Fıkh’ın Babası İmam Azam Ebu Hanife (r.h.)

Abone Ol

İmam-ı Âzam hazretlerinin asıl ismi Nûman’dır. Babasının adı Sabit, dedesinin adı ise Faruk Zevta’dır. EbûHanîfe onun künyesidir. Ancak onun Hanîfe adında bir kızının, hatta oğlu Hammâd’dan başka çocuğunun bulunmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması, Iraklılar arasında hanîfe denilen bir tür divit veya yazı hokkasını devamlı yanında taşıması veya hanîfkelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse olmasıyla izah edilmiştir.

Dedesi Zevta, aslen bugün Afganistan’ın başkenti olan Kâbil’dendir. Dedesi Zevta İslâm ordularının İran, Horasan ve Irak’ı fethettikleri sırada Müslümanlara esir düşmüş ve Teym kabilesine mensup Teymullah b. Sâlebe’nin kölesi olmuştur. Fakat az bir zaman sonra azad edilerek yeniden hürriyetine kavuşmuştur. Bu olaydan sonra İmam Azam’ın dedesi memleketi olan Kabil’den ayrılarak Kûfe’ye yerleşmiştir.

İmam Âzam’ın torunu Ömer’in nakledildiğine göre İmam Âzam’ın babası Sabit Müslüman olarak dünyaya gelmiş ve Hz. Ali (r.a.) ile karşılaşmıştır. Hatta Hz. Ali’ye (r.a.) bir elbise de hediye etmiştir. Hz. Ali (r.a.) de İmam-ı A’zamın babasına ve zürriyetine hayır ve bereket duasında bulunmuştur.

EbûHanîfe ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. İlim hayatına atılınca ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürmüştür.

EbûHanîfe’nin doğup büyüdüğü Kûfe Abdullah İbniMes’ud (r.a.)’ın yetiştirdiği âlimler sayesinde bir ilim merkezi olmuştu. Böyle bir ortamda ticaretle uğraşan ve zaman zaman bu ilim halkalarına uğrayan Ebu Hanife’nin parlak zekâsı âlimlerin dikkatini çekmiş ve kendisini ilme yönlendirmişlerdir. EbûHanîfe de bu konuyla ilgili olarak EbûAmr eş-Şa‘bî’nin kendisini çağırıp, “Seni zeki, kabiliyetli ve hareketli bir genç olarak görüyorum. İlme ve âlimlerin meclislerine devam etmeyi ihmal etme” dediğini, bu konuşmanın kendisine tesir ettiğini, böylece ilim tahsiline yöneldiğini anlatmaktadır.

Ebû Hanife ilim hayatının başlangıç dönemlerinde kelâm ilmi ile meşgul olmuş, sonra da Fıkha yönelmiş ve bu konuda yıldızlaşmıştır. Hicri 120 yılında Hocası Hammad vefat edince, onun yerini en seçkin talebesi Ebû Hanife almıştır.

İmam Âzam Fıkıhta olduğu gibi Akaid alanında da Ehli Sünnet vel Cemaat mezhebinin kurucusudur. Kendisine Ehl-i Sünnet inancının alâmetlerinden sorulunca şöyle cevap vermiştir:

“Hz. Ebûbekir ile Hz. Ömer’i diğer sahabîler üzerine üstün tutarız. Hasan ile Hüseyin’e sevgi besleriz. Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız. Mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. Günahı sebebiyle hiçbir mü’mine kâfir demeyiz. Allah’ın sıfatları hakkında konuşmayız. Bütün sahabîler hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiz. Sahabenin en üstünü Hz. Ebû Bekir, sonra Hz. Ömer, sonra, Hz. Ozman, sonra Hz. Ali, sonra Aşere-i mübeşşere, sonra Bedir ehli, sonra Uhud savaşına katılanlar, sonra Hudeybiye’de bulunanlar, sonra Akabe biatında bulunanlardır.”

İmam Âzam fıkhın babasıdır. Fıkıh konusuyla az çok ilgilenmiş olan herkes mutlaka Ebu Hanife’nin fıkhından istifade etmiş ve kendisinden saygıyla bahsetmişlerdir. Harun b. Sa’d’ın naklettiğine göre imam Şafiî şöyle demiştir.

“Ebû Hanife’den daha fakîh bir âlim görmedim. Fakîh olmak isteyen kimse Ebû Hanife ve ar-kadaşlarının söz ve kitaplarına müracaat etsin, onların sözlerini kabul edip ezberlesin. Zira bütün insanlar kıyas hususunda EbûHanîfe’niniyalidir (çocuklarıdır).”

Yine îmam Şafiî’den şu sözün nakledildiği rivayet edilmiştir:

“Bütün insanlar fıkıhta EbûHanîfe’nin, Siyer ve Meğazî’de Muhammed b. İshak’ın, Tefsir’deMukâtil’in, Nahiv’deKisâî’nin çocukları hükmindedirler. İmam Âzam’ın kitaplarına bakmayan fıkhı anlayamaz, bilemez ve maksadına nail olamaz.”

İmam Mâlik’in de şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Ebû Hanife İslâm’da altmış bin mesele çıkarıp ortaya koymuştur.” İmam Ebû Bekir b. Atîk’in rivayetine göre ise, İmam Âzam beş yüz bin mesele çıkarıp ortaya koymuştur.

Eğer İmam Âzam bu meseleleri ortaya koyup ictihadda bulunmasaydı bütün insanlar sapıklıkta kalırdı.

İmam-ı Azam hazretleri hicretin 80. Yılında Kufe’de doğmuş ve 150. Hicri yılda Bağdat’ta 70 yaşında iken vefat etmiştir. Rahmetullahi aleyh.