Fİ TARİHİ - Venizelosun Torunuyla Barıştık

Abone Ol

Osmanlı’nın tarihi mirası ile de barışalım artık

Türkiye’de son senelerde tarihle barışma yolunda yavaş ama güzel adımlar atılıyor. Barışma bundan yaklaşık on sene evvel, önce hükümet mensuplarının bir padişah torununun cenazesine çelenk göndermesiyle başladı. Sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yıldönümü resmî törenlerle kutlandı. TBMM’nin organize ettiği Halife sergisinin açılışı, bizzat Halife’nin torunu tarafından yapılırken Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı da Osmanlı ailesinin reisiyle New York’ta kahvaltı yapıyordu.

Türkiye’de son senelerde tarihle barışma yolunda yavaş ama güzel adımlar atılıyor. Barışma bundan yaklaşık on sene evvel, önce hükümet mensuplarının bir padişah torununun cenazesine çelenk göndermesiyle başladı. Sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yıldönümü resmî törenlerle kutlandı. TBMM’nin organize ettiği Halife sergisinin açılışı, bizzat Halife’nin torunu tarafından yapılırken Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı da Osmanlı ailesinin reisiyle New York’ta kahvaltı yapıyordu.

Bu gelişmeler bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi “Hilâfete dönüş hazırlığı” yahut “Osmanlı hayali” değil, Cumhuriyet nesillerinin tarihî mirasına sahip çıkmasıdır ve kendine güveni tam olan, bir takım travmalardan arınmış bir Cumhuriyet’e yakışan da geçmişiyle barışık olmaktır.

Bütün bu güzel gelişmeler, gücüne güvenen, geçmişiyle barışık ve değerlendirmeye açık bir Cumhuriyet ideolojisinin artık tamamen yerleştiğini ve Türkiye’de yaşayan nesillerin, kendisine yakışanı yaparak geçmişine kin dolu duygularla bakmayı bırakıp, kendine ve tarihine güvenen “Cumhuriyet nesilleri” olarak hakkı hak edene vermesi gerektiğine inanmaktayım.

40 yaşındayım. Türk kültür ve Millî  Eğitim sistemine göre yetiştirildim. Bizlere ve bizden daha önceki nesillere iki kelime öğretildi. Ya  “KAHROL” ya da “ÇOK YAŞA”… Bir insan bize göre ya “kahrolacaktı” ya da “çok yaşayacaktı…”

Renk kavramı olarak ya beyazı kabul ettik, ya da siyahı… Tarihî kahramanlarımızı övmek için hep bir diğerini karaladık. Hep bir dayatma ile karşı karşıya bırakıldık.

“TARİHTE BİRİ KAHRAMANSA, DİĞERİ HAİNDİR.” Hiç düşünmedik,  ya tarihimizde hain yoksa ve herkes kahramansa… 

Osmanlı Devleti’nin son hükümdarı Sultan Mehmet Vahideddin Han’ın nasıl biri olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışmaktayız. Verdiğimiz bazı bilgiler “Klasik Bilgi Kuramı” gereği klasik tarih öğretisinden farklı ve değişik görülüyor. Evet, sevgili dostlar, tarihimizde hain yok. Ne Sultan Vahideddin haindi, ne de başka biri… Ortadaki farklı uygulamalar sadece taktik ve stratejideki farklılıklardır, o kadar. Bir insan yurdu kurtarmak için bir taktik uygulasa ve yanılsa, hain mi sayılmalıdır Memleketimizin tarihî birer motifi sayılan bu kişi veya kişilere, hain diyenler bence açıp “Türkçe Lügat”e bir baksınlar “HAİN” ne demektir diye…

Bunun yanı sıra, bugün etrafta, kendisini tarih sosyologu sanan birileri, bu yüce milletin “kurtuluş destanı” olan Milli Mücadele’yi hafife almak için 10400 olan şehit sayısını ortaya atıyorlar ve diyorlar ki; “Bu Milli Mücadele denen şey  Yunan askerleri ile basit çatışmalar yapan birliklerin yaptığı şeylerdir ve çok da önemli değildir.” Ne kadar hazin bir yaklaşım tarzı. Milli Mücadele boyunca verdiğimiz 10400 şehidimizi hafife alarak kim ölü sayısının çok olmasını ister biliyor musunuz Millî hassasiyet ve kültüründen uzak olan kişiler. 

Evet, Sultan Mehmet Vahideddin Han, memleketin kurtuluşu için canını dişine takan iyi bir vatan evladıydı. Samimiydi, namusluydu ve milliyetçiydi. Fakat memleketi kurtarmak için başvurduğu  yöntem ya da yollar ne kadar doğruydu. İşte bu konu o dönemin sosyolojik, politik, psikolojik, malî ve felsefî yapıları da göz önünde bulundurularak tartışılabilir. Bu duruma kimsenin itirazı olmaz sanırım.

Bir insan boğazına kadar işgal belasına batmışsa, yatak odasına kadar düşman askeri girmişse, memleketi karış karış bölüşülmüşse, ordusu dağıtılmış, tersanelerine el konulmuş, postaneleri kapatılmışsa ve yarına dair hiç ümidi yoksa bütün bu olumsuzlukların içinde memleket için kıvranırken yanlış yapması, hata yapması  niçin hainlik olsun.

Biz, bu vatandan başka gidecek ikinci bir vatanı olmayanlardanız. Eğer bu vatana bir gün düşman girerse, ilk önce cepheye koşacaklardanız. Şimdi birileri bize diyor ki; Ya SULTAN VAHİDEDDİN’ci olacaksın  ya da MUSTAFA KEMAL’ci…

Tarihimizde hain arayanlar, Allah aşkına dürüst olun ve tarihî bir araştırma yapın ne göreceksiniz biliyor musunuz; bu ikilinin el ele ve kol kola bu memleket için çalıştıklarını ve danışıklı dövüş içerisinde hareket ettiklerini… Peki şu an geldiğimiz bu noktaya niçin gelindi ..

Sultan  Vahideddin Han, niçin onlarca ve her biri birbirinden şanlı Osmanlı paşalarının arasından rütbece küçük ve henüz paşa olan Mustafa Kemal Paşa’yı seçti. Ne aradı ve ne buldu bu paşada… Kendisine, “…Sultanım Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyetçidir onu seçmeyiniz” diyenlere, niçin, “…Bu vatanı kurtarsın da neci olursa olsun” cevabını verdi. Bu cevap bir hain tarafından verilebilir mi

Sultan, niçin Samsun’daki küçük köy nümayişlerini durdurmak için gönderdiği bir paşaya İzmit’in doğusundaki tüm vilayet valiliklerine emir verebilecek sınırsız salahiyetler verdi. Bu nasıl izah edilebilir… Niçin Mustafa Kemal Paşa’yı tüm maddi ve manevi imkânlarla donattı Mustafa Kemal Paşa, niçin kendisi hakkında idam fermanı hazırlatan, ve ordudaki vazifesine son verdiren padişaha Erzurum Kongresi’nden arz-ı hürmet etti ve Vahideddin Han’ın doğum gününü kutladı ve onun adına tebrikleri aldı .. Bir hain niçin memleketten giderken imparatorluğun hazinesine elini sürmez ve tabiri caizse beş parasız gider ve en önemlisi niçin Avrupa’da hainliklere devam edip, bir ordu kurup bu ordu ile Anadolu üzerine saldırmaz. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, Sultan Vahideddin Han, asla bir hain değildi. Tam aksine canını dişine takarak memleketi için çalışan, yırtınan ve yıpranan bir garibandı.

38 yaşında vatanı düşman işgalinden kurtarmak için özel ve gizli bir emirle Anadolu’ya gönderilmiş, 39-40-41 yaşında ise memleketi düşman işgalinden kurtarmış bir adam, nasıl sevilmez ve nasıl yaptığı büyük işler görülmez. Evet, karşımda 34 yaşında Çanakkale cephesi komutanlığı yapmış biri duruyor. Çanakkale’ye gidenler oranın nasıl zor bir coğrafya olduğunu bilirler.

Evet doğrudur. O kitapta öyle söylenir. Fakat padişaha hain diyen Mustafa Kemal Paşa, Niçin 16 Mayıs 1926’da ölen Sultan Vahideddin’in arkasından “…Çok namuslu bir adam öldü. Eğer isteseydi, saraydaki bütün hazineyi yanında götürür, muhteşem bir ordu kurar ve üzerimize öyle bir gelirdi ki…” demiştir. Bir adam, aynı zamanda hem hain hem de çok namuslu nasıl olabilir Bu iki söylem arasındaki farkı o dönemin ince kıvrak politikasını ve ilm-i siyasetini bilmeyenler anlayamaz ve doğru tefsir edemezler. 

Sonsöz;

Bizler, tarihinde haini değil kahramanı bol olan bir kültür mirasının varisleriyiz. Koca bir imparatorluğun bakiyesiyiz. Bizlere emanet edilen ve avuçlarımıza bırakılan tarihî ve kültürel miras, pırıl pırıl ve tertemizdir. Bir takım izahı zor mantık yapıları ile geçmişte olmayanı olmuş gibi gösterenler eğer kendilerini ve yüreklerini düzeltmezler ise silinip, kaybolup, unutulup gidecekler.

Seneler sonra da kendi kendime oluşturduğum bu ‘güya’ hainin ölüm haberini duyunca da, tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi mahzunlaşır ve gözlerim yaşlı bir şekilde pencereden ufku seyreder, beraberce gittiğimiz Almanya seyahatine, baş başa ve diz dize yaptığımız o gizli görüşmelere ve 16 Mayıs 1919’daki o son bakışmamıza doğru bir yolculuğa çıkardım…

Muhabbetle…