Fİ TARİHİ - İslam ordularının muhteşem Malazgirt Zaferi

Abone Ol

İslam ordularının muhteşem

Dünya tarihinin en mühim hadiselerinden biri, Anadolu kapılarının Müslümanlar tarafından açılması ve Anadolu’nun birbiri ardı sıra yükselen muhteşem eserlerle bir “İslam diyarı” haline getirilmesidir. Günümüzden bin sene evvel meydana gelen bu muhteşem miras üzerinde Türkiye Selçuklu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti yükseldi.

İslam dünyasına Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt Zaferi, buralarda hükmünü süren Bizans kartalının kanatlarını kırmış, İstanbul’un fethi ile Osmanlı şahininin pençelerinde Bizans kartalı can vermiş, 30 Ağustos 1922’de meydana gelen büyük taarruzla da “Mehmetçiğin” pençesiyle kahredilen düşmanların hülyaları yok edilmiştir.

Malazgirt Savaşı’nı başlatmakla Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in amacı, o aralar İran topraklarında varlığını sürdüren Selçuklular’ın üzerine yürüyüp İslam dünyasını çiğnemek ve hatta Mekke-Medine’ye kadar girip dünya üzerinde söz sahibi olmaya başlayan ve askerliğini Selçuklular’ın yaptığı şanlı İslam dünyasının merkezini dağıtmak ve kendisi üzerindeki Müslüman tehlikeyi kökten halletmekti.

Bu amaçla Hıristiyan dünyasından da yardım alarak koca aslan Alparslan’ın üzerine doğru yürüyüşe geçti. Askeri gücü iki yüz bini aşan imparatorun askeri mühimmat ağırlığını 300 araba taşıyordu. Üstelik Roma ordusunda o anki dünya ordularında pek de olmayan ve Roma ordusunu süper güç konumuna getiren muhteşem bir silah da bulunmaktaydı; mancınık… Bu mancınıklar 1200 kişinin himaye ve kontrolünde götürülüyordu. Muhteşem Roma ordusunda;

Norman, Rum, Ermeni, Hıristiyan dinine mensup Türkler olan Hazar, Kıpçak, Peçenek, Avar, Uz, Kuman Türkleri, Rus, Alman ve Frank askerleri bulunmaktaydı. İşte bu haliyle 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi Haç ile Hilal’in esaslı bir karşılaşması ve bir “Haçlı Ordusu”nun “İslam Ordusu”na karşı diklenmesi idi.

Roma İmparatoru Diyojen, harekete geçmeden evvel Alparslan Gazi’ye barış teklifinde bulundu. Bu her bakımdan bir aldatmaca idi ve bunu Türk tarafı hemen anladı. Amacı İslam ordusunu hazırlıksız yakalamaktı. Halep önlerine kadar ilerleyen Alparslan Gazi’nin huzuruna gelen Roma elçisinin barış teklifini neticesinin ne olduğunu bile bile kabul etti. Bir elçi ile Selçuklu hükümdarına barış teklif eden Romen Diyojen, ordusu ile Erzurum yakınlarına çoktan gelmişti bile. Tüm komutanların daha fazla ilerlemeyelim ihtarlarına rağmen Diyojen daha da içerilere, Selçuklu’nun kalbi olan İran topraklarına girmeyi kafasına koymuştu. Üstelik o, Alparslan Gazi’yi de barış ile kandırdığını zannetmekteydi.

İşte bu tür hain düşünceler içerisinde Malazgirt’e kadar yürüdü. Malazgirt’te kuşatılan halk aman dileyerek teslim oldukları halde, imparator tüm halkı kılıçtan geçirdi. Bu durum, imparatorun İslam dünyasına duyduğu korkunç kini ve zafer kazanırsa Müslümanlara ne şekilde davranacağını gösteren açık bir örnekti. Bu esnada Şam’a doğru ilerleyen Alparslan Gazi, İmparator Diyojen’in bu mertliğe sığmayan hareketlerini Şam’a giderken yolda öğrendi. Derhal geri dönüp Malazgirt üzerine yürüdü.

Bu süratli yürüyüş esnasında Fırat Nehri’ni geçerken Selçuklu ordusu bazı kayıplar verdi. Urfa’ya vardığında Malazgirt ve bölgesinin Roma eline geçtiğini öğrendi. Çok süratli Azerbaycan’a geçti ve orayı genel karargâhı yaptı. Eşini ve yanındakileri Tebriz’e gönderdi. “Bazı romanlarda ifade edildiği gibi Türk hükümdarları savaşa giderken ne kendi hanımlarını ne de başka bir hanımı yanlarında götürmediler. Bu tür romanlar yazanlarına ciddi para kazandırmanın yanında tarihe de büyük darbeler vurmaktadırlar. Zira o romanları tarih gibi okuyan halk kitlesi bu bilgileri gerçek zannetmektedirler. Yani hiçbir savaşta Türk hükümdarının eşi karşı tarafa esir düşmemiştir.” Emrindeki kuvvetlerin toplamı kırk bin kişiden ibaretti. Bu kuvvetle Ahlat üzerine yürüyüşe geçti.

Roma İmparatoru, Kıpçak, Uz Türklerinden ve Franklardan oluşan otuz bin kişilik bir öncü kuvvetini Ahlat üzerine gönderdi. Alparslan’ın komutanı Emir Sanduk üzerlerine gelen bu kuvveti karşılamak için beş bin kişilik bir güçle o tarafa doru yürüyüşe geçti. “Beş bin kişilik Selçuklu ordusuna karşılık otuz bin kişilik Roma ordusu. Yorum yapmaya gerek var mı ” Ahlat civarında karşı karşıya gelen bu iki ordunun galibi elbette ve tabi ki Roma’dan 6 kat daha küçük olan Selçuklu-İslam birliği oldu elhamdülillah. Kendisinden kat be kat küçük olan İslam ordusu karşısında hezimete uğrayan Roma ordusunun yardımına koşan Bizanslı General Basilas da mağlubiyete engel olamadı. Hatta topu topu beş bin kişiden müteşekkil olan İslam-Selçuklu ordusuna mahiyeti ile birlikte kendisi de esir düştü.

Sultan Alparslan Gazi’nin burnunun ucuna kadar geldiğini tahmin edemeyen İmparator Diyojen bu defa da General Briyennos’u yolladı. Ama o da mağlubiyete çare olamadı ve Roma hesabına ait olan mağlubiyetler serisine bir yenisi eklendi. ALPARSLAN Gazi’nin önünden ellerinde ne varsa her şeyi bırakarak geri çekilen Roma, uğurlu saydıkları “Kutsal Haç”ı bile, koruyamadı. İmparator hâlâ, Alparslan’ın ordusu ile karşılaştığının farkında değildi. Roma-Hıristiyan kuvvetleri Malazgirt’ten Ahlat’a doğru yürüdü. Fakat “Zehra” denilen vadiye gelindiğinde, büyük bir şaşkınlık herkesi sardı. Çünkü karşılarına çıkmaya cesaret edemeyeceklerini sandıkları Selçuklu ordusu başında koca Alparslan Gazi olduğu halde karşılarındaydı. Üstelik bölgeye daha evvel gelen Sultan Alparslan stratejik noktalara da askerlerini yerleştirmişti.

Hıristiyan ordusu büyük bir şaşkınlık ve korku içerisinde geri çekilmeye başladı. İmparator Diyojen uygun bir noktaya karargâhını kurdu. Fakat o gece Haçlı kuvvetleri için kâbuslar içinde geçti. İslam yiğitleri boru ve davullar çalarak naralar atarak onları dehşet içinde bıraktı.

Ayak sesleri iyiden iyiye duyulan savaşta akacak olan kanların sebebi olmamak için Sultan Alparslan, imparatora elçiler gönderdi. Bu elçi heyetinde hem İslam halifesini temsilen hem de Alparslan’ı temsilen kişiler bulunmaktaydı.

İmparator kendisine barış teklifi bulunmak için gönderilen bu kalabalık heyeti görünce birden gururlandı. İslam heyetinin kendisinden ve askeri gücünden korktuğunu zannetti ve elçilik heyetinin kendisine sunulan barış tekliflerine çok sert cevaplar verdi. Hatta elçilere mağrur bir şekilde;

“Hakiki bir İslam beldesi olan İsfahan mı yoksa Hemedan mı daha güzel ” diye sordu.  İsfahan daha güzeldir cevabını alınca;

“Öyle ise ben ve ordum İsfahan’da atlarım da Hemedan’da kışlar!” diyerek Alparslan’ın ordusunu muhakkak yeneceğini ima etti. Fakat elçilerin cevabı çok manidar oldu;

“Atlarınızın Hemedan’da kışlayacakları muhakkak ama sizin nerede kışlayacağınızı sadece Allah bilir” dediler.

Alparslan Gazi, imparatordan ret cevabı alınca savaşmaktan başka çare kalmadığını anladı ve orduya savaş hazırlığı emrini verdi. Yanında bulunan ve gelişmelere şahitlik yapan İslam halifesinin temsilcisi olan müftü ona;

“Ey sultan, sen cengi Cuma gününe rastlat. Çünkü Cuma günü edilecek duaları Allah-u Teala kabul eder” diyerek uyardı.

Savaş meydanında tüm hazırlıklar süratle tamamlanırken Abbasi Halifesi, camilerde Cuma hutbelerinde İslam dünyasını korumak için Haçlılarla savaşan Alparslan Gazi’nin ve ordusunun muzaffer olması için okunacak hutbe metnini gönderdi.

“Allah’ım sen, İslam’ın dalgalanan sancaklarını yükselt. Senin için, senin dinin için mücadele eden Alparslan’ı ve onun erlerini Bedir Savaşı’nda gönderdiğin meleklerinle kuvvetlendir” yalvarışı ile başlayan bu dua özel ulaklarla İslam dünyasının her tarafına gönderildi. Allah’ın dininde sarsılmaz bir iman ve candan bir yürekle bağlanmış olan bu İslam ordusu, İslam dünyasının tüm koruyuculuğunu canını ortaya koyarak yaparken tüm Müslümanlar onlar için Allah-u Teala’ya bu şekilde yalvaracaklar ve gözyaşları dökeceklerdi.

Türk-İslam ordusundan bir kısım erler o gece naralar atarak, davullar çalarak Haçlı ordusunu tedirgin edip, uykusuz bıraktılar.

(Devamı haftaya…)