Gariplik, dava ve de kardeşlik türküleri

Abone Ol

Garip dediğin tüm dünyada olduğu gibi bir dava dahlinde de yok mesabesindedir. Onun kendine ait bir düşüncesi, görüşü, ifade kabiliyeti, yetkesi ve imkânı olamaz. Nasıl ki seçkinlik kaderin dışında gelişen bir şeyse garibanlık tam aksine kaderdir. Piyasa yapma, ileri gelenlerden olma, koltuk yahut sandalye kapma, köşeyi dönme gibi emelleri olmadığı, olamayacağı için (olsa da çoğu zaman beyhude sonuçlar alacağı için) o, kodamanlar adına tüm işi yüklenmek zorundadır. Bir nevi inşaat sektörünün üç kuruşa çalışan amelesi gibidir. Belki bu benzetiş bile yanlış olur; amele ücret mukabili çalışırken bir davanın garibanı gönüllü olarak ve meccanen çalışır. Lüzum ettiğinde broşür dağıtmak, afiş asmak, pankart açmak, direğe tırmanmak ve tırmandığı direkten düşmek asli görevidir. Varsa mahareti broşürleri yazmak, tasarlamak, toplantıları düzenlemek, organize etmek gibi işleri de üstlenir.

Bir davanın ileri geleni, kodamanı, ünlüsü meclise girebilsin, belediyeye başkan olsun için elinden geleni yapmak dava şuurudur. Her hafta düzenli olarak gerçekleşen toplantılarda teşkilatlanmaktan tut birine ulaşmaya, kaynak bulmaya kadar tüm işler standart teşkilat mensubunun, yani garibanın görevidir. Görev fena halde kutsaldır ve başkanlık, milletvekilliği gibi görevler hiç kutsal olmadığı için onu davanın seçkinleri üstlenir. Böyle durumlarda özellikle genel başkan yardımcıları, sıradan birini vekilliğe aday koyup onun kirlenmesi ihtimalini göze alamaz; onun adına kendilerini yakarak, şanlarına yakışmasa da bu küçücük, sıradan, basit işi seve seve yüklenirler. Hatta bir birim, şube, komisyona başkan olmak iktiza ettiğinde bile garibana iş bırakılmaz; popüler olan, önde gelenin yavrusu olan, yaptığı çalışmalar yahut zekâsıyla değil artistliğiyle göz dolduran yeni kodaman adayı oraya yerleştirilir. Üst merciler de zaten ondan gayrısını görmeyecektir. Görülmek ve gösterilmek popüler olmaya yatkınlıkla mümkündür, o da asla bir garibin harcı olamaz. Ne tür meziyeti olursa olsun seçkinlerin popülerliğine popülerlik katmak dışında bir amaç için kullanılmaz. Kullanım dahi kotalıdır; bir mesele bittikten sonra kimse adını anmaz. Örneğin bir seçim esnasında akla gelebilecek her döngü için kullanılır, ama seçim geçtikten sonra sonuç ne olursa olsun kimsenin aklına gelmez. Zaten adların hiçbir önemi yoktur, mühim olan seçkinlerin ismidir, yalnız onlar bilinmelidir.

Bir davada yönetici kadroların neyi yönettiği doğrusu anlaşılamamıştır. Yönetenler varsa bir de yönetilenler olmalıdır. İşte o yönetilenler, kadrolardan taşan garipler olsa gerektir. Bir yandan en romantik düzlemde kardeşlik türküleri okunurken ‘bir davanın neden garibanı oluyormuş ya?’ diye kimseler sormaz. Ki gariban ve garibanlık kaimdir ve dava içinde mirastan ketmedilmesi gereken küçük kardeş muamelesi görür. Kardeşlik adına tüm haklar zaten söylem düzeyinde seyreder.

Garibin şehadeti de çoğu zaman kayda değer görülmez. Bir seçkin vefat ettiğinde şehit ilan edilip ölümsüzleştirilirken, haklarında hikâyeler anlatılıp, şiirler söylenip, nutuklar atılıp, kitaplar yazılırken gariban sadece şehit olmuştur. Kısaca anılıp çabukça unutulur. Sonra Yunus’tan şöyle şiirler okunup sakinleşilir: “Bir garip ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar. / Soğuk su ile yuyalar. / Şöyle garip bencileyin.” Garipler öyle bayraklaşmaz. Hayatı ve çalışması gibi ölümü de ehemmiyetsizdir. Bir dava adına, icabında batıl bir dava adına bayraklaşanlara bakılırsa kastedilen anlaşılır.

Basitçe anlatmaya çalıştığımız bu döngünün –az dikkat edilirse ve üzerinde düşünülürse maalesef salt gerçekten ibaret olduğu fark edilecek olan bu döngünün– nedeni nedir bilinmez. Acaba döngünün mimarı mesabesindeki seçkinler yerimizden ediliriz, yerimizi yeni seçkinler alır; istikrarımız, düzenimiz bozulur diye mi korkuyordur? Yoksa her şeyde ve her durumda olanın gariplere olduğu gibi, her şeyde garibanın sınırlandığı, kaybettiği gibi garibanın davası olmaz anlayışı mı hakimdir? Yanıtı bilsek sorgu gerekir miydi?