Fırat’ın Batısı’nda Neler Oluyor?

Abone Ol

Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan gelişmeler, haliyle “Fırat’ın batısı” olarak deklare edilen kırmızı çizginin silinip silinmediği tartışmasını da alevlendirmiş vaziyette. Tartışmayı hararetli bir şekilde başlatan Batılı yayın organlarının başında da Deutsche Welle (DW) Türkçe geliyor. DW’nin 7 Haziran tarihli haber-yorum yazısının başlığı aynen şöyleydi: “Türkiye’nin kırmızı çizgisi silindi mi ”

Bu soru çok da haksız sayılmaz. Nitekim Minbic’in adının PYD/YPG tarafından Manbik olarak değiştirilmesi haberleri sonrası PKK’nın Suriye uzantısı PYD güdümlü Demokratik Suriye Güçleri sözcüsü Talel Sülo’nun Halep’in kuzeyi ve Rakka’da yaşananlarla ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Kobani’yi ziyaret eden ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel’den federal bölge sözünü aldık” ifadesi ilk etapta kırmızı çizginin varlığını fazlasıyla tartışmalı hale getiriyor. Bu arada, Sülo’nun Suriye’nin yüzde 20’lik kısmında hâkimiyet sağladıklarını söylemesini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Bu kapsamda, Türkiye’nin Suriye’deki “güvenli bölge” projesini ABD’nin sabote ettiğini söyleyen Suriye’deki önemli muhalif gruplardan Şam Cephesi sözcüsü Muhammed el-Ahmed’in iddiaları da fazlasıyla kayda değer. Azez-Cerablus arasında “Mare Hattı” olarak da bilinen 90 kilometre uzunluğa 35 kilometre derinliğe sahip bölgedeki PYD varlığına dikkat çeken Muhammed el-Ahmed, “ABD’nin hedefi Azez-Cerablus bağlantısını sağlamak ve güvenli bölgenin tamamını PYD’ye teslim etmek” diyor ve Sülo’nun iddiasını teyit eden şu ifadeyi kullanıyor: “Suriye PKK’sın güvenli bölge olarak düşünülen alanın yüzde 20’sini kontrol altında tutuyor.”

Sözcü Muhammed el-Ahmed’e göre, IŞİD, PYD’ye alan açıyor ve 1,5 yıl önce küçük bir grup olan PYD, Ayn-el Arap (Kobani) sonrası ABD eliyle düzenli bir ordu haline getirildi. Eğer, Afrin-Cerablus bağlantısı sağlanırsa, bunu müteakiben 6 ay içerisinde Suriye’nin kuzeyinde federal bölge adı altında Türkiye sınır hattını kontrol edecek olan uydu devlet ilan edecek.

Tüm senaryonun farkında olduklarını, bölgenin çok yakın zamanda PYD’ye teslim edileceğini ifade eden Ahmed’e göre bunu engellemenin tek yolu ise Türkiye’nin bölgeye müdahale etmesinden geçiyor. Eğer bu müdahale olmaz ise, Suriye’de kangren olacak bir felaket dönemini başlayacak...”

Türkiye, Kuzey Suriye’ye Müdahalede Bulunur mu

Açıkçası, bu kritik soruya doğrudan doğruya “evet” ya da “hayır” cevabını verebilmek, o kadar da kolay değil. Ankara son noktaya kadar açık bir müdahalede bulunacağa benzemiyor. Dolayısıyla, servis edildiği gibi Türkiye’nin öyle birlikte hareket edebileceği güçlü bir ittifak söz konusu değil. Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın son günlerde ABD’ye yönelik “mavi boncukları” dikkatlerden kaçmıyor.

Sözcü Ahmed’in de belirttiği gibi, “İslam Ordusu” burada bir heyecan oluşturmakla birlikte, alana şu an için müdahale etmesi pek mümkün değil. Nitekim, basında yer alan son haberlere göre, İslam Ordusu daha çok kriz sonrası bölgede barış gücü olarak görev üstleneceğe benziyor.

Bu durumda Ankara’nın yeni bir strateji geliştirdiğini görüyoruz. Bu stratejiye göre: 1. ABD ile kontrollü krize devam, yani bir taraftan kırmızı çizgileri koruma, diğer taraftan ise Washington ile müzakere sürecini devam ettirme; 2. Suriye’nin kuzeyinde yeni oluşumları teşvik etme; 3. Bölgedeki meşru muhalefete destek; 4. Türkmendağı’nı her ne pahasına olursa olsun elde tutma.

Bu hususlara biraz daha netlik kazandırmak gerekirse... Ankara’dan yapılan “ Menbiç/Minbic operasyonu sonrasında tek bir YPG’li kalmayacak. ABD garanti verdi” açıklaması ve bu operasyonların Demokratik Suriye Güçleri tarafından gerçekleştirildiği, PYD/YPG güçlerinden az sayıda bir gücün daha çok lojistik destek noktasında bu gücün bir parçası olarak operasyonlarda yer aldığına yönelik açıklamalar, ABD ile yaşanan krizde diplomatik çözüme yönelik bir “avans”, hatta deklare edilmemiş bir “mutabakat” olarak da değerlendirilebilir. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken’in ABD ile Türkiye’nin Menbiç’te birlikte çalıştığını açıklaması bu tespiti büyük ölçüde doğruluyor gibi...

Diğer taraftan Ankara’nın Washington’a karşı ihtiyatlı davranma gereği duyduğunu da belirtmekte fayda var. Bu bağlamda Türkmendağı ile sembolleşen Türkiye’nin bölgedeki son kalesi bağlamında yaşanan direnç, Ankara’nın kırmızı çizgisi noktasında kararlı olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde, Türkiye’nin her an eksen değiştirebileceğine yönelik son çıkışları ve bu bağlamda Rusya ile yeni bir dönem arayışı da bu güven sorununun bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir.

Bölgede kendisini göstermeye başlayan ve PYD/YPG’yi hedef alan yeni Kürt yapılanmalar, Ankara’nın bölgede kolay kolay pes etmeyeceğinin bir diğer somut bir göstergesi olarak görülüyor. Dolayısıyla, Ankara’nın eli hiç de zayıf değil. ABD başta olmak üzere, birçok başkent bunun farkında. Moskova da buna dâhil. Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun Suriye’ye apar topar gerçekleştirdiği ziyaret bunun göstergesi. Bu ziyaretin Tahran’da gerçekleştirilen Rusya, İran ve Suriye savunma bakanları toplantısı sonrası olduğunu da hatırlatmakta fayda var.

Ankara-Washington Hattında İşler Karışık!

Türk-Amerikan ilişkileri şu an için Fırat’ın batısına sıkışıp kalmış durumda desek, açıkçası çok da yanılmış olmayız. Eğer bu bölgedeki kriz aşılamaz ise, o zaman ikili ilişkilerde çok daha derin krizlerin olacağıyla ilgili mesajları taraflar çok net bir şekilde veriyor.

Türkiye, ABD’ye Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan başlamak üzere, Karadeniz-Kafkaslar-Hazar-Orta Asya-Güney Asya hattından bazı göndermelerde bulunurken, onun iki önemli uzantısı konumunda bulunan AB ve NATO noktasında da kritik kararlar alabileceğiyle ilgili mesajlar veriyor, hem de alenen...

Buna karşılık ABD tarafı da bu mesajın adresine farklı hamlelerde bulunabileceğiyle ilgili karşı mesajlarını bir takım think tanklar, dergiler ve basın üzerinden veriyor. İnsan hakları, ifade özgürlüğü ve demokrasi ile ilgili sorunlara çeken ABD yönetiminin antidemokratik yöntem ve araçlara işaret etmesi ve aba altından sopa göstermesi, kendi içerisinde bir çelişki gibi görünse de, “tarihi referanslar” bunun bir sürpriz olmayacağını gösteriyor.

Peki, ABD bunu yapabilir mi Bu işte biraz zor. Çünkü Ankara’da siyaset mekanizması kendi görevini, güvenlik bürokrasisi de kendi işini yapıyor ve arada tam bir mutabakat var. Dolayısıyla, bazı beklentiler içerisinde olanlar avuçlarını yalarlar!