İngiltere, Kanada, Fransa gibi ülkelerin Filistin’i tanıma kararı almaları dünya kamuoyunda haklı olarak oldukça büyük ilgi gördü.
Bu ülkelerin aldıkları tanıma kararının gerekçesi olarak ise bugüne kadar çeşitli çevrelerden farklı yorumlar geliştirildi.
Tanıma kararı alan ülkelerin önemli bir kısmının Avrupa menşeli olmasının, Avrupa Birliği’nin zayıflayan etki alanını diplomatik hamlelerle yeniden güçlendirme gayreti olduğu yönündeki bakış açısı dile getirilen yorumlar arasında en fazla öne çıkanı oldu.
Bununla birlikte AB’nin temel referans noktası olarak belirlediği insan hakları, demokrasi, hukuk gibi kavramlar İsrail tarafından açıkça ihlal edilmesine karşın AB’nin İsrail karşısında takındığı teslim olma tavrının AB açısından varoluşsal bir sorgulamayı beraberinde getirmesinin de bu tanıma kararının alınmasında etkili olduğu dile getirildi.
Elbette bütün bu yorumlar dikkate alınması gereken niteliktedir ve kıymetlidir. Ancak meseleyi gerçek anlamda ne denli yansıttığına şüphe ile yaklaşılmasında fayda vardır.
Niçin bunu söyleme ihtiyacı hissediyoruz?
Çünkü 2008’den beri iktisadi krizin etkisinden sıyrılamayan ve krizden çıkışı sağlayacak karizmatik güven veren politik liderlerden yoksun hale gelen AB’nin İsrail karşısında İsrail’e rağmen adım atabilmesi pek mümkün görünmemektedir.
Devlet, para ve orduya hükmedebildiği ölçüde devlettir. Hâlbuki AB uzunca bir süredir büyük ölçüde bu ikisinden de mahrum hale gelmiştir.
Dolayısıyla toplumlar bazında değil yönetimler açısından İsrail’e rağmen İsrail’in aleyhinde bir kararın çıkması bugünkü siyasi-iktisadi düzende inandırıcılıktan uzak görülmektedir.
O zaman akla şu soru gelmektedir: İsrail niçin böyle bir şeye müsaade etsin!?
Bu noktada meseleye Netanyahu başta olmak üzere bugüne kadar Siyonist varlığı yöneten tüm terör örgütü yöneticilerine ilham veren önemli bir stratejiye dikkat çekilmesinde yarar bulunmaktadır.
Bu stratejinin adı; “Demir Duvar” olarak bilinmektedir.
Filistin’de büyük katliamlar gerçekleştiren Irgun terör örgütünün kurucusu Vladimir Jabotinsky tarafından 1923 yılında ortaya atılan bu strateji, bugünkü mevcut Siyonist saldırganlığın kökenlerini anlamak bakımından önemli ipuçları sunmaktadır.
Jabotinsky’e göre; Filistin’e Yahudi göçüne Filistinlilerin diyalog yoluyla ikna edileceğini zanneden Siyonistler hayal dünyası içinde yaşamaktadır:
“… bizden kurtulmak için en ufak bir umut kırıntısına sahip oldukları sürece, bu umudu tatlı sözlere veya besleyici sandviçlere satmayacaklar; çünkü onlar bir ayak takımı değil, geri kalmış da olsa yaşayan bir halk. … Bu nedenle, gönüllü bir anlaşma düşünülemez. Dolayısıyla böyle bir anlaşmayı Siyonizm'in olmazsa olmaz koşulu olarak görenler artık "hayır" diyebilir ve Siyonizm’i reddedebilirler. Sömürgeleştirmemiz ya durmalı ya da yerli halkın iradesine rağmen devam etmelidir. Bu nedenle, ancak yerel halka bağlı olmayan bir gücün koruması altında devam edebilir ve gelişebilir; yerel halkın aşamayacağı bir demir duvar.”
Kısaca Jabotinsky, Demir Duvar doktrini ile barışın ancak güç ile geleceğini, Siyonizm’in Filistin’de kendisini ancak güç ile var edebileceğini, Yahudi çoğunluğu güç ile sağlamadan Filistinlilerin boyun eğmeyeceğini, bunun için terör eylemlerine ihtiyaç olduğunu savunmuştur.
Bu stratejinin Filistin’in tanınma meselesinde gündeme getirilmesinin nedeni güç yoluyla otorite sağlandıktan sonrasına yönelik önerdiği yol haritasıyla bağlantılıdır.
Zira Jabotinsky’e göre; Filistin’de hakimiyet Yahudilerin kontrolüne girdikten sonra ulusal kurtuluş mücadelesi veren Filistinlilerin bütünlüğünün parçalanması gerekmektedir.
“Yaşayan bir halk, ancak artık umut kalmadığında, demir duvarda hiçbir boşluk görünmediğinde böylesine büyük ve kader belirleyici konularda taviz verir. Ancak o zaman sloganları "Olmaz!" olan aşırı gruplar cazibesini kaybeder ve nüfuz ılımlı gruplara geçer. Ancak o zaman bu ılımlılar bize karşılıklı taviz teklifleriyle gelirler; ancak o zaman yerinden edilmeye karşı bir garanti, eşitlik veya ulusal kimlik gibi pratik konularda bizimle dürüstçe pazarlık yaparlar. Ve inanıyorum ve umuyorum ki, o zaman onları sakinleştirecek ve her iki halk da barış içinde ve onurlu bir şekilde yan yana yaşayabilecek garantiler verebiliriz. Ancak böyle bir anlaşmaya ulaşmanın tek yolu, demir duvar, yani Filistin'de Arap nüfuzunun erişemeyeceği, yani Arapların tam da mücadele ettiği güçlenmedir. Başka bir deyişle, gelecekte bir anlaşmaya varmamızın tek yolu, şu anda tüm anlaşma girişimlerinden tamamen vazgeçmektir.”
Jabotinsky, her ne kadar 1940’ta ölmüş olsa da fikirleri güçlü bir şekilde bugün halen iktidardadır. Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin’in tanınma süreçleri diplomatik anlamda İsrail’i uluslararası yalnızlığa itmesi bakımından ehemmiyet içermekle birlikte bu strateji de akılda tutulmalı ve bu ihtimale karşı alternatif politikalar hazırlanmalıdır.
Filistin’in tanınması, İsrail’e karşı direniş ve mücadeleyi diplomasi koridorlarında boğmayı amaçlayanların arzularına kurban edilmemelidir.
Zira Jabotisnky’nin de ispatladığı gibi; İsrail ancak güçten anlamaktadır!