyeceğine göre...

İnkarcı

CHP, seçilecek Cumhurbaşkanı’nda aranacak şartları sıralamayı sürdürüyor.

Market alışverişi yapsın ve kasa önündeki ödeme kuyruğunda beklesin.

Bakanlar Kurulu toplantılarında, Anayasa kitapçığı olmasa bile, atacak birşeyler bulsun.

Kızların nereye gideceğini belirlesin.

Tankların paletlerini yağlasın.

Gibi istekleri niçin yok CHP’nin, anlamak zor. Varlıklarını bugün onları yapanlara borçlu olduklarını niye unutuyorlar

DİN VE KİN

İnsanın Allah’ı bilmesi için,

Anlaması icab eder kendini;

“Men arafe nefseh, arafe Rabbeh!”

Hikmetiyle tavsif ederken dini…

Derece olarak, yakalayamaz,

Melek bile asla, insanınkini;

Derecelerini yerle bir eder,

Mü’mine dönerse, insanın kini…

ÖMÜR DEDİĞİN

Ömürler kısa sayılır,

Binle de sayılsa yılı…

Ecel hemen geliverir,

Nasılsa yıllar sayılı…

Ekrem Şama