Garantörlük Sınavı: Gazze’de barış kimin işine gelmiyor?

Abone Ol

Gazze’de kısa süreli bir ateşkesin ardından yeniden tırmanan gerilim, sürecin kırılgan doğasını bir kez daha gözler önüne serdi. Uluslararası kamuoyuna göre ateşkesin yürümemesinin ardında sadece sahadaki hareketlilik değil, siyasi hesaplar da var. Özellikle İsrail iç siyasetinde yaşanan baskı, katil Netanyahu hükümetini hem içeride hem dışarıda köşeye sıkıştırmış durumda.

Netanyahu anlaşmayı neden bozdu?

Savaşı koltuk değneği olarak gören Netanyahu, içeride İsrail tarihinin en radikal koalisyonu olan hükümetini ayakta tutabilmek için sürekli “güvenlik tehdidi” algısına ihtiyaç duyuyor. İsrail kamuoyuna “zafer” olarak sunabileceği bir sonuç elde edemediği sürece erken seçim korkusu da gittikçe büyüyor. Bu nedenle ateşkes ve garantörlük mekanizması onun siyasi ajandasına, çıkar hesaplarına, bundan sonraki hedeflerine uymuyor.

Çünkü gerçek bir ateşkes, uluslararası denetim ve saha gözlemi anlamına gelir; bu da İsrail’in Gazze üzerindeki mutlak kontrolünü sınırlayacaktır.

Kısacası Netanyahu için barış, siyasi istikrar değil, iktidar kaybı anlamına geliyor.

Bu yüzden, sahada her ateşkes girişiminden sonra İsrail’in yaptığı ihlaller tesadüf değil. İsrail hükümeti, garantörlerin sahada aktif hale gelmesini istemiyor; çünkü bu durumda uluslararası gözlemciler, sivillere yönelik saldırıların ve ablukanın boyutunu doğrudan raporlayabilecek. Netanyahu bu durumun, Tel Aviv’in hem diplomatik hem de iç politik konumunu zayıflatacağını görüyor.

Garantörlerin hedefi: Sürdürülebilir bir denge

Türkiye, Mısır ve Katar’ın üstlendiği garantörlük rolü, bu anlamda sadece diplomatik bir misyon değildir; aynı zamanda bölgesel istikrarın yeniden inşası için bir fırsattır.

Anlaşma çerçevesinde garantör ülkeler hem ateşkesin denetimini hem de insani yardımların güvenli geçişini teminat altına almakla yükümlüdür.

Türkiye tabi olarak bu noktada diplomatik tecrübesiyle öne çıkıyor. Ancak bu sürecin başarıya ulaşması, sahada fiilî bir sivil ve askeri gözlem mekanizmasının kurulmasına bağlı.

Barış gücü fikri: Askeri değil, insani bir sorumluluk

Türkiye’nin olası barış gücüne katılımı, İsrail’in iddia ettiği gibi çatışmaya taraf olmak anlamına gelmiyor. Bu girişim, uluslararası hukuk temelinde, ateşkes anlaşması gereği yükümlülüğün yerine getirilmesidir.

Görev aslında askeri değil; insani koruma ve denetim esasına dayanıyor. Amaç, ateşkesin ihlal edilmesini önlemek, sivil halkın güvenliğini sağlamak ve yardımların hedeflendiği gibi engelsiz bir şekilde ulaştırılmasını temin etmektir.

Böyle bir mekanizma, son tahlilde İsrail’in keyfi operasyonlarını sınırlayacak, ateşkesin kâğıt üzerinde kalmasının önüne geçecektir.

HAMAS’ın dışlanması çözüm değil

Batılı çevrelerin ısrarla HAMAS’ı sürecin dışına itmeye çalışması, barışın kalıcı olmasını engelliyor. Gazze’de fiilî yönetim olarak var olan bir aktörü yok saymak, saha gerçekliğiyle uyumlu değil ve doğrusu hiçbir anlam taşımıyor.

HAMAS’ı dışlayarak kurulan masalar, halkın iradesinden kopuk kalıyor. Oysa sürdürülebilir bir barış, sahadaki tarafların asgari düzeyde de olsa dâhil edildiği bir süreçle mümkündür.

Türkiye’nin yaklaşımı da bu noktada önem taşıyor: dışlamadan, gerçekliği inkâr etmeden iletişim kanallarını açık tutmak ve Gazze’yi işgalden kurtarmak. Yani garantörlerin ortak sorumluluğu aslında bu hedefe en kısa vadede ulaşmak olmalıdır.

Sonuç: Barışın gerçek garantörleri

Gazze’de bugün sorulması gereken soru şudur: Barıştan kim kazanır, kim kaybeder?

İşgalci İsrail hükümeti kısa vadeli iç siyasi kazanımlar uğruna süreci baltalıyor ve barışın kaybedeni konumunda. Gazze halkı ise iki yıldan bu tarafa ağır bedeller ödediği halde, İsrail’in askeri ve siyasi hedeflerine ulaşmasını engellediği için barışın kazananı durumundadır.

Türkiye’nin garantörlük çerçevesinde üstleneceği barış gücü rolü hem sahada insani koruma sağlar hem de diplomatik zeminde sürecin ciddiyetini artırır.

Ancak barışın garantörü olmanın bedeli ağırdır; bu bedel, adaletin ve güvenliğin teminatı olmak anlamına da gelir.

Sonuç olarak Gazze’nin geleceği, artık tarafların değil, garantörlerin sorumluluk bilinciyle atacağı adımlara bağlıdır.