Firavunî kuruntu, gerçek ilim ve yıkılacak sömürü düzeni

Abone Ol

Sihirbazlar, Firavun’un talebi üzerine, Hz. Musa ile karşılaşacakları gün için aylarca hazırlandılar ve kazanacaklarından hiçbir şüphe duymadan sihir gösterilerine önce kendileri başladılar. Hazırladıkları ipleri, sopaları yere attılar. Atarken de Firavun’a yakın olmak ve yalakalık yaptıklarını göstermek için seslerini yükselterek: “Firavun’un üstün gücü adına, elbette üstün gelen biz olacağız.” (Şuara, 44) diyorlardı.

Meydan sopa ve iplerle dolmuştu. “İnsanların gözlerini büyülediler, içlerine korku saldılar ve böylece büyük bir büyü gösterisi yaptılar.” (Araf, 116) Gözlerini kamaştırdılar ve onlar gerçekten yılan olmadığı halde gözlere öyle göründü. Hâlbuki gerçek değildi. Sopalar ve ipler gerçekte yerlerinde sakin duruyorlardı. O dönemin insanları sihre özel bir gözlükle bakıyorlar, sihirbazların hakikatleri değiştirebileceklerine ve istedikleri her şeyi yapabileceklerine inanıyorlardı. Meydandaki sihirbazların yaptıkları sihir öylesine büyük ve korkutucu idi ki bundan halkın tamamı etkilenip korkuya kapıldıkları gibi Hz. Musa da etkilendi ve içine korku düştü. İşte o anda ilahi irade devreye girdi ve şöyle hitap etti: “Korkma! Üstün gelecek olan kesinlikle sensin.” (Taha, 68) Sende olan iman ile küfür karşısında üstünsün. 

Bu hitap üzerine Hz. Musa üzerinden korkusunu hemen attı. Zira onun yaşadığı korku bir anlık insani korku idi. Ama hemen imanı galip geldi, bu duygulardan sıyrılıp çıktı. Sonra da Firavun’a, onun eşraf takımına, ordusuna ve sihirbazlara küçümseyerek baktı. Onları çok alçak varlıklar olarak gördü. Buna karşılık kendisini Yüce Allah’a olan bağı ile en üstün gördü. Nitekim bugün Filistin halkı da İsrail askerlerine aynı aşağılayıcı gözle bakıyor, onları etrafa saldıran sokak köpeklerinden farklı görmüyor, korkmuyor, kahramanca bir duruş sergiliyorlar.

Hz. Musa (A.S.)  asasını daha yere atmadan önce onlara dönerek dedi ki:  “Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.” Bunun ardından ilahi emir geldi: Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yalayıp yutsun.” (Taha, 69)

Hz. Musa asasını yere attı ve o anında büyük bir yılana çevrildi. Apaçık mucize ortaya çıktı. Sihirbazların yere attığı sopa ve iplerden ne varsa hepsini yuttu, yok etti. Sanki onlar, asanın dönüşmesi anında sesini duyuyorlar, o sopa ve ipleri içine çekip yutuverme homurtusunu işitiyorlardı. Meydanda büyük bir yılana dönüşen asa; sihirbazların yere attığı ve yılan şekline dönüşmüş görünen ne kadar sopa ve ip varsa hepsini yuttu. Peki, onları nereye koydu ki onlar bir daha ortada görünmediler. Bu manzara ile herkes dehşete kapıldı. Dehşete en çok düştükleri an ise büyük bir yılanın onları yuttuktan sonra önlerinde durması idi. Ama Hz. Musa korkusuzca bu dehşetli yılanın yanında duruyordu. Sonra bu her şeyi yutan yılanı hiçbir korku işareti göstermeden eliyle tuttu ve önlerinde havaya kaldırdı. Elindeki kocaman bir yılandı ama onu ısırmıyordu. Bundan daha fazla dehşete düşüren olay ise bu yılan Hz. Musa’nın elinde olduğu halde ağaç bir asaya dönüşmesi oldu.

Bu olay üzerine sihirbazlar hemen gerçeği idrak ettiler. Bu iş, Hz. Musa’nın değil Allah Teâlâ’nın işiydi. Hakkın kendileri ile beraber değil Hz. Musa ile beraber olduğunu anladılar. Kalpleri imanla aydınlandı. Hemen: "Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine iman ettik" (Şuara, 47-48) diye haykırarak yere kapanıp secde ettiler. Zira sihirbazlar sihirle mucize arasındaki farkı çok iyi biliyorlardı. Çünkü biri hayal, diğeri ise gerçekti. Bunun için Hz. Musa’nın asasının bu işleri sihir sebebiyle yapmadığını idrak ettiler. Bilakis bunu Allah Teâlâ’nın Hz. Musa’ya verdiği bir mucize olduğunu anladılar ve iman ettiler. Evet, gerçek bilim, insanı Allah’a götürür. Öyle de oldu. Bugün Türkiye’de özellikle üniversite çevrelerinde dinsizlik akımlarının revaç bulması gerçek bilim adamı kıtlığı sebebiyledir. Prof. Fuat Sezgin gibi gerçek bilim insanlarımız iman ehli olurken; ODTÜ ve Boğaziçi gibi üniversitelerde ne idüğü belirsiz bir baldırı çıplak kadın inkârda başrol oynuyor.

Sihirbazlar Allah’a imana koştular. Hâlbuki bundan önce onların içi dünya arzusu, heva ve hevesi doluydu. Nitekim karşılaşmadan önce şöyle demişlerdi: “Eğer galip gelirsek bize bir ödül var değil mi?" (Araf, 113)

Muhakkak ki Firavun Hz. Musa’yı halkın gözü önünde alt etmek için bir plan yapmıştı. Ancak Allah Teâlâ onun bütün hesaplarını boşa çıkardı, hilelerini başına çaldı ve kendisine hezimetin en acısını tattırdı. Esasen bu karşılaşmayı Firavun’un kendisi istemişti. Büyük kalabalıkları kendisi meydana yığmıştı. Maksadı bütün halkın gözü önünde, şeffaf bir şekilde Hz. Musa’yı yenmek ve halkın kendisine olan inancını, desteğini artırmak ve gücünü pekiştirmekti. Yine onların kendisine kulluk ve ilahlığını tanımada hırslandırmaktı. Ancak Allah Teâlâ bu meydanda Firavun’un rezil ve rüsvây olmasını diledi. (İnşallah Gazze’yi ezerek gücünü göstermek isteyen İsrail de oradan aynı zilletle çıkacak.) Secdeye kapanan sihirbazlar onun adamlarıydı. Bunları kendisi seçmiş, kendisi toplamış ve kendisi bu meydana getirmişti. Hâlbuki bunlar; Hz. Musa’nın gerçek bir peygamber olduğuna ve Yüce Allah’ın âlemlerin Rabbi olduğuna şahitlik ediyorlar, bütün herkesin önünde açıkça imanlarını haykırıyorlardı.

Firavun’un meydan okuyuşu kötü bir hezimetle sonuçlandı. Eşrafı ve ordusu da yenildi.  İnsanlar bu karşılaşma sonunda meydanı Firavunla dalga geçerek, söverek, aşağılayarak terk ettiler. Bu dehşetli kalabalık önünde Firavun tekrar tekrar hezimeti, yenilgiyi hissetti. Öyle bir yenilgi ki tahtını, zorbalığını ve zulümkârlığını da titretti, tehlikeye attı. Bugün de inşallah öyle ümit ediyoruz ki Gazze halkını yok etmek için varını yoğunu ortaya koyan İsrail ve onun zulmünün açık ortakları olan tüm Batılı devletler -tıpkı Firavun’un bütün halkının gözü önünde rezil olup saltanatını sarstığı gibi- dünya milletlerinin gözünde kendilerini rezil ettiler ve 200 yılı aşkındır işlettikleri sömürü düzenini temelden sarstılar. Firavun bu karşılaşma sonrası halkın nazarında beş paralık olan itibarını bir daha kurtaramadığı gibi, Batı hegemonyası da kurtaramayacaktır. Sömürgecilerin ağababalarının yaşadığı Londra’da 1 milyon insanın Filistin’e destek, İsrail’e lanet için yürümesi basit bir olay değildir.

Gazze direnişi, Batılı sömürgecilerin dünya halklarına çıkar tek yol olarak gösterdikleri ve adına demokrasi dedikleri şeye bakış açılarının aslında müşriklerin aç kaldıklarında yedikleri helvadan putlarına bakış açılarından farksız olmadığını ispatladılar. İnsan hakları, uluslararası antlaşmalar, beynelmilel kuruluşlar vesaire hepsinin sadece Yahudi çıkarlarına hizmet ettiği sürece uyulması zorunlu, başkasının hakkı söz konusu olduğunda ise hiçbir işlev görmediğini gösterdiler.

Gazze halkının şanlı direnişinin bir yıla yaklaşan uzun zamandır sürmesi başlı başına bir mucizedir. Mucize görüldüğüne göre, mucizenin meydan okuduğu karşı tarafın -ki o bugün Batılı sömürü düzenidir-  yok oluşu da yakındır. ÇÜNKÜ MUCİZENİN UYANDIRAMADIĞINA İLAHİ AZAP ACİL OLARAK İNER.

Konuya sihirbazların imanları karşılığı ödedikleri bedel ve aldıkları ödül ile devam edeceğiz inşallah.