Fırka fırka olmak ya da fıkralardan medet ummak

Abone Ol

DEVLET, DURUP DURURKEN KONUŞMAZ!

Netanyahu ile Erdoğan arasında hiçbir fark yoktur.

Erdoğan ne söylerse söylesin, İsrail’e koruma kalkanı, Siyonizme bekçi, vaat edilmiş toprakların takipçisi, Batı’nın ileri karakoludur.

İsrail, Erdoğan’ın ümit ve geçim kapısıdır.”

24 Temmuz 2014 tarihli basın toplantısında bu cümleleri de söyleyen Sayın Bahçeli’nin dolaşımdaki görüntüsünü bir daha dinledik.

05 Temmuz 2014 tarihli basın toplantısı metnine ise, partisinin sitesinden ulaşıldığında, şu cümleleri de Sayın Bahçeli’nin, kayıttan okunabilir.

“Türkiye her cephede kaybetmekte, her alanda gerilemektedir.”

“Ülkemiz içeride istikrarsız, dışarıda iddiasız bir durumdadır.”

“Türkiye bölgesinde yalnızlaşmakla kalmamış; psikolojik, politik, stratejik, diplomatik, ekonomik ve jeopolitik yenilgiler almaya başlamıştır.”

“İsrail Başbakanı Netanyahu, Kürdistan’ın kurulmasına açık çek vermiş, desteğini açıklamıştır.”

“Büyük Ortadoğu Projesi hedeflerine birer birer ulaşmaktadır.”

2014 yılında bu konuşmalarıyla alkışlanan Sayın Bahçeli, 08 Ocak 2018 tarihinde açıkladığı parti kararıyla yine alkışlanıyor.

“MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı yoktur. Cumhurbaşkanı seçiminde Yenikapı ruhuyla Sayın Erdoğan’ı destekleme kararı aldık!”

2014 yılındaki konuşmalarının mürekkepleri daha korumamışken, 17 Mart 2024 tarihinde Sayın Erdoğan’a bizzat seslenen, yine Sayın Bahçeli’dir.

“Ayrılamazsın! Türk milletini yalnız bırakamazsın. Yanındayız!”

Yandaş gazeteci sıfatlı ve gereğini yapan Ahmet Bey olmaya aday adayı katiplerin çok sevdikleri “Nereden, nereye!” ünlemine tarih düşmek için hatırlatmadık Sayın Bahçeli’nin bu basın toplantıları metinlerini.

Gazetelerin Bab-ı Ali’de yaşadıkları ve ak kâğıtlara basıldıkları geçen asırda, okuyucuların merakla takip ettikleri “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer” ser levhalı makalelere bir özenti peşinde de değildik, bu hatırlatmaları yaparken.

2014 yılı tespitleriyle istediği desteği alamayan Sayın Bahçeli, 2018’den itibaren, avami lisandaki en korunaklı sığınma sloganında karar kılmıştır, kanaati de bizim değil.

“Madem öyle, işte böyle!” Mizanında bir dokunulmazlık kazanmış olamaz Sayın Bahçeli. Çünkü o, seçim meydanlarında yağlı urgan atarak oyun kurucu ve hatta kurucuların da koruyucusu olmuş bir politika uzmanıdır.

Bizim bu yazımızda hedefimiz, okuyanların ünlü Temel fıkrasını hatırlamasını önlemektir. Zira, okuyucularımızı temeli hatalı çağrışımlardan uzak tutarak, endişesiz soluklanmalarını sağlamak da bize düşer.

Derler ki, Dursun’un babası Temel, çocuklarına sürekli hastayım, hastayım diyormuş. Fakat ne oğlu Dursun duymuş Temel’i, ne de kızı Fadime ciddiye almış.

Temel’i merak edenler mezar taşında, “Hastayım, hastayım dedim inanmadınız! Gördünüz işte, ne oldi?” sitemini okumuşlar sonra.

Sayın Bahçeli’ye inanılmaması ile Temel’e inanılmaması arasında bir bağ aranmasın diye yazdık bu fıkrayı. Ülkemizde bir ekonomik kriz yaşanıyorken ve milletimiz, azıcık aşım, ağrısız başım tepkisizliğine alıştırılmışken, biraz da biz koruyalım duygusunu yaşamamız hoş görülsün.

Okuyucularımız işte tam bu satırlara geldiklerinde, içlerinden tek bir kişinin dahi aklına geleni şöyle dillendirmesini, kollama iç güdümüzden dolayı istemeyiz ve tedbirlerimizi sürdürürüz.

Adını bilmediğimiz ve fakat varlığından emin olduğumuz okuyucumuz, “Nasreddin Hoca’mızı da mı düşünmeyelim; hatırlattığınız Sayın Bahçeli nutuklarından sonra” derse, ne olacak?

Nasreddin Hoca adı anıldığında, insanımızın aklına ilk olarak “Parayı veren düdüğü çalar” esprisi gelir ve insanlar, kim kime para vermiştir, kim kimin düdüğünü çalmıştır, düdük çalanlar fabrikaları, madenleri, limanları da çalmışlar mıdır, gibi soruları çıkararak hayatlarından, gülme ihtiyaçlarını giderirler.

Eşeğine ters bindiği için gidilecek yönü bilmemiş bir Nasreddin Hoca’nın esprilerine gülüp geçmekte bir mahzur, hükümette rahatsız olma durumu kesinlikle yoktur.

Lakin, bize dönüp “Nasreddin Hoca’mızı da mı düşünmeyelim” diye soran okuyucumuz farklıdır ve şiddetle takibi gerekir.

Onun varmak istediği yer, “Nasreddin Hoca ve Timur” fıkrasıdır. Bunu hemen anladık. Çünkü bizim de bir istihbaratımız var; kimsenin şüphesi olmasın diyeceğimiz.

Ne olmuştu o fıkrada, ne anlatılmıştı?

Timur’un fillerinin, meralarına çökerek ve yeşil olan her şeyi tarumar ederek kıtlığa sebep olduğu şikayetini edenlere, “Düşün ardıma, Timur’a gidiyoruz” dememiş mi idi Sayın Nasreddin Hoca’mız.

Öyle demişti ve Timur’un otağına yürümüştü, ardına düşenlerle. Otağın önüne vardıklarında ve nöbetçilerin laubali bir şekilde “Emmi, ne arıyon?” diye sorduklarında, Nasreddin Hoca’da şafak atmış ve dönüp arkasına bakmış. Bir de ne görsün? Hiç kimseyi görememiş; bittik tükendik, her şeyimizi kaybediyoruz, diyen ve ovaları tutan o kalabalıklardan kimse gelmemiş.

Nasreddin Hoca bu. O halden geri dönmeyecek, milletine bir fıkra daha armağan edecektir. Sarığının, sakalının ve cübbesinin haşmetiyle dalmış otağa, varmış Timur Han’ın karşısına.

Hal hatır sorma ve hoşbeş sohbetindeki teferruata dalmadan, Timur Han’ın, “Hoca bizden ne istersin?” sorusuyla bakmasını fırsat bilen Nasreddin Hoca’nın “Bir kaç tane daha fil isteriz” cevabını tarih kitaplarına yazdırdığını cümle alemin bilmesidir; isimsiz okuyucumuzun bize gösterdiği olay.

Hayır, hayır!

Biz isteriz ki, kimin aklına bu Nasreddin Hoca fıkrası düşerse, en azından güler gibi yapsın ve geçsin gitsin. Sayın Bahçeli’nin, tarafımızdan bir daha hatırlatılan tarihi kayıtlarıyla ilgi, alâka ve münasebet kurmaya çalışmasın. Biz sorumlu değiliz; bu kadar yazdık.

‘’BU DAVA HOR, BU DAVA ÖKSÜZ, BU DAVA BÜYÜK’’ İŞTE ONU ANLATIYORLAR!

BİR BATI’DAN…

Yıl 1989 tam 36 yıl önce yerel seçimler dönemi, ben Refah Partisi Menemen İlçe  Başkanıyım. Rahmetli Şevket Kazan Hocamız da Refah Partisi İzmir Belediye Başkan adayımızdı. İzmir İl Başkanlığında toplantı halindeyken bana başkanım Menemen’de büyük bir yerde bir program düzenle, akşam namazı sonrası olsun dedi, ben hay hay hocam dedim.

 O gün 30 yaşın vermiş olduğu heyecanıyla ilçedeki arkadaşlarla işe koyulduk. Menemen’in en büyük kıraathanesi olan Park Kıraathanesini (şu an Migros AVM olan yeri) tuttuk. Belediye anonsuyla üç gün boyunca Adalet eski Bakanımız İzmir Belediye Başkan adayımız Şevket Kazan Bey, Menemen’imize gelecek Park Kıraathanesi’nde Menemenlilerle birlikte olacak, diye duyurduk.

Akşam namazını birlikte Lise Caddesindeki camide kıldık. Namaz sonrası toplu halde kıraathaneye gittik, oturacak boş yer yok. Masalar dolu çoğu kişi oyun oynuyor, bir kısmı da nargile içiyor. Kıraathaneyi işleten esnafımız yanımıza geldi, başkanım özür dilerim yer ayıramadım, bunlar hepsi buranın müşterisi, dedi. Şevket Kazan Hoca, daha iyi biz bunları toplayamazdık. Sen bize şu gazoz kasalarını getir, üstüne gazeteleri örtü yap, bana da su getir, burada oturanların tamamına bizden birer çay ver, dedi. Bu insanlar başta olmasa da sonlara doğru bizi can kulağıyla dinler ve hak verecekler, dedi.

 O günkü şartlarda elimizde ses cihazı olarak sesi net çıkan hem pilli hem kablolu bir megafonumuz var. Şevket Kazan megafonu aldı, önce hayırlı akşamlar, dedi, sonra hiç kimse rahatını bozmasın, oyununa rahatça devam etsin dedi. Biz, Milli Görüşçüler de sizler gibi bu vatanın evlatlarıyız. Elbette ki birlikte yaşadığımız bu güzel vatanımızın meselelerini birlikte çözeceğiz, tıpkı 1974’te MSP ve CHP koalisyonunda Kıbrıs zaferi gibi.

Devamen vatan, millet tanımı ve tam bağımsızlığın nasıl olduğunu ANAP iktidarının AET’ye girmek için nasıl çalıştığını, AET’nin bir Haçlı bloğu olduğunu, merkezi Brüksel olduğunu, AET’ye girmemizle bağımsızlıktan söz edemeyeceğimizi, AET uyum yasalarını kabul etmemiz halinde Türkiye’nin Beyrutlaşacağını, kara paranın, uyuşturuculuğun mafya ve çeteleşmenin merkezi haline geleceğini, adalet ve ahlâkın adeta devlet eliyle yaptırılacağını, buna dur demenin ancak Milli Görüş iktidarıyla mümkün olacağını, o mükemmel belağatıyla anlattı.

Arada bir su yudumlarken bana da ortamı takip et diyordu. Yaklaşık 1.5 saat süren konferans sonuna doğru o oyun oynayan insanlardan eser kalmamış, herkes can kulağıyla dinledikleri gibi alkışlıyorlardı. Konferans sonrası Şevket Kazan Hocaya, hoş geldin deme, elini sıkma sırası oluşmuştu. O gün orada nargile içerek dinleyen biri geçtiğimiz Ramazan öncesiydi bana o günü hatırlattı. Şevket Kazan’ın Türkiye’yi Beyrut’laştıracaklar, dediği bugünlerdir; bizler Erbakan ve arkadaşlarının o günkü dediklerini bugün yaşıyoruz demişti. ( Melik Aydın’ın bir paylaşımından)

BİR KUZEY’İMİZDEN

2000’li yıllardı ve benim Fazilet Partisi’nden ilk dönem belediye başkanlığım idi.

Tayyip Erdoğan kuracağı parti için çalışmalara başlamıştı ve bizi de tavsiye üzerine görmeye, kalabalık bir kurmay heyeti ile ilçeme gelmiş, belediyede üç saat görüşmemiz olmuştu, bizi de kadrolarına katma düşünceleri vardı.

Benim gerçekten çok mutlu çok heyecan duyduğum bir andı.

Çünkü, Belediye Başkanlığında idol gördüğüm ve çok sevdiğim, makamıma şeref vermişti.

İlçemde adeta millet ayağa kalkmıştı ve belediye binamızın içi ve dışı insan seliydi.

Ama! Ben, bu gelişin sinsi bir plan için olduğunu bilmediğimden adeta sevinçten uçuyordum.

Ekibin içinde olan, eski Konya Belediye Başkanı Halil Ürün Bey, benim heyecanlı konuşmalarımdan her halde etkilenmişti ki, Erdoğan’a; başkanım bu Ümit başkandan kopyalama yapalım da bazı ilçelere gönderelim, diyerek iltifatta bulunmuştu.

Sayın Erdoğan belediyeden ayrılırken aracına kadar uğurlamıştım ve yeşil bir Mercedes’in önüne binmişti, arka koltukta da o zamanki beyin takımından olan, Trabzon Belediye Başkanı Asım Aykan oturmaktaydı.

Sayın Cumhurbaşkanı eliyle beni boynumdan yüzüne doğru çekti ve sevgiyle ve gülerek yüzüme, genç ve enerjik başkan benden ne talep ediyorsun deyince!

Allah, tarihi sözüm olan, ‘Tayyip Bey ne olur düşmanlarımızı sevindirmeyelim,’ lafını o anda bana söyletmiş ve Erdoğan da için rahat olsun, Tayyip abin bir bölen olmayacak sözünü ilk kez orada söylemişti.

Ben de heyecanla ayağa kalkarak muhteşem kalabalığa ‘Duyun eyyyyy millet, Tayyip abim bir bölen olmayacak’ diye sevinçle haykırmıştım.

Bir kaç ay sonra tekrar Trabzon’a gelmişti ve tüm belediye başkanları, il genel meclis üyeleri ve meclis üyelerini, Trabzon belediye binasında toplayarak parti kuracağı mesajını vermiş ama en acısı ise Erbakan Hocama da açıkça ve acımasızca göndermelerde bulunmuştu.

Acı olan ise, salonda benden başka herkes çılgınca alkışlıyor ve çılgınca tezahürat yapıyordu. Acı ve hüzün içinde yetim bir yavru gibi boynumu bükmüştüm.

Konuşması bitince, sorusu olan var mı diye konuşunca, ben hemen elimi kaldırmıştım ve isyan eden bir konuşma tasarlamıştım.

Bunu anlayan, o zamanki Trabzon Belediye Başkanı hemen, Erdoğan’ın kulağına eğilerek bir şeyler fısıldar ve hep birlikte acelece kalkarak ve adeta kaçarak arkalarında olan kapıya giderlerken, bende onlar çıkmadan gür bir sesle, ‘Tayyip abi sana hakkımı helal etmiyorum,’ diyerek bağırırım.

Havaalanında, Erdoğan, Sürmeneli İsmail Hakkı Küçükali’ye demiş ki; (Bunu bana Küçükali anlatıyor) Ümit başkan arkamdan ne diye bağırdı deyince, İsmail Hakkı da size hakkını helal etmedi, demiş.

Tayyip bey çok kindardır ve bunun intikamını almak için 2004, 2009, 2014 ve 2019 yerel seçimlerinin tümünde ilçemde bana karşı büyük mitingler düzenledi ve bizzat da kendisi katıldı ve belediyeyi AKP’ye 2009’da çok zor da olsa kazandırdı.

Ama ben çok mutlu ve huzurluyum, Allah’a şükürler olsun ki, davamın içinde kalarak ve emekli maaşıyla geçinen ve kirada oturan bir başkan olmanın huzuru ve mutluluğu içindeyim.

Allah Müslümanları, para ve makam ihtirasından korusun. Amin.

Ümit Çebi’nin paylaşımı)

FARKIMIZ BİZİM

“Şimdi oturmuş geçmişle bu günü karşılaştırınca aklıma hep şu soru düşüyor: Önce bürokratlar mı bozuldu, yoksa kurumlar mı?

Sanırım zaten ikisi iç içeydi. Ama önce kurumları oluşturan bürokratlar değişti.

Şimdi düşününce, Türkiye’de bürokrasiyi, yargıyı, üniversiteyi ayakta tutan gücün “ordu” olduğunu anlıyorum.

Ordu zayıflayınca yargının, bürokrasinin ve üniversitenin çöküşü ardından geldi.”

(Mahfi Eğilmez - 05.06.2025)

Mahfi Eğilmez Hocanın, bir bürokrat olarak devlete hizmet yıllarını anlattığı yazısından alıntıladık bu tespit cümlelerini.

“Ergenekon operasyonu, vatansever askerlere karşı yapılmış bir operasyondur. Ergenekon, altını çizerek söylüyorum, Türk ordusunda Amerikan karşıtlarının tasfiyesidir. Nokta ve bir de ünlem koyuyorum!”

Rahmetli Oğuzhan Asiltürk’ün 2012 yılındaki bu isyanına, iştirakte mazereti olanların ve geç kalanların bugün geldikleri tespit noktasında da hatalarını itiraf etmekten kaçındıklarının belgesi olsun, geleceğin tarihçilerine bir ışık olsun, mukayese malzemesi yapılsın diye buraya aldık bu kayıtları.